Din ilahi olduğu gibi, anlatım usulleri de ilahidir. Dinin nasıl tebliğ edilmesi ve dine nasıl davet yapılması gerektiğine dair çok sayıda ayet ve hadisler vardır. Eskilerin ifadesiyle usulsüzlüğümüz vusulsüzlüğümüzdür. Her daim ilahi dinin anlatılması ve anlaşılmasında beşeri unsurlar ön plana çıktıkça, sonuçlar olumsuz olmuştur. Bu sebeple insanlar ya karakterlerine göre hoca arıyorlar ya da hocalarının karakterine göre kendilerini konumlandırıyorlar.
Kur’an-ı Kerime ve hadisi şerifler baktığımızda insanın durumuna göre söz kullanılmıştır. Zaten kitabımızda söz çeşitleri farklıdır. Beliğ, sedid, maruf, kerim, leyyin gibi daha çok örnekleri görebiliriz. Kur’anın azarlayıcı, kınayıcı ayetleri olduğu gibi, taltif eden, müjdeleyen ve merhamet saçan ayetleri de vardır.
İnsan karakter ve mizaçlarının değişebilen ve değişmeyen yönleri vardır. Günümüz hatip ve vaizlerinin bazısı daima kınayıcı, ötekileştirici, azarlayan, ayıplayan bir dil kullandıkları görülmektedir. Acaba bu davranış her durum ve zaman da geçerli midir?
Fatiha suresi kuşatıcı ve kucaklayıcı bir usulle bizi muhatap almaktadır. Uzak durulması gereken kısmı sadece son cümlesine alarak “Gazab ve Dalalet” olarak bildirmiştir. Dua yoluyla zararlıdan sakınmayı öğretmiştir. Başka bir sure de ise başlangıç sade ve öğreticidir. “Muhakkak müminler kurtuldu” buyrularak namaz, huşu, boş şeylerden kaçınma, zekat, iffeti muhafaza, ahde ve emanete riayet ile tekrar namazı muhafaza ile Firdevs müjdesi verilmektedir. Dikkat edilirse ayetlerde asla kınama, öfke ve azarlama yoktur. İnsan ve müminlere hakikat son derece makul ve muhtasar bir şeklide anlatılmıştır.
Bir diğer surede ise “Rahmanın kullarının” özellikleri benzer şekilde anlatılmıştır. Hakikat güneş ışığı gibi ortaya konmuştur. Muhataplara verilen değer anlatım usulünde görünmektedir.
Yâsîn suresinin ikinci sayfasında ki şehrin öte ucundan gelen adam ne güzel söylemiştir. “Ne oluyor ki beni yaratan ibadet etmeyeyim, ona döndürüleceksiniz” ayetinde vaazını kendi üzerinden yapmaktadır. Devamında ki ayetlerde de bunu görmek mümkündür. Yani onları azarlayarak değil, kendisine öğüt veriyor diliyle onlara hakikatleri anlatmıştır, buna rağmen öldürülse bu usulünü bozmamış ve öğüdüne ölümden sonrada aynı üslupla devam etmiştir.
Daha farklı örnekler bulabiliriz. Tüm bunlarla beraber kınayıcı ve azarlayıcı dilinde kullanıldığını görürüz. Mesela “Veyl/Yazıklar olsun” şu kimselere diye sure isimleri ve ayetleri de görmek mümkündür. Bu ayetlerde de insanın düşüşünü ve kaybını anlatan ifade ve konular vardır.
Tabii ki tüm anlatımlarda her ne olursa olsun tevbe müjdesinin verilmesi kaçınılmazdır. Mesela Burûc suresinde “Kahrolsun Ashab-ı Uhdud” denilirken devamında ki ayetlerde ise bu kötü ve ateşli fitneden tevbe etmeyenler azaba müstahaktır denilerek en büyük günahın dahi tevbesinin olduğu hatırlatılmakta ve öğretilmektedir.
Cami kürsülerinde daima cami dışı insanları kınayan, azarlayan ve konuşan hatip Kur’anın metoduna uymamış olur. Asıl olan bizim durumumuz ve vazifemizdir. Bu sebepledir ki münafıklara karşı öfke, müminlere karşı ise merhameti ilke edinmeliyiz. Unutmamalı ki dünün düşmanları, yarının dostları olabilir. Ayette belirtildiği üzer Allah kadir, gafur ve rahimdir. Uhud savaşında ki müminleri şehit eden birçok kişi daha sonra İslam’ın kılıcı ve fatihi olmuş ve şehadete yücelmişlerdir.
Sonuç olarak şunu ifade etmek isterim. İslam’ın anlatım ve tebliği son derece önemli ve değerlidir. Daima kınayan, ayıplayan ve kucağını açmayan bir anlatım ilahi sözleşmeye aykırıdır. Gerektiğinde “Onlardan güzellikle hicret et” ayeti de bize farklı bir bakışı öğretmektedir. Merhum Akif der ki: İki şeyi kaybettik biri edeb, diğeri ise ümittir.
Peygamberimizi daha iyi anlamamıza vesile olmasını dilediğimiz Mevlit Kandilimiz mübarek olsun.
Not: 6 Ekim Perşembe saat 19:30 da Adapazarı Orhan Gazi Kültür Merkezinde, Şuurlu öğretmenler Derneği/Sakarya Şubesinin tertip ettiği “DERS ŞUURU” sohbetimize bekleriz.