Söyleşi: Fahri Tuna

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz Haluk Hocam?
Ben Afyon Emirdağ doğumluyum. 1973’te babam Sakarya Defterdarı olarak atanınca Adapazarı’na yerleştik. O gün bugündür de Sakaryalı oldum. İlkokul beşinci sınıfı Kömürpazarı’ndaki Cumhuriyet İlkokulu’nda, ortaokulu Adapazarı Merkez Ortaokulu’nda, liseyi Adapazarı Ali Dilmen Lisesi’nde okudum. İstanbul’da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdim. Koşuyolu’nda uzmanlığımı tamamladım. 1998 başında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne intisap ettim. Doçentliğimi aldıktan sonra özel sektöre geçtim. Bir süre özel bir hastanede hizmet verdim. Sonra tekrar üniversiteye döndüm, profesörlüğümü aldım. 2016’da emekli oldum. O tarihten bu yana da özel bir hastanede kalp damar cerrahisi hizmetlerim aktif olarak devam ediyor.

Hocam, malum, 2020 Mart ayından bu yana Covit19 Büyük Salgını devam ediyor. Hiç hastalığa yakalandınız mı? Aşılarınızı oldunuz mu? Aşı olan da çok, muhalifleri de. Aşı konusunda bir bilim insanı olarak siz ne düşünüyorsunuz?
Covit19 geçirmedim. Ancak tabii aşılarımı oldum. İki Sinovac aşımı iki de Biontec aşımı oldum. Herkesin mutlaka aşısını olması lâzım. Aşıların koruyuculuğu fevkalade yüksek. Aşılı insan da Covit19 geçirebiliyor ama daha hafif atlatıyor. Bu kesin. Aşılama öncesi sağlık alanında hekim, hemşire, personel çok kaybımız vardı. Aşılama sonrası kaybettiğimiz hemen hemen hiç olmadı. Hastalananlar da çok hafif ayakta geçirdi. Dolayısıyla belli çevrelerin oluşturduğu aşı karşıtı söylemleri ben esefle karşılıyorum. Bunun akılla mantıkla bağdaşır hiçbir tarafı yok. Aşı olmayabilirsiniz. Bu sizin hayatınızla ilgili kendi vereceğiniz bir karardır. Ama ‘aşı olmamayı övmek’, ‘aşı olmayın’ diye propaganda yapmak, aşı karşıtlığını demokratik hak gibi kullanmak… Ben bunların doğru olmadığını düşünüyorum.

Halkımızda şöyle bir kanaat oluştu: Korona ile birlikte kalp krizi sayısında da bir artış var. Corona veya corona için kullanılan ilaçlar kalp krizini tetikliyor mu acaba?
Covit19 ilk başladığında bir solunum yolu hastalığı gibi lanse edildi. Fakat ilerleyen süreçte bunun bir damar sistemi hastalığı olduğu netleşti. Covit19 ilaçlarının kalp krizlerini tetiklediğini söyleyemeyiz. Ama Covit19 virüsünün kalp ve damarlarda ciddi hastalık yaptığı aşikardır.

Kalp ve damar sağlığımızı olumsuz etkileyen faktörler neler Haluk Hocca’m?
En başta sigara ve şeker. Şeker, demir yüzeyindeki oksitlenme gibi bütün damar sistemini perişan ediyor. Tansiyonumuzu şekerimizi sık sık kontrol ettirmemiz lâzım. Sigaradan ve stresten uzak durmamız lâzım. Çok stabil bir hayat. Yani hiç hareket etmemek. Günde bir paket ve daha fazla sigara içmek, aşırı kilolu olmak; bunlar da damarlarınızın yaşlanması ve kireçlenmesi için etkili bir faktör. Ortalama kalp damar kalınlığımız bir buçuk milimetre. En fazla iki milimetre. ‘Hayata pamuk ipliğiyle bağlıyız’ diye bir söz vardır ya, bu çok doğru. En sağlıklı insanımız bile neticede iki milimetrelik damarlarla hayata tutunuyor. Damarların yüzeyleri ayna gibi cam gibidir. Orada kan hücreleri kayar giderler. Fakat zaman içerisinde yaşlanmanın getirdiği matlaşma, parke taşı gibi kabarmalar, giderek kolestrolün birikmesiyle oluşan daralma başlıyor. Daralma yüzde elli daralıncaya kadar hasta hiçbir şey fark etmiyor. Bu yarı yarıya daralma otuz beş kırk seneyi alıyor. Yüzde elli daralmadan sonraki süre, bazen altı ayı bazen de iki seneyi alabilir. Kalp nedir, basit bir pompa. Kanı pompalıyor. Merdiven çıkarken, ağır bir yemek yediğinizde, aşırı heyecanlandığınızda, yani yüksek düzeyde kan ihtiyacı olduğu zaman, kalp o kanı gönderse bile damarlar o kanı çekemez. Bu da size ağrı hissettirir. Kalp ağrısı noktasal olmaz. Şöyle göğsüme bir şey oturuyor, bir şey sıkıştırıyor, yanıyor, kollarıma vuruyor, çeneme vuruyor şeklinde olur. Omuzlarıma, kollarıma, mideme vuruyor şeklinde olur. İşte bunlar bence damar tıkanmasının en önemli işaretidir. Böyle durumda hemen hastaneye başvurmak lâzım.

Tavsiyeniz?
Hiç olmazsa yılda bir kez elektro çekilmesi, bir kan tahlilinin yapılmasında, hatta bir efor testinin yapılmasında fayda görüyorum. Aman, kalbinize dikkat edin.

Stent meselesi nedir kalp - damar hastaları bağlamında?
Öncelikle bir tespitimi söylemek isterim: Türk halkı stent sever bir halktır. Stent tedavisne çok yatkındır. Şöyle bir mizansen yapalım: Aynı gün üç hasta anjiyo olsun. Üçü de yatıyor olsun. Hekim birinci hastaya dedi ki: ‘Anjiyo yaptık. Damarında sorun yok.’ Bunu duyan hasta sevinçten uçar. Hekim ikinci hastaya dedi ki: ‘Damarlarında tıkanma var. Sana stent takmak zorundayız.’ İkinci hasta da ilk hasta gibi ‘yaşasın’ der o da sevinçten uçar. Hekim üçüncü hastaya gidip dedi ki: ‘Sana baypas yapmak zorundayız.’ Hasta ‘eyvah ben ölüyorum’ der, kahrolur, hayata küser. İdam kararı verilmiş gibidir. İki hastanın yaptığı da yanlıştır. İkisi de uç noktalardadır. Uç noktalarda yaşamayı seviyoruz. Balon ve stent, kalp kriziyle gelmiş hastada hayat kurtarır, tamam. Bu mükemmel bir sonuç. Ama ‘hasta istemiyor’ diyerek ameliyat yapılması gereken hastaya bir iki üç… altı yedi sekiz stent takılıyor. Kardiyolog da ameliyat olması gerektiğini biliyor. Hasta veya yakınının ısrarıyla stent takıyor. Sonra ne oluyor? Altı ay bir yıl sonra yine tıkanıyor. Halbuki açık kalp ameliyatlarında da kalıcı bir tedavi sağlıyoruz, hekimlerimizin performansı çok yüksek. Çok başarılılar.

Kalp ameliyatlarında gidişat nereye doğru Haluk Bey?
Gidişat, trent şu: Hastalar olabildiğince az kesilsin istiyorlar. Az travma almak istiyorlar. Ameliyat bile olsa onun daha basit türde çözülmesini istiyorlar. Bunun sonucunda da biz kalp damar cerrahları küçük kesi ameliyatlarına yöneldik. Aslında bunlar yeni çıkmış ameliyatlar değil. Sonuçlar çok parlak değildi o dönemde. Çok şükür şimdi mükemmellik oluştu. Hastaların en büyük korkusu iman tahtasının kesilmesi. Göğsünün ikiye ayrılması, yarılması gibi bir duygu oluşuyor herhalde. Hakikaten yirmi santimlik bir kesi oluyor. Bu sizinle mezara kadar gidiyor. Göğüs kemiğini açmanın hastalar üzerince ciddi bir, hatta kalıcı bir etkisi olduğunu hakikaten ben de kabul ediyorum.

Tam da bu noktada Küçük Kesi Kalp Ameliyatını sormak istiyorum size?
Şimdi şu tarz bir ameliyat yapıyoruz artık: Artık bacağı kesmiyoruz. Özel aparatla bacaktan giriyoruz, damarı çekerek alıyoruz. Bacakta kesi olmuyor. Bu hem yaranın iyileşmesi açısından hem de estetik açıdan çok iyi bir şey. Öte yandan göğüs kemiğini de açmıyoruz. Meme altından yedi sekiz santimlik bir yerden giriyoruz, ameliyatı oradan gerçekleştiriyoruz. Şimdi kemik kesmediğimiz, tamamen yumuşak dokudan giriş yaptığımız için hastalar çok süratle iyileşebiliyorlar. Ameliyat sonrası kendileri araçlarına binip gidebiliyorlar. Dolayısıyla psikolojik açıdan büyük bir avantaj da getiriyor. Yarı yarıya, yarı yarıyadan az, üçte bir civarı bir kesi yapıyoruz. Memenin altında kalıyor. Görsel açıdan da rahatsız edici bir durum arz etmiyor bu ameliyat. Genelde hastalarımız da çok memnunlar. Şunu da söyleyebilirim: Bütün dünyada kalp damar cerrahisi hızla gelişiyor.

Haluk Bey; siz Adapazarlısınız da. Çocukluğunuzun Adapazarı’ndan zihninizde neler var? Adapazarı, bisikletimle sokak aralarında özgürce dolaşmak demektir benim için. Bisikletimle şehri keşfetmek demektir.

Geldiğiniz yılların Adapazarı’nı, semtinizi, evinizi, öğretmenlerinizi, sınıf arkadaşlarınızı anlatır mısınız lütfen?
1973 sonu, 1974 başı geldik Adapazarı’na. Babam Sakarya Defterdarı Recep Aktaş. Evimiz de Kömürpazarı’nda Mahmut’un fırınının oradaydı hemen. Beşinci sınıftaydım. Sınıf öğretmenimiz Şevket Bey’di. Hayat gailesi içinde bir öğretmendi. Özellikle bana karşı çok özel davrandığını yıllar sonra daha iyi anlıyorum.

Merkez Ortaokulunda okudunuz. Kırk beş sene sonra Merkez Ortaokulu deyince neler var zihninizde?
1974-1975’lerde Merkez Ortaokulu basketbolda çok iyi durumdaydı. Gerçi ben basketbol sporu yapmadım ama. Ben de seviyordum. Oğuz Çetin’i bilirsiniz. Sakaryaspor ve Fenerbahçe’de yıllarca futbol oynadı hani. Oğuz, ortaokul üçte bizim sınıfa geldi. Çok sessiz kendi halinde bir öğrenciydi. Ben yine sınıf başkanıydım. O ara bizim okul müdürümüz Şahin Bey, aynı zamanda basketbol takımı antrenörüydü. Onun isteğiyle her sınıf bir basketbol takımı oluşturmak zorundaydı. Okulda bir turnuva düzenliyordu. Sınıftan takım kurma görevini bana verdi. Kimse oynamak istemiyor. Bu arada Oğuz da yeni gelmiş. Kimse tanımıyor. ‘Oğuz oynar mısın?’ dedim, ‘ben voleybol oynadım. Ama takım tamamlanmazsa yazabilirsin’ dedi. Onu da yazdım. Sınıftan zar zor beş altı kişi çıkartabildim. Ben de mecburen oynamak durumunda kaldım. Antrenman yapıyoruz, aaa, bir baktım, Oğuz mükemmel oynuyor. En azından bize göre. Almanya’dan yeni gelmişti. Sonra turnuva başladı. Oğuz tek başına bizi finale götürdü. Finalde rakibimiz kim? Okul takımı. Okul takımımız da Marmara Bölgesinde final oynayan bir takım. Çok iyi bir takım. Turnuvanın finalinde okul takımına karşı maç yapıyoruz, bütün okul da bizi tutuyor. Oğuz o kadar mükemmel oynadı ki, neredeyse tek başına okul takımını yeniyordu. Okul müdürü hakemdi maçta. Okul takımını Oğuz’un elinden aldı. Yeniyordu yoksa Oğuz. Sonra Oğuz’u okul takımına aldı. Oğuz olağanüstü yetenekli biriydi.

Adapazarı Merkez Ortaokulu ve Ali Dilmen Lisesi yıllarınızdan hatırladığınız başka sınıf arkadaşlarınız?
Erdoğan Kaya vardı, şimdi Arma Filtre’nin yönetim kurulu başkanı. Coşkun Demircioğlu vardı. O da şimdi Arma Filtre’nin ortaklarından. Sonra Tacettin Altıntığ var avukat. Bunlar benim ortaokulda yakın arkadaşlarımdı. Hâlâ görüşüyoruz. Sonra hemen hepimiz Ali Dilmen Lisesi’ne devam ettik zaten. Modern matematik okuduk. Ben Matematik sorularını yaparak tıp fakültesine girdim. Erdoğan Kaya’yla lisede de aynı sınıftaydık. Oktay Ürkmez var liseden sınıf arkadaşım, Erdem Çolaklar var, ikisini de çok severim. Yine Faruk Taş var, bir üst sınıftan. Çok başarılı bir profesör. Çapa’da Onkoloji doktoru. Onunla yurtta da beraber kaldık.

Çocukluğunuzun Adapazarı’nı anlatır mısınız biraz daha sevgili Akbaş?
Mesela Adapazarı Ramazanları? Âh o eski ramazanlar. Ben çok severdim ramazanları. Tozlu Camii’ni severdim ama teravihlere daha çok Ağa Camii’ne giderdim. Bu arada rahmetli babamın cenazesi de Orhan Camii’nden kalktı. Bizim çocukluğumuzun, ilk gençliğimizin ramazanları uzun yazlara denk gelmişti. Çok sıcaktı. Orucumu da tutuyordum. Akşama doğru uyuyordum. İftara doğru annem beni uyandırıyor, sıcak pide almaya Mahmut’un Fırını’na gönderiyordu. Kuyruğa girerdim böyle. Mis gibi kokan sıcacık ramazan pidelerinin o nefis kokusu hâlâ zihnimdedir. Sofralar da çok güzel olurdu. Böyle iftariyelikler filan. Rahmetli annem de çok güzel yemek yapardı. Mahalle arkadaşlarım hep memur çocuklarıydı. Lojmanda oturuyorduk hepimiz. Bahçeli bir evde. Domates yetiştirirdik, fasulye ekerdik filan.

Uzunçarşı?
Rahmetli babam düzgün giyinmeyi severdi. Uzunçarşı’nın ortalarında bir mağazadan giyinirdi. En az kırk sene öncesinden bahsediyorum. Mağazanın adı aklımda yok. Gülseven Helva’yı hatırlıyorum yine Uzunçarşı’da. Arslan var mı hâlâ bilmem. Arkadaşlarla bilardo oynamaya giderdik Arslan’a sık sık. Sonra Sanrtral’a gider olduk bilardo oynamak için. Enişte’ye gider ayran içerdik. Neşe Gazozu içmeyi severdik, serin serin. Simitle beraber. Hâlâ Adapazarı’nın simidini çok severim. Bozayı çok severdim o zamanlar. Hemen yakınımızda Bağlar Bozası vardı. Çok güzel olurdu. Kış akşamları, dokuz, on, ben sık sık giderdim oraya. Ali Koka Bozası da alırdık Yenicami’den zaman zaman. Cumhuriyet İlkokulunun oradan Ali Dilmen Lisesi’ne her gün yürüyerek gider gelirdim. Yolumun üstünde Köfteci İsmail’de köfte yerdim. Islama köfteyi çok severim. Kabak tatlısına düşkün değilimdir ama Adapazarı için özgündür kabak tatlısı. Adapazarı’nın ekmeği mükemmeldir benim için. Hele de Mahmut’un ekmeği. Çok çok güzeldir. Sokağımızın girişinde bir ciğerci ile bir yoğurtçu vardı. O ciğerin ve yoğurdun tadını unutamıyorum yıllar geçse de. Adapazarı’nın ilk marketi Gel-Tat o yıllarda Karaağaçdibi’nde açılmıştı, iyi hatırlıyorum. Çark Mesire’ye giderdik sık sık. Sakaryaspor’un çok maçlarına gittim ben. Tabii ki o zamanlar Süper Lig’de oynuyordu. Sınıf arkadaşım Oğuz da oynuyordu o zamanlar Sakaryaspor’da. Oğuz’la sık sık olmasa da hâlâ görüşüyoruz. Oğuz çok iyi, çok efendidir. Zarif ve naiftir. Antrenörlükte de çok başarılı olur diye tahmin ediyordum ama olamadı. Antrenörlük başka bir şey demek ki.

Niçin hekimliği tercih ettiniz?
Özendiğiniz biri mi vardı çocukluğunuzun Adapazarı’nda? Ben aslında beyaz yakalı bir ailenin çocuğuyum. Sülalemin tamamı memurdur. Babam defterdar, halam öğretmen, amcam astsubay, dayım avukattı. Ben Balkan muhaciri bir ailenin çocuğuyum. Bulgaristan Razgrad’dan önce Samsun’a geliyorlar. Oradan Bilecik Bozüyük’e yerleşiyorlar. Yemeni derler, bir tür ayakkabı. Benim Razgratlı Hüseyin Efendi adlı dedem, yemeni imalatçısıymış. Çok iyi keman çalarmış. 1933’te Atatürk Bozuyük’e uğrayıp yemek yediğinde dedem ona keman çalmış. Şehrin eşrafındanmış dedem. Atatürk ‘bozkırda bu kadar güzel keman sesi’ şeklinde hayret ve takdirini ifade etmiş. Babam beş yaşında keman dersleri almaya başlamış. Eskişehir’den hoca gelirmiş. Babam 1931 doğumlu. 1936 Türkiye’sinden bahsediyorum. Böyle bir aileden geliyorum. Bu aile yapımız içerisinde abim dâhil, kuzenlerim diyeyim, hep tıbbiyeye girmek istediler ama giremediler. Benim üzerimde ‘Haluk girer’ beklentisi oluştu. İkincisi, benim çocukluğumda doktorluk toplumda özenilecek meslekti, sayısı da azdı, itibarları da yüksekti. Yani tüm sülalemde herkes benim doktor olmamı bekledi. Doktor olmakla ben beklentileri boşa çıkartmamış oldum.

Peki otuz beş yıllık çok başarılı bir hekim olarak memnun musunuz hayatınızdan?
Doğru karar verdiğinizi düşünüyor musunuz? Ben mesleki anlamda zaman zaman çok tatmin olduğumu hissediyorum. Problemli, sorunlu hatta ölüm noktasına gelmiş bir hastayı ameliyata alıyor onu kurtarıyorsunuz, iki üç gün sonra onunla konuşuyorsunuz… Neredeyse yüzde bir ümitle ameliyata aldığımız hastalarımız oluyor. Onları kurtardığımızda çok mutlu oluyorum, evet.

Turhan Beyan (67 yaşında): “Ben Haluk Akbaş’a kalp ameliyatı oldum. Allah razı olsun ondan. Haluk Akbaş’ın ismi Salamon Akbaş olsaydı, onu dünyada tanımayan insan olmazdı. En büyük şanssızlığı da isminin Haluk olması. Reklâmı yok. Kendi işinden başka bir şey bilmez. Düzgün bir adam. İşini çok düzgün yapan biri. Çok çok başarılı bir hekim. Ben ona baypas ameliyatı oldum. Üç gün sonra ‘bin arabana git’ dedi bana. Bir kalp ameliyatı olup da üç gün sonra ‘bin arabana git’ diyecek Türkiye’de herhalde dört beş hekimden başka yoktur. Ama olanların da kıymetini bilmiyoruz. Bir De Baky olsaydı dünya bilirdi. Bir Barnard’ı dünya biliyor. Ama Haluk Akbaş’ı bir Adapazarlılar, bir İzmitliler biliyor. Onların da çoğu bilmiyor. Allah yolunu açık etsin.”

Orhan Muslu (65 yaşında): “Ben de Prof. Dr. Haluk Akbaş’a kalp ameliyatı oldum. Ben ona altın makas diyorum, altın el diyorum. Bir Sakaryalı olaraktan da Haluk Hoca’mla gurur duyuyorum. Ameliyat öncesi dört tane damarım tıkalıydı. Boyun damarlarımda da kireçlenme vardı. Yaşım itibarıyla da sıkıntılı bir durumum vardı. Haluk Hoca’ma geldim. Onu dinledikten sonra, ‘hocam beni hemen ameliyat eder misin’ dedim. O güveni ve mutluluğu verdi bana. Empati yaparak beni ikna etti. Kendimi ona teslim ettim. İyi ki Haluk Akbaş varmış. Yanındaki elemanları da onun gibiler. Onun bir hastası olmaktan her zaman onur ve gurur duyuyorum. Haluk Hoca’mı Allah başımızdan eksik etmesin. Sekiz ay oldu ameliyat olduğum. Sık sık geliyorum. Bana sanki ailelerinden biriymişim gibi davranıyorlar.”