Şair. Naif şair. Bıçkın, naif şair. Muzip, bıçkın, naif şair.
Yüzünü okunmuş kitaplardan devşiren şairimiz o bizim.
Ömrü yaprağını dökmeyen sözcüklerin peşinde geçti, geçiyor.
İstanbul’daki Sinoplu. Bıçkınlığı bundandır. Çok yakışıyor ama bu ona.
Türkiye’de bugün bilinen tanınan okunan şair ve yazarların yüzde 80’i İstanbuldadır. İstanbul’da bugün bilinen tanınan okunan şair ve yazarların yüzde 80’i Anadoludandır. İstanbul’u besleyip büyüten Anadolu’dur aslında. Adem Turan Çanakkale, Ali Ayçil Erzincan, Ali Haydar Haksal Bingöl, Ayfer Tunç Adapazarı, Aykut Ertuğrul Yozgat, Bahtiyar Aslan Maraş, Cemal Şakar Balıkesir, Haydar Ergülen Eskişehir, Mehmet Şeker Bursa, Mustafa Kutlu Erzincan, Mahmut Bıyıklı Kayseri, Nurettin Durman Bingöl, Nurullah Genç Erzurum, Recep Garip Mersin, Recep Seyhan Amasya, Selvigül K. Şahin Tokat, Şakir Kurtulmuş Eskişehir, Şeref Akbaba Erzurumludur. Bu kadar daha örnek sayarım size. Güray Süngü, Mukadder Gemici, Gülçin Durman, Şeyda Koç Asyalı ve birkaç ismi daha çıkarırsanız geriye İstanbullu yazar kalmaz. (Bu da iyi bir şeydir aslında. İstanbul’u Anadolu’nun renkleriyle beziyorlar bir bir, bir yanıyla.)
Bizim Hüseyin Akın da bu kervandandır. Sinop’ta doğup büyüyüp İstanbul’a göçenlerden. Düzelteyim; İstanbul’u fethe çıkanlardan. İstanbul’u yani Türkiye’yi, yani şiiri, yani düşünceyi.
Unutmadan: Ne kadar Sinoplu’ysa o kadar da İstanbulludur. Eğitim hayatının da meslek hayatının tümü İstanbul’da geçmiştir onun. Ama dede diyarı Sinop Türkeli’ye de İstanbul kadar vurgundur ha.
Dışarda deli dalgalar / Gelip duvarları yalar. Nedense, Hüseyin Akın adı geçtiğinde bu iki dize gelir benim aklıma. Sabahattin Ali’nin bu şiiri, Sinop Cezaevi’nde yatarken yazması, Hüseyin Akın’ın da Sinoplu olmasıyla bir alakası olabilir mi? Olabilir. Zihin bu. Neden olmasın. Ama - bana sorarsanız - asıl alaka bu değil: Deli dalgalar Hüseyin’in içinde. Pek eksik olmayan deli dalgalar onlar. İçinin duvarlarını yaladıkça, Hüseyin de oralardan bize, dize dize, satır satır, cümle cümle şiirler denemeler kitaplar devşiriyor, sağ olsun. Eyvallah şiirimizin yakışıklısı. Dalgaların hiç eksilmesin güzel dost.
Sevdiğim dizelerinden bazıları: Ayağımda kırk numara İstanbul / Kendimi cemiyete sadaka veriyorum / Biliyorum öncesi yok beyazın / Sevmenin, karanfilin ve kirazın / Gecenin cebinde dolaşıyorum / Vasıta yap heceleri / Her mısra bir yoldur bana / En çok bilmeklerle kirlendim çağdaş yaftalarda / Perdelere asılı zaman / Gün güneşle üşüyor / Herkesin elinde kırık dökük dünya / Bir adam tek başına ölmüştü / Kalabalık arasında / Çalıntı bir mal gibiyim içinde insanların / Yüreğimi almadan çıkmışım yola / Ezberimde kırık dökük unutuşlar / Aklım bir karış havada / Bir gidiyor bir geliyorum / Siper edip yüzümü / Plastik tanrıların taammüden gülüşüne / Söktü rakamları / Alfabeyi / Bir türlü sökemedi yaşamayı / Konsun diye üstümüze gök / Bütün mavileri ezberledik / İsa ne der bilmem ama ters çevrilmiş bir baldıran tasıdır dünya / Tanrım, burası dünya, gelmişim bir kere özür dilerim.
Hüseyin Akın kardeşimi, şöyle böyle bir on beş senedir tanırım. Tanır severim. Üç beş bir araya gelmişliğimiz, muhabbetimiz vardır. Canımdır, kardeşimdir benim o.
Son beş yılda daha bir bilge Hüseyin Akın gözlüyoruz: Tek Başına filminin başrol oyuncusu sanki. Bu filmin ilk versiyonunda Cüneyt Arkın oynamıştı, ikincisinde bizim Hüseyin’imiz. Yine her gün bir yerde konuşuyor. Hakkını vererek ama. Helâlinden. Helâl olsun kardeşime. Yeri gelmişken, artistlikte de yakışıklılıkta da Cüneyt Arkın’dan geri kalmaz bizimkisi. Diyeyim size.
Hüseyin Akın’ı oldum olası severim. Kendisini de şiirini de düz yazılarını da. Sebebini bilmem, bilemem. Sevginin de nefretin de sebepleri çok izah edilebilir şeyler değil, altmışımda öğrendim bunu. Kalp sever, dil sebebini söyleyemez. Yahut söyler, başka başka gerekçeler anlatabilir.
Hüseyin Akın’ın şiiri bana hep güzel gelmiştir. İçime akar ılık ılık. Ruhumu okşar. Acıtır da bazen. Güldürür de. Hikmeti de boldur, ufuk açıcılığı da. Bizim, bizle, bizden şiirdir çünkü. Ondan sıcaktır bize. Eski şiir midir? Hayır, yeni, yepyeni bir şiirdir Hüseyin Akın’ın şiiri. Kendine has bir dili vardır Akın şiirlerinin. Özgündürler. Ama o oranda da eskidirler. Zira dünü iyi bilir, dünden iyi beslenir Akın.
Denemeleri de çok özgündür. Zaten oldum olası iyi şairler iyi deneme yazmaktadırlar, farkındayız bunun. Dili iyi kullandıkları için, denemeleri ayrı bir lezzetlidir. Samimi, muhalif, kimsenin bakmadığına bakan, görmediğini görense bir de tadından yenmez. Bizim Hüseyin Akın’ın denemeleri, gazete yazıları da tam da böyledir işte.
Ama söyleyelim: Yapıcı muhaliftir Hüseyin Akın. Tenkit ettiğini de okurunu da zenginleştirir.
sevmemde soyadının da bir payı olabilir mi? Kesinlikle olmalı. Zira ben eski ve eskimez bir Akıncıyım. (Balkanlara altmış bir kez akın eylemişliğim, bunun bir delili değil midir yani.) Bin atlı Akıncılardan biri bensem, diğeri de Hüseyin Akın’dır çünkü. Bilirim. Akındaşlık bizimkisi.
Çok güzel kitap isimleri, şiir isimleri bulur Hüseyin Akın. Bu tarafına da ayrı hayranım. Nazar değmesin kardeşime: Yalan Dünyanın Yanlış İşleri, Kumaştan Çalan Terzi, Çöl Vaazları, Kitabım Çıktı Alınmayın, Deneme Yanılma, Benden Söylemesi, Ateistler İçin Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, Yan Tesir, Ankara - İyi Kalpli Üvey Ana, Ayağımda Kırk Numara Kâğıthane, Geçmiş Günler Matinesi. Ve son kitabı: Babam İle Mercedes.
İyi öğretmendir o, sıkı öğretmendir o, can öğretmendir o. Kız- erkek ayrımı da yapmaz; gün olur Nişantaşı Kız Lisesi, gün olur Kabataş Erkek Lisesi’nin Kırk Dakika Koridoru olur çıkar.
Kalender adamdır evet. Kalender, kalenderi, kalendermeşteptir. Bihakkın hem de. Bir o kadar da vefalıdır.
Özgün adamdır. Özgün şairdir. Özgün denemecidir. Neyi yazıyorsa, neyi söylüyorsa, neyi anlatıyorsa kendine özgüdür, kendine hastır. Farklıdır. Kıskanılacak kadar özgündür. (Bu tarafını ayrı ve çok severim.)
Özgünler, farklı ve yeni şeyler söyleyenler pek sevilmez bizim ülkemizde. O nedenle muhalif oklar/sözlerle kılıç çekeni çok olmuştur Hüseyin Akın’ın. Ağabeyi olarak ona sözümüz, dert etme Hüseyindir: Başın öne eğilmesin / Ağladığın duyulmasın. Boşver gerisini.
Hüseyin Akın denilince benim zihnimde bir pencere canlanır. Kestane ağaçlarından yapılmış bir evin, ahşap bir penceresinden dünyayı nazar eyleyen bir şair. Adil mert yiğitçe bir nazar. Dünden bugünden yarından bir nazar. Yazdıkları, söyledikleri tam da budur onun. Gözlemi, özlemi, söylemi budur Hüseyin Akın’ın. Budur, buncadır, bunadır.
Her şair bir kitaptan ibaretse eğer, benim için Hüseyin Akın Kumaştan Çalan Terzidir. Her şair bir dizeden ibaretse eğer, Hüseyin Akın benim için Ellerimden kayıyor yaşamaktır.
Günde üç öğün, beş vakit şair o.
Onun her şiiri, her yazısı, her paylaşımı ciddiye alınmalıdır. Alınmalı, okunmalı, sevilmelidir.
Hüseyin Akın, ahşap pencerelerin şairi. Dışı eski, içi yeni pencerelerin.
Özülkesinde imgesel bir Ünlemdir aslında Hüseyin Akın.
Muzip ve naif bir Ünlem hem de.