Petrolün şehri. Petrol kent. Yok petrol city.Yok yok petrolland.
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal pireler berber iken petrol nam bir yakıt bulunmuş. Dünyanın dengesi değişmiş. Sömürgen ülkeler, nerede ondan varsa oraya üşüşür olmuşlar. Onun uğruna ülkeler işgal edilmiş, onun uğruna savaşlar çıkarılmış, onun uğruna haritalar değişmiş.
Irak, Arabistan, Ürdün, Kuveyt, Suriye, İran… Bütün bir Orta Doğu, petrol fışkırıyormuş adeta.
Ne gariptir ki, altın değerindeki bu meretten Türkiye’de yokmuş. Yok muymuş acaba gerçekten. Orası muammaymış. Ne hikmetse her arayış hayır yok ile cevaplanıyormuş. İngiliz sömürgenlerinin Lozan’da masa başında cetvelle çizdikleri haritaya göre, sınırın altında fışkıran modern enerji, üstünde yokları oynuyormuş.
O oynaya dursun, yıllar yılları aylar ayları günler günleri takip etmiş. Ülkenin güney doğusunda, biraz ova, biraz dağ bir yerde Iluh adında alt haneli bir köy varmış. Köyün hemen güneyinde de Raman Dağı. 1948 ilkbaharında bir gün Raman Dağı’ndan bir müjde rüzgârı esmiş tüm Türkiye’nin kalbine: Müjde, bizde de petrol bulundu.
Böylece, Kırıkkale (Makine Silah Endüstrisi-MKE) ve Karabük’ten (Demir-Çelik) sonra Türkiye’nin üçüncü sanayi şehrine kazma vurulmuş: Batman!
Geçen yetmiş beş senede altı haneli İluh Köyü alt yüz bin nüfuslu Batman adlı bir şehre dönüşmüş. Sanayinin gücü işte. Batılı bir bilge yollar neredeyse şehirler oradadır dermiş ya. Yirmi birinci asırda bu söz, sanayi neredeyse şehirler oradadıra dönüşmüş. İki bin yirmi iki yılı itibarıyla Batman, Beşiri, Gercüş, Hasankeyf, Kozluk, Sason ve merkez ilçelerinden oluşan orta ölçekli bir şehirdir artık.
Şöyle bir soru sorduğunuzu duyar gibiyim: Nüfusla şehir olunuyor mu peki? Evet, haklısınız; nüfusla şehir olunmuyor. Tamam, tamam, kabul ediyorum: Şehir olmak için en az beş yüz yıllık bir geçmiş gerekiyor, biliyorum. Da, gittim gördüm, yedim içtim, konuştum dinledim. Tam olarak olmasa da, başta kadim Hasankeyf ve Gercüş’ün de desteğiyle, bugün az çok bir Batman şehir kültüründen bahsedilebilir.
Mesela yemekleri. Tamam, ayrıldığı Siirt gibi Büryan’ı, kapı komşusu Mardin gibi Kaburga dolması, amcası Diyarbakır gibi Ciğeri meşhur değil. Ama sizi temin ederek söylüyorum, Aşçı tabağı ikram ettiler bize, tek kelimeyle şahane. Vallahi bak. Beş yemek vardı tabakta, hepsi birbirinden leziz: Tandır, Püreli kaburga, Sebzeli et tava, Kaburga dolması, Perde pilavı. Ertesi gün de Kaşarlı incik yedirdiler. Doyamadım. O kadar güzel. Hele bir Katmeri var ki, Hatay’dan ileri de geri değil. Sütlü soğuk baklavası da çok güzel.
Bu muhteşem lezzetin sırrını sordum; Batman kırsalında beslenen hayvanların etleri çok lezzetli olur. Batmanın kekiği başka güzeldir, onu yiyen hayvanın etinin tadına doyulmaz dediler. Âlâ. Şahidiz ki doğrudur.
Hayvancılık dedik de, Gercüş’ten Batman’a gelirken bir koyun ve keçi sürüsüne rastladık. Aman Allah’ım; ben diyeyim bin koyun, siz deyin bin beş yüz keçi. İki de çoban arkalarında. İki yüz elli metre geride ise adeta sekiz on kişilik bir aile. Çoluk çocuk dolu. Kimisi at üstünde kimisi eşek. Sorduk, Koçerdir bunlar dediler. Meğerse evleri sırtlarında yaşıyorlarmış Koçerler. Ta Siirt’e, Van’a, nerede yeşil, nerede bol ot bulurlarsa orada üç beş gün konaklar devam ederlermiş. O nedenle sürülerinin lezzeti muhteşemmiş. Sütü, peyniri, kaymağı da.
Anladık ki Batman yemeklerini bu kadar leziz yapan, Raman Dağlarında otlayan hayvanı, davarı. Eyvallah.
Sadece eti leziz değil Batman’ın. Sason çileği, Gercüş üzümü, Hasankeyf inciri de bir başka leziz. Tadına doyulmuyor; tattık, ikna olduk, el-hak doğruymuş zahir.
Bu kadar lezzetten bahsetmişken insanına da haksızlık etmeyelim: Hepsi birbirinden mert, hepsi birbirinden cömert, hepsi birbirinden güler yüzlü. Batman merkezli Caner Tekin ile Hasankeyfli Edip Kocaman’ın (ilki bir lisenin müdürü, ikincisi ilçe milli eğitimde şube müdürü) muhabbeti, Pişekâr - Kavukluya kavuğu ters giydirecek cinsten. Caner Hoca ile kırk sekiz saatte kırk sekiz senelik dost olduk. Beş sene sonra il milli eğitim müdürü olmalı ki, şehir gençleri faydalansın. Öyle becerikli, öyle hızlı, öyle çözümcü. İl milli eğitimde şube müdürü Abdürrahim (h’yi karından okuyun, Arap telaffuzuyla lütfen) Kusen de tam bir maestro. Altın kalpli adam hem. Vali Hulusi Şahin ile İl Milli Eğitim Müdürü Mahmut Kurtaran ile yüz yüze görüşmek kısmet olmadıysa da el ele vererek Batman’a bir eğitim seferberliği yaşattıkları kesin. Eğitim, kitap ve gençlik... Çalıştaydan fuardan projelerden geçilmiyor. Ne güzel. Ne mutlu.
Batman eşittir şair ve yazar Behçet Gülenay’dı benim için. (dı demem, bu gelişime kadar. Şimdi Behçet’ime Caner, Edip, Kenan ve Abdürrahim de eklendi. Soyadlarını bilerek yazmıyorum. Dostun soyadı mı yazılırmış. Kalbime yazdırdılar onlar isimlerini. O kadar.) Behçet her zamanki pırlanta kalbiyle gönlümüzdeki yerini daha bir parlattı. Bu arada Veysi ile Ferit’i de eklemeliyim. Batman Kitap Fuarının maestrolarıydı mübarekler. Üstte Abdürrahim, altta Behçet (Gülenay), Veysi (Bulut), Ferit (Sertkaya). Müthiştiler. Tebrikler gençler. Ferit kardeşim, Batman kültürüne müthiş hâkim bir entelektüel. Aynı oranda ülkemizde hızla gelişen Küçürek öykünün büyürek temsilcisi. Yolun açık olsun yakışıklım. Batman’ın fenomeni Mehmet Sait Kaya’yı da unutmayalım; bu iyi kalpli gencin on parmağında yirmi marifet var maşallah. Türküleri ve özgüvenine bayıldık onun.
Yedi sene sonra Hasankeyf’e ziyaretim bir tarafıyla hüzündü benim için diğer tarafıyla umut. Devletimizin olağanüstü başarılı bir taşıma şehir eylemine şahit olduk. Hasankeyf artık hepimiz için taşınık şehir. Her Hasankeyfli eskisinde kaybettiği çocukluk hatıralarının peşinden koştuğu için, oldukça yadırgıyor yenisini. Olağandır. Ama beş seneye kalmaz, eskir yeni şehir de.
Malabadi Köprüsü meğer Batman’ınmış. Bilmiyorduk. Sevindik. Yetmiş beş yıllık şehre, yedi yüz elli yıllık efsane köprü; müthiş.
Malabadi Köprüsü, Malabadi Köprüsü Burda başladı bitti bir garibin öyküsü
Öykü uzun. Öykü hazin. (Ulan sonu mutlulukla biten bir aşk hikâyesi olsun, dişimi kıracağım ya.) Bir garibin öyküsü olunca yüreğimiz parçalanıyor. Da, Batman Çayı üzerinde inşa edilen köprü gerçekten çok ihtişamlı. Müthiş estetik. Karşında, ılık bir ikindi sonrasında bir bardak kaçak çayı yudumlamak da müthiş keyifli. Liydi. Bir de yanında nükte fabrikatörü, kadim dostum Mehmet Şeker ile haza Batman demek olan Caner Tekin Hoca oldu mu, üf be, tadından içilmiyor. Şahane, diyeyim size. Yepyeni şehirde eskinin koynunda kayboluştu bizimkisi. Hakikaten bak.
Dümdüz ova kurulu şehirde iki de tepe var: Esentepe ve Gültepe. Ne güzel. Kafiyeli şehirdir de benim için Batman. Bulvarlar hep elli metre, geniş, huzur veriyor. Caddeler otuz metreden aşağıya değil. Binalar yeni, insanlar umutlu.
Ağustos sıcağında gölgede oturan bir adam düşünün; bir elini Hasankeyf’e dayamış, diğerini Malabadi Köprüsü’ne. Ayaklarını da ovanın ortasından süzüle süzüle akıp giden Batman Çayı’na uzatmış serinliyor. İşte bu adam Batman’dır.
Batman, adını İdris-i Bitlisî’nin belgelerinden alıyormuş meğer. Şehir ne kadar yeniyse bölge ismi o kadar eskiymiş. Eyvallah. Manasını bilen yok ama. Olsun.
Biz söyleyelim: Bad - man (bed-men), kötü adam demek ya Gavurca’da. İtirazımız var zahir: Kırk saat bihakkın dolaştık Batman’da. Yedik içtik. Okullarda gençlerle, lokantalarda garsonlarla, öğretmenevlerinde hocalarla hemhâl olduk. Bir tane kötü adama rastlamadık. Ve karar verdik: Bu şehrin adı bedmen değil goodmen. İyiler şehri yani. İyilikler şehri.
sen artık bedmen değil goodmensin. İyi adamlar şehri. Bunu artık herkes böyle bilsin. Bunu bilir bunu söylerim ben.