Söyleşi: Necla Dursun
Bize Uzunçarşı’nın önde gelen göçmen esnaflarının birkaçından söz edebilir misiniz? Örneğin; Berközler, Pakerler, Uzeller gibi.
Aynen öyledir. Berközler, Uzeller, Aldinçler, Canlılar, Yünüaklar Boşnak, Pakerler, Girişkenler, Sakallıoğluları, Kolunsağlar, Yüksel Kuruyemiş (Ayanoğlu’nun anne tarafı) Üsküp Türkmenidirler. Akçanlar Bulgaristan Tırnaova ve Şumnu kökenlidir. Potin Ayakkabı sahipleri Priştina Arnavutudur. Eski Belediye Başkanlarımızdan Uzunçarşı tüccarlarından İzzet Şükrü Enez, Dedeağaç kökenlidir. Unuttuğumuz da çok isim vardır.
Şehirli ve eğitimli bu yeni Adapazarlılar şehrin ticaret hayatına ne gibi yenilikler ve değişim getirdi? Ticaret ahlakı, ticaret prensipleri, rekabet, yardımlaşma vb.
2012 yılında yaptığım bir söyleşide, uzunçarşı esnaflarından, 80 yaşındaki Özcan Toplan büyüğümüze aynı soruyu ben de sormuştum. Adeta çocukluğundan itibaren - an az yetmiş senesi, ömrü Uzunmçarşı’da geçmiş, - şimdilerde merhum olan, Özcan Toplan Ağabey, bakın aynı soruma ne cevap vermiş: “Dostluk vardı, ahlak vardı, birbirine saygı vardı. Hiç kimse birbirinin hakkına tecavüz etmezdi, ihtiras yoktu. Birbiriyle yardımlaşma vardı. Pazarlık, yalan dolan yoktu. Senet menet yoktu o zamanlar; bazı köylüler paralarını bankaya değil, bazı tüccarlara verirler, lazım oldukça alırlardı. Yani güven üst düzeydeydi… Sabah namazından sonra dükkânlar açılırdı Uzunçarşı'da. Dükkânların önlerinde camekânlar yoktu, mangallar yakılırdı, mangal yakma yarışı yapılırdı. Dükkânlar o zaman mangallarla ısıtılırdı. Akşam ezanıyla da dükkânlar kapanırdı. Genelde açık hesaptı. Veya senetti.”
Soruma bir de şehrin sosyal hayatına etkiler bağlamında devam edersem neler söylersiniz?
En az bir asırdır Adapazarlıların damakları, Balkan lezzetleriyle bayram ediyor. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bozacılar (Alikoka, Bağlar), helva ve lokumcular (Mazlum ve Gülseven), ayrancılar (Enişte’nin ayranı), ıslama köfteciler (Mustafa, İsmail, Ramazan, Hacıbekir), tatlıcı, dondurmacılar (Yamanlar, Üç Kardeşler), gazozcular (Neşe Gazozu) hep Balkan kökenlidirler. Her şeyden önce 1930-62 yılları arası, İstanbul - Ankara Karayolu, Adapazarı merkezinden geçtiğinden, bugün Kapalıçarşı önünde bulunan İş Bankası’nın yerindeki Hacı Baba Lokantası (Boşnak kökenli Hacı Baba Hurşit Konuk’un işlettiği), bütün futbol kafileleri, tiyatrocu ve sinemacıların, bütün ünlülerin uğrak yerlerinden biridir. Gündüz Kılıç da müdavimidir oranın, Zeki Müren, Türkan Şoray, Fatma Girik, Cüneyt Arkın da. Sosyal hayat denilince ilk akla gelen Balkan kökenlilerdir bu şehirde. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Islama köfteden boza ayran ve dondurmalara… Boşnak böreğinden Arnavut ciğerine. Düğün – damat çorbalarından Tulumba tatlılarına, Adapazarı Mutfağı, biraz da Balkan Murfağı demektir aslında.
Şehrin yeni sakinlerinin siyasetle bağı var mıydı? Siyaset ve Balkan göçmenleri desek size.
Olmaz mı? Eskiler derler ki, “1946’ya kadar Adapazarı siyasetine ipek fabrikası sahibi, banka sahibi Cevat Adapazarlı hâkimdi. Adapazarı’nın derebeyiydi. Kendini şehrin sahibi gibi görüyordu. Tek Parti CHP’sinin kodamanıydı. 1934’te soyadı kanunu çıkınca Adapazarlı soyadını aldı. O hakkı gördü kendinde. Kimi işaret ederse o belediye başkanı oluyordu. İki dönem belediye başkanı, bir dönem milletvekili seçilen Ahmet Faik Abasıyanık, Cevat Adapazarlı’nın işaretiyle seçilmişti. 1946 seçimleri arifesinde Balkan kökenli Beş Yeminliler, bir akşam Uzunçarşı’da toplanıp Cevat Adaapzarlı’ya isyan bayrağını çektiler ve Batı Trakya Dedeağaç kökenli İzzet Şükrü Enez’i seçtirdiler. Cevat Adapazarlı’nın derebeyliğine son verdiler.” Netice itibarıya, çok partili süreçte, Balkan kökenli siyasetçiler 1946-80 arası siyasetin adeta lokomotifi, 1983 sonrası da muteber birer temsilcisi durumunda olmuşlardır, denilebilir.
Aralarında yerel yönetim ve ülke yönetiminde söz sahibi olanlar oldu mu?
Seçimle gelen ilk Balkan kökenli yerel yönetici Boşnak İbrahim Begoviç (Ocaklı) olup 1901-904 yıllarında görev yapmıştır. İkincisi 1916-19 yılları arasında seçilen, yine Boşnak kökenli Emin Muharrem Güner’dir. 1946-50 arası Dedeağaçlı İzzet Şükrü Enez’in seçildiğini az önce söylemiştim. 1955 Belediye seçimlerinde ise, Selanik kökenli Avukat Ali Necdet Güven’in Demokrat Parti’den Adapazarı Belediye Başkanı seçildiğini görmekteyiz. Arnavut kökenli Dr. Nuri Bayar’ın beş dönem Adalet Partisi (AP) Milletvekilliği ve Sanayi Bakanlığı yaptığını, Drama kökenli Selahattin Gürdrama’nın iki dönem AP’den Adapazarı Belediye Başkanlığından sonra, 1977’de milletvekili seçildiğini, Priştina kökenli Behçet Deryaoğlu’nun da AP’den Adapazarı Belediye Başkanı olarak seçildiğini (1975) görmekteyiz. 1980 Askeri Darbesi sonrası, 1983’te yeniden açılan TBMM’de, geçen kırk yıllık süreçte, (1983-2023) Üsküp kökenli Ayhan Reyhan Sakallıoğlu (MDP - ANAP), Drama kökenli Ahmet Neidim (DYP - ANAP), Kırcaali kökenli Ayhan Sefer Üstün (AK Parti), Varna kökenli Mustafa İsen (Ak Parti), Kocacık kökenli Ertuğrul Kocacık’ın (Ak Parti) milletvekili seçildiğini görmekteyiz. Kocacık kökenli Zeki Toçoğlu da iki dönem AK Parti’den SBB Başkanı seçilmiştir. Halen Adapazarı Belediye Başkanı olan Mulu Işuksu da, anne tarafından Priştina Arnavutudur. Velhasıl, Balkan kökenliler, siyasette her zaman varolagelmişlerdir, var olacaklardır da.
Bugün Balkan göçleriyle şehre gelerek ticarette kendisine yer edinenlerin ailelerinden ticareti devam ettirenler bulunuyor mu?
Maalesef eskiye oranla çok az. Modernite, İstanbul ve Avrupa’ya göç, Uzunçarşı’nın sosyolojik genetiğini de bozmuş durumda. Uzunçarşı’da dededen toruna devam eden sadece dört dükkanın kaldığı söyleniyor, mesela. Girişkenlerin torunu Safa Girişken, Abbas Gülseven’in çocuğu Melih Gülseven ve kardeşleri, Akçanların oğlu İsmail Akçan ve kardeşi, bir de Murat Uslu. Uzunçarşı dışından, Ali Koka’nın (Bozasının) torunu Rahmi Sak’ı, Mazlum Amcanın (Şekerleme’nin) torunu Mazlum Tarık Pekerken’i, Tanış Ticaret Şadi Tanış’ı, Köfteci Mehmet Köprülüoğlu’nun torunları Yavuz ve Cem Köprülüoğlu’nu da eklemeliyiz bu isimlere. Yazık, çok yazık.
Balkan ülkelerine yaptığınız seyahatlerden edindiğiniz tecrübelerle bize bir Balkan rotası çizin desek nasıl bir tecrübe paylaşımı çıkar?
İki ayrı güzergah önereceğim. A ve B. A, Saraybosna’dan Dedeağaç’a, İpsala’ya. B güzerhahı Gagauz Yeri’nden Edirne’ye. A Güzergâhını önereceğim evvela: Uçakla Bosna’nın başkenti Saraybosna’ya iniş. Karayolu’yla, Saraybosna, Mostar, Blagay (Sarı Saltuk Tekkesi), Poçitelli Türk köyü, Trebinya’dan Karadağ’a geçiş. Karadağ’da Kotor, Budva, Bar şehirleri. Arnavutluk’ta İşkodra ve Tiran’ı ziyaretten sonar, Kosova Prizren’e geçiş. Prizren, Batıda Türkçenin konuşulduğu son şehir. Ve mutlaka Prizren’e 18 km mesafedeki Mamuşa Türk Köyü’nü (Mahmut Paşa) ziyaret. Vakit varsa Prizren’den İpek’e geçip, Mehmet Akif Ersoy’un baba memleketi Susişa’yı ziyaret. Sonra başkent Priştina. Hemen yakınındaki Sultan I. Murat Hüdavendigar’ın meşhedini (şehitliğini) mutlaka ziyaret. Sonra Kuzey Makedonya. Önce Balkanların kalbi, - benim gömülmeyi vasiyet ettiğim şehir - Üsküp’ü doyasıya, iliklerinize kadar soluya soluya yaşayış. Ardından Kalkandelen ve Gostivar. Gostivar’da mutlaka Banisa Türk Köyü’nü ziyaret. Debre’yi, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin köyü olan Kocacık’ı ziyaret. Sonra şiir şehir Struga. Balkanların incisi Ohri’yi hissediş. Ardından lezzet cenneti, köftesi, elması ve Hürriyet kahramanı Niyazi Bey’in şehri Resne’yi ziyaret. Elbette hüzün şehri Manastır. Nixi Gümrük kapısından ver elini Yunanistan. Önce Vodina. Şelaleden Karacaova’yı seyir. Sonra Selanik. Kavala. Rodop Dağlarının güney yüzünde 127 köyde 127 minareyi seyrede seyrede İskeçe ve Gümülcine’yi ziyaret. Nefis lezzetteki Kavala Kurabiyesi ve Gümülcine Kahvesi almayı unutmayınız. İpsala, Keşan, Tekirdağ, İstanbul.
Bir de B Güzergahı önereceğim. Uçakla İstanbul’dan Moldova’nın başkenti Kişinev’e iniş. 80 km güneye, Gagauz Yeri’nin başkasabası Komrat. Oğuz Türkleri. Saf tertemiz insanlar. Çadır ve Volkaneş kasabalarını ziyaret. Ardından Prut Nehrini aşarak Romanya’ya giriş. Tuna’nın kıyısındaki Galeti şehrini ziyaret. Dev Tuna Nehrini aşarak Romanya düzlüklerini seyrede seyrede Köstence. Sonra Bulgaristan’ın İzmir’i, Varna liman kenti. Deliorman’ın başkenti Şumnu’yu ziyaret. Razgrad ve Silistre. Silistre’de mutlaka mahzun kalbiyle gelecek dostlarını bekleyen Mecidiye Tabyamızı ziyaret. Sonra Rusçuk. Ardından 1364’te Osmanlı’nın Bulgaristan’ı fethettiği zamanki başkent olan Tırnova. Hâlâ tarihi hüviyetini koruyor. Sonra Koca Balkan Dağları’nın kuzey eteklerinde, bizin Safranbolu’muza benzeyen tarihi Etır şehrini ziyaret. Ve başkent Sofya elbette. Sonra Bulgaristan’ın İstanbul’u dedikleri, hem tarihi hüviyeti hem turizm ve modanın başkenti Filibe. Özellikle kale etrafındaki Türk mahallesi ve hâlâ muhteşem altı asırlık Muradiye Camii. Sırada, tüm Rumeli’de tek şehir belediye başkanının Türk olduğu, adının hâla Türk olduğu tek şehir, Kırcaali var. Ki o Kırcaali, Sultan II. Murat döneminde inşa edilen Yedi Kızlar Camii’inin, efsane halterci Naim Süleymanoğlu’nun şehridir. Ki o Kırcaali, tüm ilçelerinin; Mestanlı, Eğridere, Koşukavak, Cebel, Karagözler, belediye başkanları da Türk’tür. Bulgaristan’un en yoğun Türk şehridir Kırcaali. Sonra Hasköy’den Edirne. Ardından İstanbul.
Balkan seyahatleriniz içinde unutamadığınız biri var mı ve Balkan coğrafyasında “beni kalbimden yakaladı” burası dediğiniz sizi çok etkileyen bir yer/şehir/mekân?
Üsküp en başta. Kendimden geçiyorum orada. Gostivar’da köyümde gibiyim. Gül kokulu şehir Prizren, huzurun başkentidir benim için. İşkodra’yı çok severim. Kotor, bizim mimarimiz ve izlerimiz olmasa da müthiş egzotik ve özgün bir şehir. Tarih kokulu Budva da hoştur. Rumeli’nin gerdanlığı Mostar’a bayılırım. Buna Nehri’nin çıkış kaynağı/noktası Sarı Saltuk Tekkesi (Blagay) muhteşemdir. Hoca Ahmed Yesevi’nin ayak ve ruh izlerini yaşarsınız doya doya. Saraybosna Aliacity benim için. Haza şehirdir Saraybosna. Türk mührüdür. Filibe muhteşem bir şehirdir. Kırcaali’nin adı ve Müzekki Ahmed’i yeter. Yanık bir türkü olan Şumnu’yu da çok severim. Tuna Nehri kıyısından bana hep el sallayan Rusçuk ve Silistre şahanedir. Gagauz Yeri’ndeki Oğuz Türklerinin safiyetine doğallığına bizim unuttuğumuz özbeöz, en has Türkçe kelimelerine doyamadım. Ah be Necla, bir Balkan âşığına sorulacak soru mu bu. Nasıl ayrım yapayım. İnsan evlatları, ailesi arasında ayırım yapabilir mi… Unutamadığım o kadar çok gezi, olay ve kişi var ki. Onlarca sayfa anlatmam lazım. Bir tanecik anlatayım madem: 2006 yılı. Prizren’de Akdere kıyısında kafilece geziyoruz. Bizim Mudurnu, Beypazarı gibi tek katlı dükkânlar var, sıra sıra. Feta Emin diye bir tabela gördüm. Fettah Emin Abimiz yani. (H harfi attaya gitmiş, gelmemiş dedim ya.) Benden şöyle böyle beş altı yaş büyük biri kapıda. Selam verdik. Kırık bir Prizren Türkçesiyle anlattı. Arnavut’tu muhtemelen. Büyük büyük dedesi (dedesinin babası) çok yaşlı, vefat ederken, torunlarını toplamış, bir vasiyet vermiş: Unutmayın; İstanbul baş, Prizren kuyruk. Fettah Emin Abimiz, aslında Rumeli’deki altı buçuk asırlık medeniyetimizin şifrelerini halırlatıyordu bize. Ve tüm dünyaya.
(Haftaya: Balkan Şehirleri ve Anıları)