Laiklikten kastım İslam hukukunun mecburi olarak müminlere uygulan(a)madığı ülkedir. Ülkemiz istiklal savaşına şeriatı muhafaza ve uygulama niyet ve ilanıyla başlamıştır. Daha sonra ise adım adım şeriattan uzaklaşıp 1937 de son çivi çakılarak İslami olan ne varsa toplum hayatından çıkarılmıştır. Yüz bin civarında cami ve din görevlisi ile binlerce İmam Hatip okulu, Kuran Kursu, İlahiyat, medrese ve yüz binlerce umreci ve yüz bin civarı hacıya rağmen müslümanın izzeti, sadece etki ve yaptırımı olmayan camiler ile ezan ve milli marşta kalmıştır.
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Onu tanımamaları kendilerine emredildiği halde tâgūtun önünde mahkemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları büsbütün saptırmanın yollarını arıyor. Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin” denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa, 60-61) Bu âyette ise “inandım” dedikleri halde gerçekten inanmayanların (münafıklar) anlaşmazlık çıktığında nasıl hareket ettikleri anlatılıyor ve onların şahsında âdeta bir iman testi yapılıyor. (DKY)
Gelelim sadede biz laik bir ülkede Müslüman olarak yaşıyoruz. Müminler gerek şahısları ve gerekse çeşitli kurumlarında bazı anlaşmazlıklar vuku bulduğunda maalesef aralarındaki sevgi ve merhamet ile kardeşlik sözleri geçerliliğini büyük ölçüde yitiriyorlar. Elinde kanuni yetki olan diğerine zulmediyor. İki taraftan biri biz kardeşiz diyorsa ya güçlü olan diğerini eziyor ya da ezildim diyen diğerini mahkemeye taşıyor. İslami vakıf ve benzeri kurumlarda dahi çalışanlar işlerinin hitamında ya zulme uğruyor ya da zulmediyor. Duyduğum ve bildiğim çok örnek var. Örnek vererek kimsenin midesini bulandırmayayım.
“Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Nisa, 135)
Müslüman hangi ülkede ve kurallar içinde yaşadığını bilmezse ya zulmeder ya da hüsrana düşer. Kuralların bütününü değiştiremiyorsak, o ülkenin kuralları içinde İslam’ın yasaklamadığı şekilde ticaret, memuriyet, işçilik ve patronluk yapmaya çalışacağız. Yüzde yüz bu kazançlar helal ve tayyibdir diyemeyiz ancak hem cihad ve hem de hayatın ikamesi için dikkatli olmak mecburiyetindeyiz.
Dini eğitim kurumları başta olmak üzere her çeşit mesaimizde maalesef işini güzel ve doğru yapmayan Müslüman vardır. Hatta bazen Müslüman olmayanla da çalışma durumu olabilir. Yapılacak iş “Güven ve Kardeşlik” üzerine değil kanunların ortaya koyduğu esasları dikkate alarak davranmalıyız. Malumunuz en uzun ayet borçlanmada ki “şahitlik ve yazışma” esaslarını anlatmaktadır. Mümin de olsak hukuki kurallara dayanmak ve güvenmek durumundayız. Maalesef birçok Müslüman birbirini hangi sebepten olursa olsun bu yolla (Katılım bankaları, helal ticaret, Anadolu sermayesi ve benzeri holding ile çeşitli tarikat ve vakıfların ticari girişimleri sebebiyle) kandır(ıl)mıştır.
Sonuç olarak muhatabınız sizi hangi kanunla korkutacak ve kendini güvenceye alacaksa siz de buna karşılık aynı güvence yollarını uygulayarak işe başlamalısınız. Mesela nicelerinin resmi nikahtan önce dini nikah kıydırdıklarından mağduriyetine şahit oldum, ticari olarak kayıt kuyut olmadan kâr payı adı altında mağduriyetler, işçi ve patron arasında kayıtsız menfaatlerin sonucunda birinin diğerini mahkemeye taşıması gibi birçok acı örnek sayabilirim.
Biz kardeşiz, ihvanız, akraba ve hemşeriyiz derken hukuku/kanunları ıskalamamalıyız. Ahlak ve hukuk güvencesi ile ancak kardeşlik kurabiliriz. Çinin ticari şirketi Alibaba’sına güvenirken kendimize güvenebilecek ahlak ve hukuku inşa etmezsek hakiki kardeşliğe ve huzura ermemiz mümkün değildir.