Her geçen gün daha bir kirlenen ‘yaşlı ve yorgun dünya’mızda içinizi açacak bir ‘aile’den ve tanıdıkça gönlünüzü mutlu edecek bir güzel insandan bahsetmek istiyorum size: Mardinli Timurağaoğlu Vedat’tan.
Bilenler bilir; Güneydoğu’da Mardin diye bir il, Mardin’de altı yüz rakımlı Kızıltepe Ovası, kuzeyde Turabdin Dağlarından güneydeki Abdülaziz Dağı’na kadar uzanan doksan kilometrelik (otuzu Türkiye’de altmışı Suriye’de) ovalık topraklar, bu topraklarda yaklaşık üç yüz elli köyde yaşayan Kikan Aşireti, Kikan Aşiretine (Federasyonuna demek de mümkün) bağlı yirmi üç kabileden oluşan yüz binlerce kişi vardır. İşte son dört yüzyıldır yirmi üç kabile büyüklerinin seçimleriyle aşiretinin ağalığını (liderliğini, yöneticiliğini, toparlayıcılığını) Temmo’nun çocukları Timurağaoğlu Ailesi üstlenmiştir.
Devlete sadakat ve savaşlardaki fedakarlıklarından dolayı Timurağaoğlu Ailesi’ne Sultan Abdülaziz’den de berat ve madalya vardır, Hamidiye Alayları’na katkıdan dolayı II.Abdülhamit’ten de Edirne’nin düşman işgalinden kurutuluşuna katkıdan dolayı Sultan Reşat’tan da. Ve Timurağaoğlu Ailesi Cumhuriyet süresince de devletinin yanında yakınında arkasında olmuştur durmuştur, durmaktadır. Zira Timurağaoğlu Ailesi, Hz. Hüseyin’in soyundan gelen bir seyit ailesidir; Seyit Rüstem’den Temmo Ağa’ya… ‘Bir’den ‘birlik’ten ‘dirlik’ten yana olmuşlardır daima.
Edirne’yi düşman işgalinden kurtaran alayın başındaki Mahmut Ağa’nın torunudur o. O Mahmut Ağa ki, alayıyla birlikte Enver Paşa’nın komutasında Sarıkamış’a da katılmış, günlerce Hasankale’de kalmış, sıcak iklimin insanlarından oluşan askerleriyle iki metre karla kaplı alanı aylarca aşamayınca, yine Enver Paşa’nın emriyle Mardin’e geri gönderilmiştir.
Aslında Hacı Hedo’nun torunudur bizim Vedat; zihinlerimizde mevcut ‘Hanım Ağa’ gerçeğinden iki katı üç katı beş katı on katı daha gerçek; yirmi beş yaşında eşi Mahmut Ağa’yı Rahmet-i Rahman’a uğurladıktan sonra acziyet göstermeyip bir erkekten daha erkek tavırlar sergileyen, nüfusu yüz binleri aşan yirmi üç kabile üç yüz elli köyden müteşekkil Kikan Aşireti’ni Cumhuriyetin ve Güneydoğu’nun en sıkıntılı ve en zor günleri olan 1930-50 yıllarında dirlik düzenlik içinde tutmayı başaran; yiğit gözüpek mert cömert akil birleştirici Hacı Hediye Ağa’nın yetiştirmesidir Bizim Vedat Timurağaoğlu.
Kızıltepe Ovası’nın son altmış yılındaki ağası Hacı Abdülkadir Timurğaoğlu’nun yeğeni, ondan bir buçuk yaş küçük kardeşi Hacı Fahri Timurağaoğlu’nun beş oğlunun ikincisidir bizim Vedat.
Ovada son otuz beş yıldaki her kötülüğe her belaya her sıkıntıya rağmen aşiretini her türlü bozgunculuğa ve bölücülüğe rağmen ‘dimdik ayakta’ tutan Abdülkadir Ağa’ya ayrı bir bahis açmak gerekir. Ben şu andaki Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.AhmetAğırakça’dan bizzat dinlemişimdir: ‘Sene 1977. Genel seçimlere iki ay var. Ben yirmi beş yaşlarında, üniversiteyi yeni bitirmiş, MSP Mardin Gençlik kolları başkanı bir gencim. Birinci sıra adayımız belli zaten: Fehim Adak Ağabey… Patimizden Meclis’e iki milletvekili göndereceğimiz de kuvvetle muhtemel, ki öyle de oldu. İkinci sıraya Kızıltepe Ovası’nın ağası Abdülkadir Ağa’nın koyulacağını duyduk. Abdülkadir Ağa sevilen sayılan hoş iyi biriydi ama nihayetinde ilkokul mezunuydu. Ben şiddetle karşı çıktım, gençleri ona karşı örgütledim; partimizin il yönetimine ve genel merkezine ona karşı gençliğin muhalefetini ilettim. Bir gün parti il merkezine giderken Sürur Han’ın önünde karşılaştık Abdülkadir Ağa ile. Ben biraz mahcubum tabii. ‘Nüfus kâğıdın yanında mı Ahmet?’ diye sordu, ‘hayır efendim’ diye cevapladım. ‘Bak Ahmet kardeşim. Ben ilkokul mezunu bir insanım. Görüyorum ki seçimde beni ikinci sıraya koyacaklar. Ben buna karşıyım. Ben Mardin’den Meclis’e Fehim Ağabeyle beraber kendimi değil de üniversite mezunu birisinin gitmesini istiyorum. Düşündüm taşındım en uygunu sensin. Milletvekili seçilme yaşı için birkaç yıl eksiğin olduğunu da biliyorum. Bizim aile avukatımız şu şahıstır. Kendisine talimat verdim. Hemen nüfus kâğıdını al, ona git, dava açın, tek celsede yaşını büyütelim ve ikinci sıra adayımız seni yapalım inşallah. Hadi acele et, vakit kaybetme kardeşim’ dedi bana. Edep, samimiyet, fedakarlık, mertlik, neredeyse kesinleşmek üzere olan sıralamasındaki yerini bana ikram etmesi karşısında dondum kaldım. ‘Bir düşüneyim efendim’ diyerek izin istedim. Doğru parti il merkezine gittim. Bir iki saat içinde gençlik kolları yönetimini topladım, ‘Arkadaşlar, böyle böyle oldu. Ben Abdülkadir Ağa’nın söyledikleri ve teklifi karşısında kendimden utandım. Sıralamadaki yerini çok samimice bana teklif eden böylesine yiğit ve alicenap bir adam hakkında muhalefet yürüttüğüm için kendimden utanıyorum. Bu andan itibaren de onayınız olursa eğer, il gençlik kolları olarak sonuna kadar Abdülkadir Timurağaoğlu’nun arkasında durmayı ve onu desteklemeyi teklif ediyorum’ dedim. Toplantıdaki herkes de duygulandı ve ‘evet, doğrudur, biz de seninle beraber Abdülkadir Ağa’nın arkasındayız’ dediler. Öyle de oldu. Birkaç ay sonra yapılan seçimlerde Mardin’i temsilen rahmetli Fehim Adak ilk, Allah uzun ömür versin Abdülkadir Ağa’m ikinci sıradan Meclis’e girdiler. Abdülkadir Ağa, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesiyle feshedilen o mecliste yaklaşık üç yılda çok güzel vekillik yaptı. Partili partisiz, Mardinli Mardinsiz, kendi aşiretinden başka aşiretten ayırmadan, kendisine ulaşan her dertle uğraştığına bizzat şahit olanlardanım.’
Mardin’de Abdülkadir Ağa’nın milletvekilliği dönemini bilen üç beş kişiyle görüştüğünüzde masal kahramanı gibi mert bir adam profili çıkıyor ortaya; anlatılanların özeti şöyle: Ankara’da geniş iki daire tutmuştur. Mardin’den gelen hemşerilerini orada yatırır, üç öğün yedirir içirir, işlerini halledince öyle gönderir. Birinin bir tayin işi mi var. Genel müdüre o şahısla beraber gider, ‘Beyefendi, ben siyasetçi değil ağayım. Politikadan anlamam. Bu şahsın işi olacaksa ‘tamam’ deyin, olmayacaksa ‘olmayacak’ deyin, buralarda sefil olmasın. Bana da yalan söyletmeyin’ derdi. Böyle çok ama çok kişinin işini görmüştür. Açık sözlü, mert, cömert adamdır Abdülkadir Bey. Partini il ilçe teşkilatlarının da seçim masraflarını da yıllarca cebinden hep o ödemiştir. Milletvekilliği dönemi sona ererken, birçoklarının zenginleşmesinin aksine o günün parasıyla on iki trilyon borcu birikmiştir. Milletine hizmet yolunda ortaya çıkan bu borcu, kimseye belli etmeden yıllarca ödeyen adamdır Abdülkadir Ağa.
Bin bir desise yalan dolan talanın hüküm sürdüğü ülkemizdeki son elli yıllık siyaset arenasında, ‘alan değil veren’, ‘güçlünün sözcüsü değil garibanın işini’ gören, elli yıl aradan sonra ‘hep hayır ve dua ile’ hatırlanan seksen altı yaşındaki bu güzel adamın yeğenidir Vedat Timurağaoğlu. Yarım asırdır da bütün gelişen yaşanan olaylarda hemen yanı başındaki sağ koludur.
Bu örnek ve kadim aile Mardin Kızıltepe Ovası’nda Suriye sınırına dört kilometre mesafede Altıntoprak Köyü’nde yaşamaktadır asırlardır. Gittim gördüm, defalarca misafir oldum. Geleni gideni, devir devranı gördüm. İnsan değerinin yüksek, cömertlik düzeyinin âlâ, onlara çok yaraşan yüzlerindeki tebessüme hep şahit oldum,
Abdülkadir Ağa’nın sekizi erkek (Şeyhmus, Metin, Mahmut, Abdülmelik, Çetin, Kamuran, Yusuf, Ömer) ve on üçü kız yirmi bir, kardeşi Fahri Timurağaoğlu’nun beşi erkek (Mehmet, Vedat, Abdülillah, Aydın, Fırat) ve yedisi kız on iki; ceman otuz üç kişilik geniş bir ‘imparatorluk’tur bu aile bana göre. Gözlemimce Abdülkadir Ağa cumhurbaşkanı, Vedat başbakan, Mehmet başbakan yardımcısı ve dış işleri bakanı, ailenin diğer on bir erkeği ise birer bakan hükmündedir. Kabiliyetine becerisine ve isteğine becerisine bağlı olarak; kimi çırçır fabrikasına, kimi binlerce dönüm arazisinin ekip biçilmesine, kimi hemen her gün onlarca misafirin ağırlandığı odaya, kimi fakir fukaraya derman olmaya, kimi milletin onlara ulaştırdığı dertlerini bürokraside çözmeye, kimi un fabrikasına, kimi yem fabrikasına, kimi hayır hasenata… bakan birer hükümet bakanı gibidirler. Yirmi üç kabile reisi (ki onlara makul deniyor) valiler hükmündedir.
Benim Vedat kardeşim bu kadim ve güzel oluşumu çekip çeviren doğal bir ‘başbakan’dır adeta.
İmam Hatip Lisesi mezundur ama üç üniversite bitirmişleri cebinden çıkarır; beş çocuğu Lokman (tıp doktoru), Osman (tıp doktoru), Ali (ziraat mühendisi), Tuba (başörtüsü yasağı yüzünden ancak liseyi bitirebilmiştir) ve Özcan’ın (bilgisayar mühendisi) okuduğu kitap sayısının beş katını okuduğu aşikardır. Ufku da vizyonu da geniş adamdır, ona yörede hitap edilen adıyla Hacı Vedat.
MTTBlidir, Akıncılar’dan gelmektedir benim gibi o da. Yüreği lebalep bayrak vatan millet sevgisi ile doludur. Ve Allah sevgisiyle Vedat’ın.
Bir ayağı ovada bir ayağı yüksektedir; bir ayağı Kosova Prizren’de bir ayağı Özbekistan Taşkent’tedir; zaman, mekân, sınır tanımaz. Kalbinde gönlünde gözünde sınır renk ırk yoktur onun. Bir tarafıyla ne kadar samimi ve gelenekçi bir Müslümansa diğer tarafıyla çağdaş dünyanın her yeniliğini takibe memur ve mahkum bir yenilikçidir. ‘İki günü eşit geçen ziyandadır’ ilkesin en canlı ve başarılı uygulayıcısıdır kendisi.
Hep yeni, hep yenilikçi; hep ileri hep ilericidir: Pamuktan ziraata, undan yeme… ailenin iştigal ettiği her alanda dünyanın neresinde bir fuar, neresinde bir yenilik, neresinde bir icat varsa, ilk fark eden temin edip uygulayan, bazen de geliştirip daha ileriye götüren adamın adıdır Vedat.
Herkes iki işi aynı anda zor yapar, o beş işi.
Coşkuludur, enerjiktir, yorulma nedir bilmeyendir.
Hareketlidir, hızlıdır, çabuktur.
Hem sanayicidir, hem tüccardır, hem çiftçidir, hem sosyal bilimcidir, hem iktidar partilerinin il başkanlarından daha çok inşaların derdini çözen bir hayırseverdir.
Her şeyden önce o ‘çok iyi bir organizatör’dür; yaradılıştan gelen zekasıyla elli yıllık pratikliğini birleştirerek, benzerlerinden beş kat fazla ‘iş’ ve ‘hayır’ yapmaktadır.
Toplumu için daima ‘zamanı’ndan verir, ‘sağlığı’ndan verir, ‘parası’ndan verir.
Bakmayın 1.80 boy, filinta gibi ince uzun olduğuna, ‘ağır adam’dır bizim Vedat. ‘Ağırlığı itibarı bol’ adamdır. Ömrü ‘ağrlamakla’ geçmektedir zaten.
Hep verir, hep çözer, hep dağıtır.
Neşelidir, fedakârdır, yiğittir.
Az yer çok üretir.
Yalnızlıktan nefret eder; yalnız yemek yemekten nefret eder; sofrasında beş on misafir yoksa huzursuzdur, açtır. Ki bu çok çok nadir olur zaten.
Zor anların, olayların, günlerin dostudur o.
Gariplerin muhtaçların kimsesizlerin dostudur.
Zenginlik çoklarını sevimsizleştirir, çirkinleştirir hatta.
Vedat Ağa aksine paranın güzelleştirdiği adamlardandır.
Paranın gücün ağalığın yakıştığı adamdır.
Tevazuu karizmasını ikiye katlar.
Öğünmekten böbürlenmekten kibirlenmekten uzak adamdır.
Kiki iki kardeş demekmiş. Kikan da iki kardeşler.
Vedat benim kardeşimdir.
Tıpkı Hasan Duruer’in, Mustafa Bilgin’in, Ahmet Güner Sayar’ın kardeşi olduğu gibi.
Güzel geleneklerin göreneklerin kültürlerin adım adım kaybolmaya yüz tuttuğu günümüzde, Vedat Ağa bizim son ağamızdır.
Hayatı Mardin’i bölgeyi güzelleştiren adamdır Vedat Ağa.
Son güzel adamımız.
Son güzel ağamız o bizim.