Sık sık duyarız çevremizden; sık sık da içimizden geçiririz doğrusu: “Ah nerede o eski günler!”
Biliriz o eski güzel günler bir daha geri gelmeyecek; biliriz içinde bulunduğumuz gün de yarın “eski günlere” katılacak, “bugün” için de “yarın” eski diyeceğiz.
Peki gerçekten “o eski günler” o kadar güzel midir? Yoksa biz mi “o günlerin içine” biraz şeker katıyoruz.
Evet; bu yazının konusu şu: Adapazarı’nda eski ramazanlar, eski bayramlar nasıldı?
Elbette “güzeldi”; şüphe yok; ama “ne kadar güzeldi?” veya “nasıl güzeldi?”
Adapazarı’mızda yakın tarihin “güzelliklerinin peşine” düşüyoruz.
Ulaşabildiğimiz bilgiler daha çok 1950-60’ların, yer yer 70’lerin Adapazarı’na götürüyor bizleri; elli yılın, yarım asır öncesinin ramazanlarındayız şimdi.
İFTAR DEMEK BİRAZ DA PİDE KUYRUĞU DEMEKTİR
Elbette ki iftar demek biraz da pide kuyrukları demektir. 1948 Adapazarı doğumlu Dr. Sadık Canlı “Fırınların önünde iftardan bir saat önce kıyma götürüp, kıymalı pide yaptırtır, sırada beklerdik” (1) derken, 1939 Adapazarı doğumlu Avukat Demircan Dilek “Ramazanlarda en güzel şey pide kuyruklarıydı. Çok kızlarla erkekler o kuyruklarda birbirini görür ve arkadaşlık kurarlardı “ (2) görüşündedir. Bu arada iftarlık nefis pidelerin sade, kıymalı ve yumurtalı olarak üçe ayrıldığını da ifade edelim. O yıllardan itibaren fırınlarda ramazan akşamlarında neredeyse hiç ekmek satılmadığını eklemek gerekir.
TETKALAR VE TANRI MİSAFİRLERİ
Dr. Sadık Canlı’ya göre o ramazanların bir başka güzelliği ise “tetkalar” ve “tanrı misafirleri”dir: “Çocukluğumun ramazanları denilince ilk aklıma gelen; rahmetli anneciğim gece üçte kalkar börek açardı. Bir de o zamanlar her bahçeli evin bahçesinde, yaşlı ve kimsesiz kadınlar kalırdı. Bunlara da tetka denilirdi. Yalnız yaşayan, abdestinde namazında kadınlardı bunlar. Bunlar bizlere kendi çocukluğundaki ramazan akşamlarını anlatırlardı. Aynı zamanda annemle birlikte gece üçte kalkar birlikte börek açarlardı. Onlar ölünceye kadar orada yaşarlardı. Bir de ramazanın en güzel taraflarından bir tanesi, iftara yarım saat kala kapı çalınır ve bir tanrı misafiri; yaşlı bir amca veya yaşlı bir kadın veya muhtaç bir kadın, erkek gelir, odanın birinde onlara sofra hazırlanır ve biz çocuklar onlarla beraber oturup iftar yapardık.”
ADAPAZAR’NDA İFTAR MENÜLERİ:
BÖREK, ŞEKERPARE, GÜLLAÇ, YUFKA TATLISI
O yılların Adapazarı’nda iftarda tercih edilen yemekler acaba nelerdi?
“Ayaklı Arşiv” olarak bilinen 1948 Adapazarı doğumlu Erol Girişken’e göre “Evlerde yakın akraba ve hısımlara sık sık iftar verilirdi. Çoğunlukla sabaha kadar oturulur; çok güzel sohbetler edilirdi. Geçmiş güzel anılar yad edilirdi. İftar verilen misafirlere ayrıca sahur yemeği de verilir; misafirler sahurdan sonra dağılırlardı. Böylece dostluklar daha da pekişirdi. Son on beş gün bizim evde her akşam iftar verilirdi. İftarlarda menü, et ve börek ağırlıklı olurdu. Tatlı olarak şekerpare ve ekmek kadayıfı tercih edilirdi.” (3) 1925 Adapazarı doğumlu Fotoğraf Sanatçısı Hüsnü Gürsel buna “tel kadayıf ve güllaç”ı (4), 1943 Adapazarı doğumlu emekli coğrafya öğretmeni Altan Balcıoğlu ise “güllaç ve ev baklavası”nı (5) ilave edecektir. 1927 doğumlu terzi-futbolcu Ekrem Karaberberoğlu iftar menüsü hakkında”bizim Boşnaklarda pide ve çorba meşhurdu. Makarna veya pilav da olurdu. Tatlı olarak baklava ve şekerpare yaparlardı. Hiç unutmam halam çok güzel şekerpare yapardı. Harika yapardı” (6), 1929 Adapazarı Ozanlar doğumlu Mehmet Hepbiçer ise “iftarlarda sütlü çorba pek eksik olmazdı, tatlı olarak da sütlaç yaygındı, sahurda ise tok tutsun diye şehriye, erişte, kulak pişirilirdi” diyecektir. (7) 1921 Adapazarı Güneşler doğumlu Ressam Mustafa Tömekçe iftarda tatlı olarak “cevizli yufka tatlısı”nın sık sık sofraya geldiğini söyleyecektir. (8)
YA ORTA CAMİİ’DE HATİMLE, YA OTUZ AYRI CAMİİDE TERAVİH
Ramazan denilince ilk olarak akla kalabalık cemaatlerle kılınan teravih namazları geliyor. Adapazarı halkı 1950-60’larda teravih açısından üçe ayrılıyordu: Bir, Cevdet Hocanın arkasında Orta Camii’nde teravih kılmayı tercih edenler, iki evlerinin en yakınındaki camileri örneğin Yenicamiyi, Orhan Camii’ni, Ağa Camii’ni, İhsaniye’yi tercih edenler, üç, otuz ramazan otuz ayrı camide kılmayı tercih edenler. Örneğin Şaban Üstüner otuz akşam başka cami tercih edenlerden: “Ramazan akşamları çok güzel geçerdi. Çok zevkli olurdu. Çark Caddesinde karpuz çadırları vardı. Yazdı. Sırayla bisikletle camileri gezerdik. Her akşam farklı bir camide teravih kılardık. Arifiye’ye kadar gittiğimizi hatırlarım” (9) derken Yenicamii semtinin çocuğu Dr. Sadık Canlı, “biz teravihe Yenicamii’ye giderdik; çocukluğumuzdaki teravihler çok güzeldi” görüşündedir. Ekrem Karaberber’e göre “teravihte tercik çabuk kıldıran hoca”ydı. “o da Yenicamii imamı”ydı. “Bir keresinde Orta Camii imamı çabuk kıldırıyor oraya gidelim dediler, 8-10 arkadaş gittik, meğer Cevdet Hoca hatimle kıldırıyormuş; bitmedi o akşam teravih, bizim haylazların yarısı yarıda bırakıp sinemaya kaçtı, ben Hafız Yusuf’un oğluyum, korkudan kaçamadım tabii” diyecektir. Mehmet Hepbiçer ise “Teravihte Ağa Camii, Orhan Camii, Orta Camii ve Tozlu Camii rağbet görürdü” görüşündedir.
DÖNEMİN MEŞHUR HOCALARI:
ŞABAN HOCA, CEVDET HOCA, SÜRMELİ HOCA, ASKER HAFIZ
Görüştüğümüz kişilerin tamamı şu fikirde birleşeceklerdir: Teravihi erkekler camide, kadınlar evlerde kılarlardı.
Otuz beş senedir Adapazarı’nda Kur’an Kursu hocalığı ve imam-hatiplik yapan Hamza Tekin ise, şehrimizdeki ramazanları diğer illerden ayıran en önemli üç unsurun “Orta Camii’nde Cevdet Hocayla başlayan hatimle teravih geleneği, merkez camilerde devam eden mukabele geleneği, sabah namazından güneş doğana kadar camilerde yapılan vaaz-sohbetler” olduğunu ifade edecektir. (10)
Peki o yıllarda teravih kıldıran veya vaaz eden popüler, sevilen, ilgi gören hocalar kimlerdi?
Şaban Üstüner’e göre “Boşnak Şaban Baş Hoca, Cevdet Şimşek Hoca, Hâfız Mehmet Okur Efendi; bunlar çok meşhur hocalar”dır.
Erol Girişken’se “Şaban Hoca, Cevdet Hoca, Sürmeli Hoca, Vanlı Hoca, bir de Asker Hafız çok meşhurdu” diyecektir. Ekrem Karaberber’e göre meşhur hocalar “Orhan Camii İmamı Hacı Mehmet Okur Efendi, Aziziye Camii’nde Pripolaz Hoca, vaiz olarak Boşnak Şaban Hoca ve Orhan Camii Vaizi Cevdet Hoca”dır. Mehmet Hepbiçer meşhur hoca-vaizler konusunda “Cevdet Hoca, Harun Hoca, Asker Hafız ve Hafız Himmet” görüşündedir. Mustafa Tömekçe “Devoğlu’nda Barbar Hafızla Kırmızı Hoca”nın da meşhur hocalar olduğunu söylemektedir.
TERAVİHTEN SONRA ERKEKLER KIRAATHANEYE
O yıllarda ramazan yaz akşamlarına gelmektedir. Peki yaz akşamlarında ahali ne yapmaktadırlar? Örneğin erkekler? Erkeklerin son yüz yılda gittikleri yeri tahmin etmek çok kolay: Kıraathaneler.
Meşhur kıraathanelere gelince; Erol Girişken bu konuda “Kömürpazarındaki Cumhuriyet Kıraathanesi, Sait Faik Sokağın başındaki Şafak Kıraathanesi, Uzunçarşıdaki Arslanın Kahvesi, Yenicamideki Yeni Kahve ve Mevlüt Konuk’un Kahvesi tercih edilen kahvehanelerdi” görüşündedir. Ekrem Karaberber’e göre 1940-50’lerin meşhur kahvehaneleri; “Bulvardaki Belediye Kıraathanesi, Eski Şafak, Yeni Kahve, Aziziye Kıraathanesi, Mevlüt Konuk’un Kıraathanesi”dir. Hepbiçer “Karaağaçdibi’nde Cumhuriyet Kıraathanesi’nin yanı sıra, Ali Efendi’nin Kahvesi, Niyazi’nin Kahvesi ve Yakub’un Kahvesi de vardı” diyecektir. Altan Balcıoğlu “ ramazan akşamlarında aileler evlerde, erkekler kıraathanelerde zaman zaman sahura kadar tombala çekerlerdi” derken, Mehmet Hepbiçer tombalaya “sabaha kadar dogil de oynanırdı” görüşündedir. Mustafa Tömekçe teravih sonralarında “yüzük oyunu” oynandığını da hatırlamaktadır.
KADINLARLA ÇOCUKLAR EVDE HALK OYUNU OYNUYORLAR
Adapazarı’nın entelektüel avukatlarından Demircan Dilek, “Adapazarı’nda 1950’lerde ramazan gecelerinde genellikle evlerde toplanılırdı. Teravihi erkekler camide, kadınlar evde kılardı. Kadınlar, çocuklarla beraber, oynadıkları role uygun kıyafetler giyer, makyajlar yapar, örneğin Arap Bacıysa yüzlerini siyaha boyar, halk hikâyelerini oynarlardı” bilgisini verecektir.
BAYRAM YERLERİ NEREDE KURULURDU?
Peki Adapazarı’nda bayram yerleri nerede kurulurdu? Çocuklar en çok nelerle-nasıl eğlenirlerdi?
Bayram yerleri konusunda üç ayrı görüş bulunduğu belirtelim; Şaban Üstüner “Vilayetin Önü ve Pasaj 2000’in olduğu yerler bayram yeriydi” derken, Erol Girişken “Bayram yeri, bugün Pasaj-2000’in olduğu yerde kurulurdu” görüşünde, Dr. Sadık Canlı “şu anda Katlı Pazarın olduğu yerde bayram yeri vardı; şimdiki lunapark denilen türden” bilgi verirken, Demircan Dilek de bayram yeri olarak “Vilayetin olduğu yeri” işaret edecektir. Hüsnü Gürsel bayram yeri denilince “Çark”ı hatırlayacak, Altan Balcıoğlu “park yapılıncaya kadar Atatürk Parkı içerisinde, sonra Hükumet Konağı’nın yerinde (1962’ye kadar), sonra Çark’ta kurulduğu”nu söyleyecektir. Bayram yeri hakkında Ekrem Karaberber de Altan Balcıoğlu gibi bilgi verecektir: “önceleri Atatürk Parkında Halk Partisinin (Halkevinin) arkasındaki çayırlıkta, park yapılınca Vilayet Konağı’nın olduğu yer sazlıktı, orada kurulurdu.” Mehmet Hepbiçer de aynı görüştedir: “Önceleri Atatürk Parkı’nın olduğu yerdeki top sahasında, sonraları Pazaryeri’nin orada (Katlı Pazar Yeri), şehir geliştikçe de Çark Mesire’de kurulmaya başlandı” görüşündedir. Mustafa Tömekçe’ye göre bayram yeri eski bir mezarlığın açılmasıyla oluşan Bugünkü Büyükşehir Belediyesinin bitişiğindeki top sahasıdır.
ATLI KARINCALAR, ÜNAL TİYATROSU, İP CAMBAZI ABDULLAH
Öncelikle görüştüğümüz bütün kişilerin birleştiği bayram eğlencesi; “salıncaklar ve atlı karıncalar” olacaktır.
Salıncak ve atlı karıncalar dışındaki eğlenceler için Erol Girişken “motor üstüvanesi kurulur, motorsiklet gösterileri yapılırdı. Cambaz Abdullah’ın ünü tüm Türkiye’ye yayılmıştı, tel üzerinde muhteşem gösteriler yapardı. Çadırlarda “kesikbaş” ve “balıkkız” gösterileri yapılırdı” derken Şaban Üstüner “çadır tiyatroları kurulurdu. Ünal Tiyatrosu çok meşhurdu. İp cambazları gelirdi. Çark Caddesinde Bakkal Abdullah, ip cambazıydı; cambazlık yapardı” diyecektir. Avukat Demircan Dilek’in hatırladığına göre “en çok rağbet gören de zincirli salıncaklardı. Kızlarla erkekler 3-4 gün bayramlarda yakınlık kurarlardı.” Altan Balcıoğlu’na göre “Bayram demek Ünal Tiyatrosu, atlı karıncalar, elle işleyen dönme dolaplar” demektir. Ekrem Karaberber, “1950’lerin başlarında Kaleci Fiko’nun (Fikret Aldinç) Vilayet Meydanı’ndaki bayram yerinde kale kurarak, parasına penaltı attırdığını” söyleyecek, Mehmet Hepbiçer “Biz düz yolda düşerken, ip cambazı Abdullah cereyan teli gibi bir telin üzerinde yürürdü; hayret ederdik. Birkaç defa Zati Sungur’un da geldiğini hatırlıyorum” diyecektir. Tömekçe’yse bayramlarda “Halkevi Sinemasında veya Kömürpazarındaki salaş bir sinemada sessiz filmler, Tarzan filmleri seyrettiklerini” hatırlamaktadır.
DOKTOR SADIK CANLI: “- BİZ ÇOCUKLAR RAMAZANI İPLE ÇEKERDİK“
1948 Adapazarı doğumlu Doktor Sadık Canlı eski ramazanlar ve bayramları şöyle özetleyecektir: “Çadır tiyatroları, atlı karıncalar, vs... bayramlar çok neşeli ve şenlikli geçerdi. O zamanki hava bambaşkaydı. Biz çocuklar ramazanı iple çekerdik.” Ekrem Karaberber’e göre “eski ramazanların değeri bambaşka; değeri ölçülemez”dir. Mehmet Hepbiçer ise “o zamanlar saygı, sevgi bambaşkaydı” görüşündedir. Mustafa Tömekçe’yse çocukluğunun ramazanları konusunda “En çok aile birliği-dirliği içerisinde, yer sofrasında yenilen iftar yemeklerini özlüyorum; yer sofrasında içilen tarhana çorbasını özlüyorum. İki haminnem, dedem, halam, babam, annem, teyzem, biz çocuklar. Harika günlerdi” düşüncesindedir.
- Dr. Sadık Canlı: 1948 Adapazarı doğumlu. Genel cerrah. Kendisiyle 25 Eylül 2005 tarihinde gerçekleştirdiğim telefon görüşmesinden.
- Demircan Dilek: 1939 Adapazarı doğumlu. Halen Sakarya Barosu avukatlarından. 26.09.2005 tarihinde Meserret İşhanı önünde kendisiyle yaptığım görüşmeden.
- Erol Girişken: 1948 Adapazarı doğumlu, tüccar ve gazeteci. 25.09.2005 tarihinde Köfteci Erol’da yaptığım görüşmeden.
- Hüsnü Gürsel: 1925 Adapazarı doğumlu, 32 yıl resim – iş öğretmenliği yaptı. Tanınmış fotoğraf sanatçılarından. Kendisiyle 28.09.2005 tarihinde Büyükşehir Belediyesinde yaptığım görüşmeden.
- Altan Balcıoğlu: 1943 dapazarı doğumlu. Emekli coğrafya öğretmeni. Kendisiyle 28.09.2005 tarihinde Büyükşehir Belediyesinde yaptığım görüşmeden.
- Ekrem Karaberber: 1927 Adapazarı doğumlu. Terzi, kaleci, teknik direktör. Kendisiyle 28.09.2005 tarihinde yaptığım telefon görüşmesinden.
- Mehmet Hepbiçer: 1929 Adapazarı doğumlu. Çiftçi. Halen Ozanlar Mahallesinde oturmaktadır.29.09.2005 tarihinde yaptığım telefon görüşmesinden
- Mustafa Tömekçe: 1921 Adapazarı Güneşler doğumlu. Uzun yıllar Gazi Ü. Resim-İş bölümü ve Marmara Ü. Fatih Eğitim Fakültesnde öğretim üyesi olarak çalıştı. 30.09.2005 tarihli telefon görüşmemeizden.
- Şaban Üstüner: 1934 Adapazarı-Maksudiye doğumlu. 1949’dan bu yana Adapazarı’nda ticaret yapıyor. 24 Eylül 2005 tarihinde PTT Sokaktaki işyerinde yaptığım görüşmede anlattıklarından.
- Hamza Tekin: 1945 Yozgat Sorgun doğumlu. 1970 yılından bu yana Adapazarı’nda Kur’an Kursu öğretmenliği, Kapalıçarşı Mescidi’nde imam-hatiplik yapmaktadır. Kendisiyle 25 Eylül 2005 tarihinde gerçekleştirdiğim telefon görüşmesinden.