Osmanlı devletinin yeryüzünde hâkimiyetinin bitişiyle yeni siyasi yönetim önce Meclisi sonra Cumhuriyeti ilan ederek yeni devletin temel meselelerini bir bir değiştirmeye başladılar. Bu değişiklik 1920 de başlayarak 1937 laikliğin kabulüne ye kadar hızla devam etti. Değişiklik sadece saltanatın kaldırılmasıyla kalmadı. Dini ve kültürel başta olmak üzer kıyafet, müzik, eğlence, eğitim, hukuk, iktisat ve kısacası ülkenin yaşam kıblesi tamamen değişmiştir. Muasır medeniyet adına çok söylem olmakla beraber gerçek hiçbir zaman bunu temin edememiştir. Cumhuriyet döneminin özellikle ilk kuruluşundan 1938 ve bu tarihten 1950 yılına kadar ki tarih, galiplerin tarihi olmuş ve asla hakikatler yansıtılmamıştır. Halk sadece hutbelerde okunan Cumhuriyet kelimesiyle oyalanmış ilk anından itibaren “Nitelikleri” hiçbir zaman halka öğretilmemiştir.
Yeni rejimin kutsal günleri farklı başlık ve isimlerle halka sunulmuş soğuk, donuk ve kalbe tesir etmeyen, aklıselimin kabul etmeyeceği mesaj ve özellikle tören konuşmalarıyla devam edegelmiştir. Özellikle 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim günleri söylem ve eylemleriyle asla manevi ve tefekkür boyutumuza bir şey katmamaktadır. Özellikle radyo, TV ve okul törenleri başta çocuklar ve gençler olmak üzere inanan müminleri oldukça üzmektedir. Öğleki heykellere secde ve rükûa varan dini nitelikli ibadetler istihza ve alay konusu olmuştur. Zaman zaman küçük kızların üzerlerinden dini elbiseleri çıkarılarak sözde modernizm adına açık saçık kıyafetleri teşhir edilmiştir. Ümmet ve kul olmaktan kurtulduk diye başlayan hezeyan yalan bir yurttaşlık söylemiyle devam etmiştir. Hele eskiden evlilik çağı kız ve erkelerin stadyumlarda şortla veya mini etekle çember içinden atlayarak teşhircilik yapılan günlerin üzerinden çok geçmemiştir. Şimdi bazı şehirlerde dans ve vals adına birde mezuniyet gösteri eklenerek çılgınlığın boyutu yer değiştirmiştir. Bayram olmamakla beraber 10 Kasım söylem ve törenleri de rejim için ayrı bir önem ve değer taşımaktadır.
27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı 1963 den itibaren 19 yıl kutlanmış sonra kaldırılmıştır. Sanırım bir gün gelecek ve 15 Temmuz denen günde bayram olmaktan çıkarılacaktır. Milli Bayram denen günlerin, Milli Marş denen İstiklal Marşının ruhundan asla esintiler barındırmadığını yıllardır müşahede ediyoruz. Ki İstiklal Marşı anayasa 1982 de girmiştir. Fakat ne yazarı Merhum Akif ne de şiiri asla çocuklara ve gençlere bir ruh verecek şekilde öğretilmemiştir, sevimsiz bestesiyle söylenmesi zor melodisiyle gönüllerde yer almamıştır.
Milli bayramlar daima ötekileştirmiş ve rejimin katı diktatör yapısını temsil etmiştir. Özellikle dini camiayı asla içine çekmemiş ve söyleminde de barındırmamıştır. Gerçek anlamıyla tek adam özleminin temellerini atmışlar sonrada tek adam rejimlerinden söz de şikâyet etmişlerdir. Bu milli denen törenler ilk dönemlerinde bu kadar şaşalı ve anlamlı değildi daha sonraki yıllarında ise folklorik bir söylem icat edilerek hep korku ve tehdit unsuru söylemleri göz önüne çıkarılmıştır.
Şeraite yani islami hükümlere söven bir bayan avukat sözde 9 ay ceza alırken, 5816 koruma kanunundan yargılananlar ise dört yıla yakın ceza almaktadırlar. Ülkemizde tek adam rejiminin farklı şekilde devam ettiğini müşahede ediyoruz. Biz ülkemizi seviyoruz, artı saltanat gelsin diye bir talep ve çırpınışımız asla yoktur ancak Cumhuriyet diye ortaya konulan uygulamaların ekserisi hem dünyamızı ve hem de ahiretimiz perişan etmektedir. Kıyamet gelince bunları anlayacağız. İşte Bakara suresinden birkaç ayet. Allah Teâla buyuruyor ki…
﴾165﴿ İnsanlardan kimileri vardır ki, Allah’tan başka bazı varlıkları Allah’a denk tanrılar sayar da bunları Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise en çok Allah’ı severler. Keşke zalimler -azapla yüz yüze geldiklerinde anlayacakları gibi- şimdi de bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu anlasalardı!
﴾166﴿ İşte o zaman, izlenenler, kendilerini izleyenlerden hızla uzaklaşmışlardır; artık azabı görmüşler, aralarındaki bağlar kopmuştur.
﴾167﴿ İzleyenler şöyle derler: “Ne olurdu, bize ikinci bir fırsat verilseydi de, şimdi onlar bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!” Böylece Allah onlara yapıp ettiklerini kendileri için pişmanlık sebepleri olarak gösterir. Onlar artık ateşten çıkacak değillerdir.
Diyanet tefsirinin bu ayetler için yorumu şudur.
Bu sebeple iş işten geçmiş olacak, büyük ve önder bilip tanrılık mertebesinde yücelttikleri, peşlerinden gittikleri, güvendikleri kişilerin de kendi dertlerine düşüp onların yüzlerine bile bakmadıklarını, bütün kurtuluş imkânlarının yok olduğunu, ümitlerin kesildiğini görünce pişmanlık ve kederleri bir kat daha artacaktır. Sonuçta dünyada yaşadıkları sürece yaptıkları bütün işler âhirette kendilerine sadece pişmanlıklar, acı ve üzüntüler getirecek, bir daha kurtulamayacakları bir azaba atılacaklardır