Adapazarı Ticaret Bankasının geçmişini kısaca özetler misiniz?

1800’lerin ikinci yarısında devletimiz, 1863’te İngiliz ve Fransızlarla ortak Osmanlı Bankası’nı kuruyor. Ardından Sadrazam (Başbakan) Mithat Paşa, 1888’de Ziraat Bankası’nı kuruyor. Ve 20. Yüzyılın başlarında hem dünyada hem de Türkiye’de faizli bankacılık hızla yaygınlaşıyor. Tam da o günlerde, bundan tam 111 sene önce, Adapazarı'nda, 13 Adapazarlı tüccar, 9 Mart 1913 günü, Türk-İslâm dünyasında bir ilke imza atıyorlar: Faizsiz olarak, Adapazarı İslâm Ticaret Bankası Osmanlı Bonmarşesi’ni kuruyorlar. 1926 genel kurulunda ‘artık Türkiye'de gayri Müslim kalmadığı’ gerekçesiyle adındaki İslam kelimesini kaldırıyorlar, Adapazarı Türk Ticaret Bankası'na dönüşüyor kurum. O sırada büyüyor banka ve 1934 yılına gelindiğinde, 35 şubeli, genel merkezi Ankara'da olan bir büyük bankaya dönüşünce de Adapazarı kelimesinde kaldırıyorlar. Türk Ticaret Bankası adını alıyor kurum. Kısaca Türkbank. Bir ara 412 şubeli, ulusal ve büyük bir bankaya dönüşmüştü. Hatırlıyorum. Televizyonlarda reklamı da şöyleydi: Türkbank, ikinci adresiniz.

Sizce Adapazarı Ticaret Bankasının başlıca özellikleri nelerdir?

Bu bankanın, benim gibi yazar ama aynı zamanda kültür tarihçisi olan birisi için üç özelliği var: Birincisi 1913’ten 1930’a kadar on yedi yıl, otuza yakın şubeye ulaşıyorlar; dünya tarihinde ilk defa, başarıyla, faizsiz bir bankacılık örneği uygulaması gerçekleştiriyor. Tüccarları, faize yani Kapitalizme ezdirmemek yolunda, çok güzel bir örnektir. Birinci özelliği bu. İkincisi, Adapazarı’nda olması gereken bir şehir ruhu vardır, onu sergiliyorlar: 1 numaralı kurucusu Sipahizade Hamit Bey, Manav dediğimiz - benim de dâhil olduğum - yerli Türk, 2 numaralı Adembeyzade İbrahim Bey eski bir Belediye Başkanı, Bosna göçmeni yani Boşnak, 3 numaralı Şumnuluzade Mehmet Efendi adı üzerinde Bulgaristan göçmeni, 4 numaralı kurucu Diyarbakır'dan gelen tüccar İbrahim Bey. 5 numaralı Kafkasya'dan gelen bir tüccar, 6 numaralı Selanik’ten... Yani baktığınız zaman, İslâm’ın birleştirici ve bütünleştirici ruhunu, Adapazarı'nın ‘bizi biz yapan özelliğini’ görüyoruz. Bankanın, ırkçılık merkezli değil, memleketçilik şovenizmi ve etnisite derdinden ırak, tamamen hoşgörü, kardeşlik ve ümmet bilinciyle kurulduğunu görüyoruz. Bu çok önemli bir şey. Bir de bunların üçüncü temel özellikleri ise, bugün bize, ‘nasıl bir Adapazarı şehir kültürü ve şehir ruhu’ olması konusunda güzel bir mesaj veriyorlar. Ders veriyorlar. Bu üç açıdan çok önemsiyorum müzeyi.

 

ESER BAĞIŞLAYAN HERKESİN DUYARLILIKLARINI TEBRİK EDİYORUM

Müzeyi ilk ziyaretimde dikkatimi çeken şey hâlâ daha müzeye eserlerin bağışlandığı, bazı sergilenen eserlerde ise bağışçının isimlerinin bulunduğu oldu. Sizce bu müzeye yaşayan ve yaşatan bir müze diyebilir miyiz?

Tabii ki diyebiliriz. Gerçekten de doğru bir tespit. Yaşayan ve yaşatan bir müze. Orada sadece bankanın tarihi yok. Şehrin ticaret tarihi adına da çok güzel sergilemeler var. Bağışlar var. Ben de birkaç parça eşya götürmeyi düşünüyorum, aile büyüklerimden kalan. Oraya eser bağışlayan herkesin duyarlıklarını tebrik ediyorum. Teşekkür ediyorum şehrim adına.

AYNI HEYECANLA BUGÜN AYNI MUTLULUĞU TAŞIYORUM

Edebiyatçı ve yazarsınız ama aynı zamanda Adapazarı şehrinin kültürüyle de ilgilenen bir tarihçi olarak müzenin kurulacağı haberini aldığınızda ilk neler hissetmiştiniz?

Çok mutlu olmuştum. Benim yirmi beş yıldır savunduğum naçizane bir tezim vardı. Türkiye'de, adında pazar olan çok az şehir var. Eskişehir'de Odunpazarı, Ankara'da Samanpazarı ve Beypazarı var, bir de biz varız. Yani Adapazarı var. Adından pazar olan, 600.000 nüfuslu başka bir il yok ülkemizde. Adapazarı tarihinde, ticaret merkezli, ticaret temalı, ticaret odaklı bir bankamız var. Ve bugüne kadar, bu müzeyi, Sakarya Ticaret Sanayi Odası (SATSO) yapsın diye, Erol Öztürk Abinin başkanlığı döneminde yazılar yazdım, uğraştım, kamuoyu oluşturmaya çalıştım ama onlar sahip çıkmadılar. (SATSO kültürel alanda çok güzel eserler veriyor, Başkan Akgün Bey kardeşime teşekkür ediyorum, o ayrı.) Çok ilginç; bir belediye, Adapazarı Belediyesi çok doğru bir iş yaptı. Çok mutlu oldum duyduğumda, aynı heyecanla bugün bu mutluluğu taşıyorum. O yüzden Başkan Mutlu Işıksu kardeşimi tebrik ediyorum. Emeği geçen, katkı sunan ve düşünen herkesi de.

ÜÇ TÜRLÜ FAYDA BEKLİYORUM BU MÜZEDEN

Sizin Adapazarı Türk Ticaret Müzesi'nden beklentileriniz neler?

Tabii müzelerin temel misyonu, o şehirde yaşayanlarda ve şehre dışarıdan ziyarete gelenlerde bir bilinç, şuur oluşturması. Ben üç türlü fayda bekliyorum bu müzeden. Birincisi, şehrimizi yönetenlerin, valisinden seçilmişlerine ve bürokratlara, bizim şehrimiz de çok güçlü ve derin bir şehirmiş, şuuruna varmaları. İkincisi, bizim gibi belli bir yaşa gelmiş insanların, bölük pörçük bildiği, konuştuğu, duyduğu ya da farkında olmadığı zenginliklerin topluca gösterilmesi. Üçüncü olarak da yaşları 15 ile 30 arasında olan genç kuşağın, “Adapazarı tarihimize bakın, Türk - İslâm tarihinde ilk defa bir bankanın bu şehirde kurulmuş. Ne kadar derin, geniş ufuklu ve örnek girişimci bir ticaret kültürü varmış burada” demeleri. Hatta ‘o zamanlar fabrikalar da var; iyi bir sanayi kültürü varmış Adapazarı’nda’ deyip özgüvenlerinin artması. Şehirlerini daha bir tanımaları ve sevmeleri. Bu yönde ciddi bir katkı sunacağını düşünüyorum.

YAŞAYABİLMESİ İÇİN HALKIN VE GENÇLERİN İLGİ GÖSTERMESİ LÂZIM

Ticaret hatırasını yaşatmak amacıyla kurulan bu müzeyi yaşatmak için bizlere ne gibi görevler düşüyor? Çünkü yaşayan bir müzenin aynı zamanda yaşatılması da gerekiyor.

Kesinlikle. Tabii bunun yaşayabilmesi için halkın ve özellikle de gençlerin ilgi göstermesi lâzım. Eğer halk ilgi göstermezse, belediyeler bir süre sonra gevşer, yapılan güzellikleri devam ettiremez. O bakımdan özellikle gençlerin, okulların, eğitimcilerin ve dışarıdan şehre gelenlerin doğru yönlendirmesiyle, ilginin devam etmesi gerek. Diğer yandan, kırklarda, ellilerde, altmışlarda, yetmişlerde, seksenlerde, Adapazarı’nda çok güzel bir ticaret kültüründen bahsediliyor. Tamamen güvene dayalı. Bugünkü vahşi Kapitalizme tümüyle karşı, dayanışmaya ve hoşgörüye dayalı, birbirinin müşterisini çalmaya değil aksine kimde sıkıntı varsa onu desteklemeye dayalı ve birbirinin acısını, sevincini bilen, komşusunun çekini - senedini öderken ona destek olan, böyle cennet gibi bir Adapazarı ticaret kültürü var işte o müzede anlatılan. Bu müze sayesinde, söz konusu güzel kültürün yeniden gündeme gelmesi, yeniden neşvünema yani hayat bulması yönünde, bir bilince bir ilgiye ve aynı zamanda bir uygulamaya da inşallah adım atılmasına vesile olur, bir açılım sağlar diye ümit ediyorum.

MÜZEYİ DİKKATLE GEZDİM; EN ÇOK PARANIN TARİHİ SERÜVENİ DİKKATİMİ ÇEKTİ

Son bir soru sormak istiyorum: Müzeyi gezerken hemen hemen her eserin bir hikâyesi olduğunu fark ettim. Ki, müze müdürü de bir vazonun ilgi çekici hikâyesini anlattı. Sizin bu müzede en çok dikkatinizi çeken tarihî öge ne oldu? 

Tabii ben de müzeyi dikkatle gezdim. Çok da güzel anlatıyor rehberler. Beş rehber ayarlamışlar, çok da güzel anlattılar. Benim orada tabii en çok dikkatimi çeken, paranın tarihi oldu. Banka olduğu için paranın tarihini anlatıyorlar. Tabii benim en çok ilgimi çeken, paradan nefret eden bir yazar olarak, paranın bulunması ve onun serüveni dikkatimi çekti. En çok ilgimi çeken bölüm paranın serüveni oldu. Parra da parra parra diyen Napolyon’a kızıp duruyordum. Artık Lidyalılara kızacağım.

(Litros Sanat, Sayı: 82, Sayfa:4.)