Sinema tarihinin en iyi 250 filmi listesinde ve IMDB’nin ilk 100 listesinde, 9,3 puanla 1.sırada ESARETİN BEDELİ- The Shawshank Redemption isimli film var. Bu birinciliği sinema sanatı ile uzaktan yakından alakalı olan herkes onayladığı için önemli bir takipçi kitlesi edinen bu film, tam anlamı ile kült bir film haline gelmiş. Stephan King’in bir hikayesinden uyarlanmış olduğunu, ilk gösteriminin 1994 yılında yapıldığını ve yönetmeninin yine bir Stephan King uyarlaması olan Green Mile-Yeşil Yol filminin de yönetmeni olan Frank Darabont olduğunu da ekleyelim. Aslında bu büyük başarı biraz da Frank Darabont’ın okuyup çok sevdiği ve haklarını satın aldığı “Rita Hayworth ve Shawshank'in Kefareti”  adlı hikayeden üç yılda genişleterek yazdığı senaryoda gizli.

Film, haksız yere cinayetten hüküm giyerek, kaçmanın imkansız olduğu meşhur Shawshank Eyalet Hapishanesi’ne gönderilen bankacı Andy Dufresne’in hikayesine odaklanıyor. Bu dokunaklı hikayenin ve bu hikayeyi anlatmaktaki ustalığın, filmin tüm dünyada en çok izlenen, beğenilen ve yıllar geçtikçe daha fazla izleyicinin favorisi haline gelen bir film olmasına neden teşkil ettiğini söyleyebiliriz. 

Shawshank hapishanesindeki yozlaşmış kurallar ve her şeyi çıkarı için kullanan hapishane yöneticileri, yasaların çiğnenerek mahkumların sömürülmeleri, bütün olumsuz şartlara rağmen mahkumların özgür olacaklarına dair olan umutları ve bu umut sayesinde ayakta kalmaları filmin ana temasını oluşturuyor. Bunun yanında çok iyi işlenen ikinci tema arkadaşlık. Filmde her şeye rağmen ümidini kaybetmemek, sebat etmek, kararlı olmak, mücadeleden vazgeçmemek, asla pes etmemek ve en kötü zamanlarda birbirine destek olabilen arkadaşlıkların ne kadar önemli olduğu gibi konular ustalıkla işlenmiş ve böylece izleyenlerin bu kıssalardan güzel hisseler çıkartmaları mümkün hale gelmiş. Kanaatimce kişisel gelişim açısından bakıldığında da izleyenlerin gelişimine katkı sağlayacağını düşündüğüm bu film, böyle bir kategoride “en iyiler listesi” yapılsaydı, yine ilk sıralarda olurdu . 

Filmin afişinde yazan şu cümle filmi özetler mahiyette: “Korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsün.”
Baş karakter Andy Dufresne soğukkanlı, sabırlı ve sessiz bir insan. O kadar işkenceye, hakarete ve gördüğü haksız muamelelere rağmen insani özelliklerini muhafaza etmeyi başarıyor ve başına ne gelirse gelsin, ne kadar kötü muameleye maruz kalırsa kalsın metanetini korumayı ve mantıklı tepkiler vermeyi tercih ediyor. Sadece bununla da kalmayıp diğer mahkumlara da sabırlı olmayı, pes etmemeyi, mücadele etmekten ve umut etmekten vazgeçmemeyi öğretiyor.  
Başkalarına faydalı olmak onun canlı ve sağlam kalması için beslendiği bir kaynak mahiyetinde. Mahkumların kitap okumasını teşvik ediyor ve bir kütüphane kurulması için yetkililere yazdığı binlerce mektup hedefine ulaşıyor. Zamanının çoğunu satranç oynamakla ve diğerlerini eğitimine katkı sağlamakla geçiriyor. Onların da kendilerini daha iyi ve daha insani hissetmeleri için elinden geleni yapıyor. Kendisi eğitimli, entelektüel ve yetenekli birisi ve arkadaşlarının da bu yönde gelişmesi onu mutlu ediyor.  Kütüphane kurulmasını sağlamakla kalmıyor, mahkumların film izleme ve müzik dinleme imkanına kavuşması için yaptığı çalışmalarda da başarılı sonuçlar elde ediyor.

Burada altını çizmekte fayda gördüğüm bir husus var: Kişisel başarı ve kişisel mutluluk peşinde olan ve bununla yetinen insanlar, aslında gerçek başarıyı ve mutluluğu elde edemiyor, çünkü gerçek başarı ve mutluluk başkalarının mutluluğuna ve başarısına ne kadar katlı sağladığımızla ilgili.  Film bu konuyu da çok iyi işliyor.

Andy Dufresne bütün bunlarında ötesinde bir fedakarlık yaparak uzun yıllar kazdığı tüneli bitirmesine ve artık kaçabilecek olmasına rağmen hemen kaçmıyor ve birkaç yıl daha orada kalıp arkadaşlarının hayatını daha iyi hale getirmek için çalışmalar yapmaya ve yeni fikirler ve uygulamalar geliştirmeye devam ediyor. Kafasına koyduğu iki nihai hedefi var: Birincisi, kendisi ile birlikte en yakın arkadaşı Red’i de okyanus karşısında ve refah içerisinde özgür bir hayata kavuşturmak. İkincisi ise hapishane yöneticisinin ve bir gardiyanın işlediği suçları ve cinayetleri delilleri ile ortaya koyup hak ettikleri cezaya çarptırılmalarını sağlamak.
Kahramanımız başkalarına da faydalı olabilen, sabırlı ve mücadeleci kişiliği ile bu hedeflerini gerçekleştirmeyi başarıyor. Nerede ise filmin tamamını anlattığımı ve çok spoiler verdiğimi düşünenler hiç merak etmesinler, bu anlattıklarım tabiri caiz ise devede kulak. Çünkü izleyenlerin çoğunun en az iki kez izlediği bu filmi böyle kısa bir yazıda anlatabilmek mümkün değil. Ben sadece filmin kişilik gelişimine nasıl katkı sağladığına değindim.

Yazımı bir soru ile bitirmek istiyorum:

Bir esaret altında, bir hücrede ya da demir parmaklıklar arkasında olmadığımız halde neden öyleymiş gibi yaşıyoruz? Ya da “esaret altındayız” ve “buna razı oluşumuzun” bedelini mi ödüyoruz?

HÜSEYİN BURAK UÇAR