Daha İyisi Şam’da KayıŞair ressam. Şair ressam portre yazarı. Şair ressam portre yazarı dergi yöneticisi. Şair ressam portre yazarı dergi yönetici entelektüel.
Eskiler olsa şimdi Nesrin’den iyisi Şam’da kayısı derlerdi tam da burada.
Türk portre edebiyatının first leydisi / tek leydisi. Ondan başka yaşayan / yazan bayan portre yazarımız yok.
Derdi insanın inşası en başta. Ne güzel bir dert. Mübarek olsun. Darısı hepimizin başına.
Kelimelere müptela, kelimelere meftun, kelimelerle sevgili. Kelimelere âşığım ben. Kelime Hz. Adem’den miras bize. Kelimelerin taşıyıcısı olmak istiyorum ben sözleri de onun. Dini, dili, rengi ne olursa olsun konuşan kişi çok değerlidir onun için.
Konuşurken dilinden dökülen medeniyet kokulu bazı kelimeler: Masumiyet, mes’uliyet, teveccüh, vefa, mürekkep, şart, dua, vesaire, tefekkür, âşikar, tevessül, temas etmek, efkâr, aile mektebi. Ve daha niceleri.
Kırk beş dakikalık bir sohbetinizde on üç defa kıymetli hocam, sekiz defa da doğal olarak diyecektir, hazırlıklı olunuz.
Genç bir kız iken dinini kendisi arayıp bulmuş biri o. Lise öğrencisiyken, hele de İmam Hatip Liseliyken, babasını deli eden sözü şuydu: Kendi dinimi kendim bulacağım ben! Bu alanda çok mücadele verdi. 2006’da inanılmaz bir değişim ve dönüşüm geçirdim sözü de ona aittir.
On iki on üç yaşından itibaren birçok dergide yazdı. Dergilerde büyüdü dense yeridir. Kırk yıldır dergicilikle bağım var diye açıklar bunu. Dergi yöneticiliği başarısında bunun da payı olmalıdır elbette.
Dergicilikte çok başarılıdır, evet. Bu başarısı sorulduğunda yazarlarımızın ihlasıyla veya yazarlarımızın iştiyakıyla başarıyoruz diyecektir, tevazuundan.
Kültür denince turizm gelir akla - maalesef - bizim memlekette, ilkin. Nesrin Çaylı, 78 sayıdır Kültür Ajanda yönetimiyle, içeriğiyle, dosya temaları ve konu çeşitliliğiyle, kültürün hayat olduğunu ispatladı apaçık.
Aileden yazar. Ablası da yazar, onun gibi.
İki şiir insan tanıdım altmış yıllık ömrü hayatımda, diyeyim size ben. Bi hakkın şiir. Konuşması, sözü, sesinin tınısı şiir olan. İkisini de çok sevdim. İlki (yaşça büyüğü) Müştehir Karakaya’dır, ikincisi Nesrin Çaylı.
Şiirler de yazıyor zaten, kendini şair saymasa da:
Dönmezsen eğer İhbar edeceğim seni Ve taşıdığın ruhsatsız gülüşleri
Bir iletişim ustası. Bir iletişim uzmanı. Bir iletişim üstadı. (Onu keşfedip Kültür Ajanda Dergimizin başına naspeden Yavuz Selim kardeşime de bin teşekkürler.)
Anlatmak değil anlamak odaklı bir entelektüeldir Nesrin Çaylı; bir insan, bir yazar, bir dergi yöneticisi.
İstanbul’dan Türk edebiyatını yönetenlerin içinde İstanbullu var mıdır acaba hiç? Düşünelim yüksek sesle bir: Dergâhta Mustafa Kutlu Ağabey de Ali Ayçil de Erzincanlıdır iliklerine dek. Türk Edebiyatında Özcan Ünlü Ordu Ordu bakar, Bahtiyar Aslan Maraş Maraş kükrer. TYB İstanbul Şubesinin becerikli başkanı Mahmut duruşu diksiyonu iş becerme yeteneğiyle tipik Gayserili, yardımcısı Muzaffer Doğan, yüzünde Nevşehir gülleri açan bir yiğit adamdır. Yedi İklimde evliya bakışlı ağabeyimiz Ali Haydar Haksal’ın sesinde Bingöl çobanları şiirinin duruluğu, derginin müdavimlerinden Şakir Kurtulmuş’un yüzünde Eskişehir hicreti, Adem Turan’ın bakışlarında Çanakkale hüznü vardır hep. Ay Vaktinin edebiyat generali Şeref Akbaba kardeşimin masumiyet ve makuliyeti Erzurum Erzurum konuşur gibi gelir bana. Bunu Recep Seyhan Amasya, Nurettin Durman Bingöl, Şerif Aydemir Elazığ, Dursun Gürlek Tokat, Mehmet Nuri Yardım Siirt yüzlü gözlü kaşlıdır. Doğal olan da budur elbette.
İstanbul dediğimiz, ılgıt ılgıt, ilmek ilmek, iklim iklim Anadolu’dur Anadoluludur, Anadolucadır gördüğünüz gibi.
Bunun çok az istisnasını gördüm. Üç bilemediniz dört kişi. Ahmet Güner Sayar mesela. Güray Süngü örneğin. Angara’da doğup Adabazarı’nda büyümesine karşın, yirmi küsur yıldır İstanbul’da yaşayan Cihat Zafer. Bu istisnalardan birisi de Nesrin Çaylı: Tam bir Istanbul (bilerek İstanbul demedim, gerçek İstanbullular, i değil ı okurlar baştaki sesi çünkü) hanımefendisi edası aksanı telaffuzuyla konuşur. Merak edip sordum da kendisine: Aile Mektebimizden diye cevapladı. Babacığım çok titizlenirdi Türkçeye dedi ve ekledi; evimizde okumalarımızda merhum Âkif ile Necip Fazıl üstadımız sık sık konuk olurdu bize. Eyvallah demek düştü bize de.
Özel, çok özel kızdır Nesrin. Bu huyundan olmalı, özel kurumlarda çalıştı hep, meslek olarak.
Altı kitap sahibi bir yazarımız aynı zamanda.
Takvimi farklı hepimizden. On Üçüncü Ayda Aşk Mevisiminde yaşıyor. Yetmiyor, yaşatıyor okurunu. Bir okyanusun içinde kendileri aynı zamanda. Aşk-ı Efkâr deryasında. Oradan aşk neşideleri devşirip sunuyor bizlere. Dünyamızdaki Şizofrenik İşgali ilk fark eden ve karşı çıkanlardandır. Son elli yılın en güzel ve anlamlı direnişi Bosnanın Kıyametten Kıyama duruşunu da kitaplaştırdı sağ olsun.
Adına sanat evi olan kız. Olan ve işleten. İşleten dediysek ticarî amaçlı değil, hayatî; eğitim, yetiştirme onun hayatı olmuş.
Unutmadan; çalışmıyor o. Çünkü yaşıyor. Hiç yorulmaması bundandır.
Suratındaki - suretindeki mi desek - Türkan Şoray beni, onu daha özgün yapıyor, evet.
Halen Diriliş Postasında haftada köşe yazıları yazıyor. Kültür ve estetik ağırlıklı elbette. İyiye talip olmak sadedinde yazılar elbette onlar.
Bir garip Nesrindir o. Bir güzele ta ezelden âşinadır Nesrin Çaylı. Sarıkamış doğumlu İzmir güzeli.
Nesrin Hanım’a göre ruhu besleyen iki unsur vardır: İbadet ve estetik. Tefekkür en büyük ibadettir onun akaidinde.
Estetik donanımlar kuşanmaktır sanat, Nesrin Çaylı felsefesinde. Resim yapışı da bundandır, bahar çiçeklerine hayatını verişi de, hayat verişi de. Atölye çalışmaları bundandır, bunadır, bunun içindir.
Şiirden çok kelimeleri öykülendirmeye bayılıyor.
(Bu portreyi yazarken Gamzedeyim deva bulmamı dinliyorum bir yandan da, hem de Melihat Gülses’ten. Konumuzla ne ilgisi varsa artık.)
Kadim kültürümüzde mürebbiye diye bir deyim vardır. Eski Türk filmlerinde vardır hani. Zengin konaklarında yalılarda varlıklı evin çocuklarını eğiten, terbiye eden.
Bizim Nesrin’imiz de - onun seveceği tabirle söyleyeyim - evveliyatla bahar çiçeklerini bizzat, sonra da bütün bir Türkiye’yi terbiye eden özgün insan olarak dolaşıyor aramızda. Hepimizin ablası, mürebbiyesi sanki. Mürebbiye ablamız.
Bir tanemiz. Ondan iyisi Şam’da kayısı. Yani yok. Diyeyim size.
Sen ne güzel ablamızsın bizim, Mürebbiye Hanım.