Yaşatan ve öldüren Allah’tır. Ölümü tıpkı hayat gibi yaratan da Allah’tır.

Ölümsüz olan canlı sadece kendisidir. Dünya hayatı sebeplere bağlı olduğundan bir kişiyi öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir.

Yeryüzüne yaşamak sonra ölmek ve ardından hesap için diriltilmek üzere gönderildik.

İşte ölümün konuşulmadığı en önemli yer ve nokta orasıdır.

Özellikle afetlerden ve büyük ölümlerden sonra uhrevi konuşmak edeb dışı sayılmaya başladı.

Belediye imamının öğretilen çaresizlikle yaptığı konuşmalara mutlu olan bir azınlık var.

Hatta Ali Şen torununun cenazesinde gereksiz ve padişahlar ve atatürkten bahsederken eliyle ve diliyle sus suuus dedi ve yeter deyince hoca fatiha ile hitama erdi.

Bir siyasetçi “atatürke şirk koşulmaz”, bir araba arkasında ise “gel atam biraz da cennet özlesin seni” yazmıştır. Mustafa Kemalin vefatıyla cumhuriyet elitlerinin din ve ölüm anlayışı bir kez daha ortaya çıkmıştı. Örnekler, Müsterih uyu Mustafa Kemal, Kudret ve kabiliyetimizi yine sana beslediğimiz inançtan alacağız, ideolojin dinimiz, adın bayrağımızdır! Yalnız akla inanmıyor, fazilete ve gerçeğe tapıyoruz. Sizi gözlerimizle gördük, aklımızla anladık. İşte bundan bir inanç doğdu. Bu inancın ışığında görünen sendin, ey ölmez ve sönmez güneş… Çok sevdiğiniz matemli millet size tapıyor. Siz artık Yüce Türk milletindensiniz. Ey Tanrılaşan Atatürk!  Ülkü’de çıkan şiirde, “Bir Güneş söner mi, ölür mü Atam? / Gösterin Tanrı’yı sorup da çatam” dizesi tekrarlanırken gene Ülkü’de yayınlanan bir başka şiirde Tanrı, Atatürk’ü kıskandığı için canını alan bir varlık olarak tasvir edilir: “Tanrı kıskandı seni kendinden ışık diye.” Vahriç Özsungur ise Yeni Sabah’taki şiirine başlık olarak “Tanrıya Küskünüz” ifadesini seçer. Taşra basınında da bu tema kendine yer bulur.

Halûk Elbe’nin, 23 Kasım’da, Anadolu’da yayınlanan şiirinin başlığı ironiktir: “Tanrım, Günaha Girdin” 16 Kasım’da İzzet Ulvi Aykurt, “Tanrılaşan Atatürk” başlıklı yazısında, tabiatın ve insanın kutsallaşmasını ve tanrılaşmasını, onun şahsında somutlaştırır ve şöyle yazar: “Tabiatten insana geçen ve kemalleşen büyük sırrı, tılsımlı kudret ve Tanrısel dehâyı senin varlığında görmüştük. Kâinatta ondan üstün ne olurdu ki…” Atatürk’ün, ona inananların ruhlarında “kutlu bir emanet gibi gelecek zamanlara” taşınacağından bahsedilen yazıda, seküler dinin bu en temel rüknüne iman, “akıl” ve “millet” kutsallarıyla desteklenir: Atatürk cenneti’ de Bozkır’ın en sevdiği temadır. “Yeni Bir Yol Üstündeyiz” şiirinde, “Ağır çelik kanatlarımızı.. / Sürmedeyiz, Atatürk’ün makinalarla dokunan cennetine, Tör’e göre “Yarının Türkiyesi, yeryüzünün cenneti olacak”tır.

Tan’da yazan Naci Sadullah’a göre, “ölüm onun huzuruna bir uşak gibi divan durarak” girmiştir. Mustafa Kemal böylesine “sefil bir düşmanla döğüşmeye tenezzül etmediği için” ölmüştür. Ölüm “Atatürk’ün kendi kararıyla ihtiyar ettiği uzun bir istirahat”tir. Gene öldüğünü kabul eden Yeni Sabah’tan Murad Sertoğlu, Hz. Ebubekir’in Muhammed Peygamberin ölümü sonrasında bu ölümü kabullenmekte zorlanan sahabeye yaptığı konuşmayı değiştirerek yazısına alır:

Her kim ki Atatürk’e iman ediyordu, bilmiş olsun ki, Atatürk ölmüştür. Her kim ki Türk milletine, Türk soyunun kudretine inanıyor, bilmiş olsun ki Türk milleti ölmeyecektir.

Behçet Kemal gene mistiktir:

Adın besmeledir her işimizde.

(…)

Ölümden ne irkil ne de ürk Atam!

Yer darlığı sebebiyle dahasını yazamadım, maalesef böyle bir miras devraldık, hala bu zihniyetin içinde yaşanıyor. Yaşadığımız cumhuriyette ölüm konusunun İslam inancının ölümün anlamıyla alakası yoktur. Anıtları tavaf edenler, secde edenler, ona şikayet edip ondan isteyenler aman ta Rab. 

Bu yazdıklarım Yök Tez de yayınlanan Onur Atalay’ın doktora tezindendir. Kitap TÜRKE TAPMAK adıyla iletişim yayınlarından yayınlanmıştır