İnsanın yaratanıyla olan ilişkisi, diğer insanlarla olan ilişkisine ışık tutar. Kalbinde sevgi, merhamet, kolaylık ve adalet olan şahsiyetler, sadece insanlar tarafından değil, tüm canlılar ve kâinat tarafından sevilir. Bu sebeple başarı “imanın” kemalatından geçer.
Diğer beklentilerimize gelince insana verilen değerdir. Bu beklentilerin iki yönü vardır. Birincisi zirvede ki şahsiyetin mümkün oldukça ulaşılabilir olmasıdır. Diğeri ise kuracağı ekip vasıtasıyla insanların problemlerinin kendine ulaşmadan çözüme kavuşmasıdır.
Başarılı yönetici sorumluluk ve yetkileri adaletli dağıttığı gibi, emanete riayet etmeyen kişiyi de sorgulaması gerekmektedir. Maalesef ülkemiz kuralla değil, herkesin adamını bulmasıyla idare edilir görünmektedir.
Nasıl ki bir okulda matematik veya fizik dersini okulun müdüründen değil, öğretmeninden öğreniyorsak, dertlerimizi de en tepe yöneticiden değil, görevli yetkililerden çözüme kavuşturmalıyız.
Bu sebeple insana verilen değer liyakat ve adalet ölçüsünde olmalıdır. En büyük dedikoduyu o kurumu yöneten ve çalışanları yapmaktadır. Bir kurum kendi içinden çürümeye başlamışsa, dıştan yapılan leyimler içtekini koruyamaz.
Ülkemiz de memur ve işçilerin fikrine müracaat edildiği nadirdir. İstişare kültürü sadece vaaz ve sohbet konusunu geçememiştir. İstişare de en önemli konu, yöneticinin güven ve ehliyet verici olmasıdır. Konuşmayan ya da destekleyenlerin kazandığı toplantılar vakit zayiinden başka bir şey değildir.
"Doğruluk emânettir. Yalancılık hiyânettir. İnşaallah, içinizdeki en zayıfınız kendisinin hakkını alıncaya kadar, yanımda en güçlünüz olacaktır! İnşallah, içinizde en güçlünüz de üzerine geçirdiği hakkı kendisinden alıncaya kadar benim yanımda en zayıfınız olacaktır." Hz. Ebu Bekirin halife seçildiği bu güzel cümleler maalesef uygulama da görülmemektedir.
Sermaye sahiplerinin ve taraftarların güçlü olduğu yönetimler daima zülüm barındırmaktadır. Söze değil, güce taraf olanlar daima kaybedeceklerdir, Görünmekten çok görmek, duyurmaktan çok duymak, konuşmaktan çok dinlemek önemlidir.
Darılmak, kırmak, küsmek çok kolay fakat barışmak ve sevmek oldukça zaman almaktadır. En büyük zülüm, yetki sahiplerinin yaptığı zulümdür. Onların adaleti de paha biçilmez bir şereftir. Bu sebepledir ki beklentiler birer emanettir.
Menfaat beklemeyen, iş takip etmeyen, nasihatini faş etmeyen dostları olmayanlar daima kaybetmişlerdir. Özel dostlarınız olsun, sizden bir çaydan başka ikram almayan. Sevdikleriniz olsun, sizi gaddarlıktan koruyan. Yardımcılarınız olsun, sizi zulmetmekten alıkoyan. Duacılarınız olsun, sizi görmeden işi yapılanlardan.
Eğer makamınız ve yetkiniz olmasaydı sizi ziyaret etmeyecekti, fotoğraf ve öz çekim yapmayacaktı. Gücünüze yakın durmak isteyenler, gerçekte gücünüzü azaltacaklardır. Fotoğrafa girmek isteyenler, sizi sadece duvara asacaklardır. Çiçek gönderenler, solmadan beklenti içinde kurgular yapacaklardır.
Çevrenizde ki kalabalıklar birer sahte gölgedir. Onlar bal tasına konan ….ler gibidirler. Unutulmasın ki makamını yitirenlerin yaşamları çok yalnızdır. O gün de, an be an gelmektedir. Herkes kendinden hesap vermek için yaşarken, kimi de bir beldenin hesabıyla sorumlu tutulacaktır.
Güven dolu bir kent, inanan ve inanmayana gıdalarının sunulduğu, her şeyiyle temiz bir beldeye layık insan ve hizmet dileğimiz vardır. Sakarya sadece akan bir nehrin (824 km) adı değildir. Kızılırmak ve Fırat’tan sonra üçüncü sırada olan nehrin adıdır. Bu sebeple manevi yönü Üstadın şiirinde yerini almıştır. Maddi yönü ise sizlere emanettir.
Şimdi bize düşen görev, bu güzel ilimizi gelecek kuşaklara ve insanlığa huzur kenti olarak taşımaktır. Eksiği imkân değil, iradedir. Varlığı ise ilahi lütuf ile sa’yu gayrettir.
Kolay gelsin, yaşayana ve yaşatanlara...