60 yaşında lise okumaya karar veren ve 90 yaşında El-Ezher Üniversitesinde Rektör olan Zekeriya El-Ensari isminde bir adamın hikayesini okumuştum uzun yıllar önce. (Genç Beyin/Kasım 2003) Hikayesinden ve hayata bakış açısından çok etkilendiğim bu adam Üniversitenin kapısındaki bekçiye burasını kim yönetiyor diye sorar ve o yöneticinin “Rektör” olarak anıldığını öğrenir. Kendisinin nasıl rektör olabileceğini sorunca da bu soruya oldukça şaşıran bekçinin alaylı tavrı ile karşılaşır. Onun ilkokul mezunu olduğunu öğrenen bekçi, rektör olabilmek için gereken eğitimleri almaya başlamak için çok yaşlı olduğunu söyler. Fakat adam ısrar edince, bu görev için çok uzun bir tahsil hayatı gerektiğinden bahseder. Ortaokul, lise ve üniversiteden mezun olup doktora yapması gerektiğini ve ardından doçent ve profesör unvanlarını alması gerektiğini bir bir anlatır ve sonunda ona kendi anlayışı ile “acı gerçeği” söylemeyi ihmal etmez:
-Senin gibi 60 yaşında birisi için bütün bunları başarabilmek mümkün değil.
Adam yine de ümidini kaybetmez, yalvara yakara idare amiri ile görüşme izni alır ve hizmetçi olarak üniversitede göreve başlar. Çalışırken bir taraftan da ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirir. Sınavlara girip kendi üniversitesinde okumaya hak kazanır. Bu arada büyük kültür hizmetlerinde bulunur, sosyal faaliyetlere öncülük eder. Üniversiteyi bitirdikten sonra yüksek lisansını, doçentlik çalışmalarını yapıp 90 yaşında profesör olur. Üniversite heyeti büyük başarı ve çalışmalarından duydukları memnuniyetten dolayı bu 90’lık ihtiyarı üniversiteye rektör seçerler. Birkaç sene görevini titizlikle yaptıktan ve nice talebeler yetiştirdikten sonra görevinden ayrılan bu güzel insanın yaşama azmi ve başarma aşkı ile dolu hayatı 120 yaşında iken noktalanır.
Bu hikayeyi iki farklı açıdan ele almak istiyorum:
1- BAŞARININ OLMAZSA OLMAZI NE İSTEDİĞİNİ BİLEN İNSAN OLMAKTIR.
Ne istediğini bilen ve bunun için yılmadan çalışan insanların mutlaka başardığına yönelik hem ülkemizde hem dünyada yaşanmış örnekler saymakla bitmez. Başarılı insanların hemen hemen hepsi her şeyden önce “ne istediğini bilen” insanlardır. Onlar ne istediğini, ne kadar çok istediğini ve bunun için nelerden fedakarlık yapacağını bilirler. Başta “Ermiş” olmak üzere bir çok kitabı ile dünyaca tanınan, ülkemizde de çok okunan yazar Halil Cibran, ne istediğini bilmenin önemine şu sözlerle değiniyor: “Kişinin hayal gücü ile düşlerinin gerçekleşmesi arasındaki mesafe, yalnızca onun yoğun isteği ile aşılabilir. “
Kanaatimce istemek sihirli bir kelimedir. Ve insan bir şeyi gerçekten isterse, elde edene kadar ona rahat yok ise, herkes uykularda eğlencelerde iken o buna odaklanıyorsa ve onun için hayat memat meselesi olmuş ve bir tutkuya dönüşmüşse, ne yapar ne eder, o hedefi, amacı, davayı gerçekleştirir.
Güncel konu olması hasebi ile bu saydıklarıma bire bir örnek olarak aklıma Kudüs Fatihi Selahattin Eyyubi ve onun günümüz dünyasında kendisini “Müslüman” olarak konumlandıran herkesi utandıracak şu sözleri geliyor:
-Kudüs zalimlerin elinde oldukça ben nasıl gülerim? Kudüs işgal altındayken bir Müslüman nasıl gülebilir, nasıl rahat bir uyku uyuyabilir. Onu fethetmeden, gülmek de, rahat ve rehavet de haram olsun bana.
2- BOŞ BİR ZİHİN ŞEYTANIN ÇALIŞMA ODASIDIR.
Yazımın başındaki hikayede kahramanımızın 60 yaşına kadar neler yaptığı, nasıl bir hayat yaşadığı ve neden o zamana kadar tahsil hayatına devam etmediği ve birden nasıl bu kadar büyük bir hedef belirlediğine yönelik bilgiler verilmiyor. Hikayenin yaşanmışlığına dair kesin bir bilgi de yok. Fakat Mevlana’nın dediği gibi; Biz hikayenin gerçek olup olmadığı ile zaman kaybetmeyelim ve bizim için faydalı olan hisseleri almaya bakalım.
İlk hissemiz ne istediğini bilmenin nelere kadir olduğu idi. İkinci hissemiz ise, 60 yaşından sonra bile öğrenme fiilinin devamlılığının önemi ve “zihnin canlı kalması için mutlaka yeni bilgiler ve yeni uğraşlar edinmek” gerektiğidir. İnsan kaç yaşında olursa olsun yeni şeyler öğrenmek ve zihni meşgul edecek yeni hobiler ve uğraşlar edinmek zorunda. Bunun aksi olursa hem zihnen hem bedenen zayıflama hasıl oluyor ve erken yaşlanma kaçınılmaz oluyor. Ayrıca boş bir zihnin şeytanın çalışma odası olduğu unutulmamalı. Hikayemizde 60 yaşında ortaokula başlayan ve sonrasında tüm aşamaları geçerek profesörlüğe kadar yükselen kahramanımız hem zihnen hem bedenen çok uzun yıllar sağlıklı kalmayı başarıyor.
Yazımızı meşhur tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve devlet adamı İbn Haldun’un (1332 – 1406), o müthiş sözü ile bitirelim:
-İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız kendi kendini öğütür durur