Hatice Kızılorman (Öğretmen / Adapazarı): “Sizi yazI  yazmaya özellikle de portre yazmaya yönelten sebep neydi? Yazabildiğinizi ne zaman keşfettiniz?”                                                                                                                                                                Bunu çok düşündüm. Cevabını bulamadım. Lise 1’inci sınıfta (şimdi 9.sınıf diyorlar) Edebiyat hocamızın (Kof Kemal) derste verdiği ‘herkes hikâye yazsın bakalım’ ödeviyle keşfedildim. 14,5 yaşındaydım. Edebiyat kolu başkanı seçildim sonra. Üniversitede de iyi okuyan bir mühendislik öğrencisiydim. O yaşlarda özdeyiş yazarı Selahaddin Abi yakaladı beni. Dost olduk. Kalemimi terbiye etti. Hâlâ yazıyorum. Her şey kendiliğinden oldu. ‘Sende portre yazarlığı yeteneği var’ deyip yönlendiren de rahmetli Selahaddin Abi’ydi. Yazabileceğimden, ilk deneme yazım Yedi İklim’de 1993 Aralık ayında yayınlanınca, emin oldum. Otuz küsur yıldır çeşitli dergilerde yazıyorum. Sonra da kitaplaşıyor o yazılar. İşte böyle. 

 

İbrahim Gürel (Yazar / Adapazarı): “a) Yazın hayatınızda ‘keşke’leriniz var mı? b) Bugün için yaşayan on dört yazarı olduğunu bildiğimiz Portre türünün geleceğini nasıl görüyorsunuz?”                                                                            Hiç keşkem olmadı İbrahim. Ama her yazar, zaman zaman, şu vehme kapılıyor. Benim de kapıldığım olmuyor değil: Bu kadar yıldır, her ay dergilerde dört beş yazı yazıyoruz. Yirmi küsur da kitap olmuş. Yazdıklarımız bir işe yarıyor mu acaba? Ama Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde bir doçentin, Hatice Bilen Buğra ile ilgili hazırladığı kitabının ilk on beş sayfasında benim Hatice hanımla 1991’de yaptığım söyleşiden ve hakkında yazdığım portreden sekiz alıntı yaptığını görünce veya Mersin’de, Cennet - Cehennem Mağarası girişinde bir hanımın, siz Yazar Fahri Tuna değil misiniz? Sizi geçenlerde TRT2’de ilgiyle izlemiştim, deyince, yazdıklarımın boşa gitmediğini hissediyor, mutlu oluyorum. Portre türü ülkemizde hakkını, hak ettiği yeri alabilmiş değil. Ama hızla yayılıyor ve gelişiyor. Ben görmesem de yirmi - yirmi beş yıl içinde, çok sevilen ve çok okunan bir tür olabilir, inancındayım.

 

Yusuf Yılmaz (Yazılımcı / Sakarya):                                                                                                                     “Hocam edebiyat dünyasında kendinizi ve eserlerinizi nerede görüyorsunuz”                                                      İnsanın kendisini bir yerde görmesi doğru da değil, ahlaki de değil Yusufcuğum. Bunu eleştirmenler ve okurlar belirleyebilir. Ama birçok yazar beni (ve eserlerimi), ülkemizde yaşayan on beş portre yazarı arasında, ilk üçte görüyorlar. Bana göre, en iyimiz şair Mehmet Aycı. Mehmet kardeşimin portrelerini çok beğeniyorum. Çok imgesel ve şiirsel. Ben de sınıfı geçerim herhalde.

 

Aysel Gedik (Gıda mühendisi / Mersin):                                                                                                ‘Kendinize dışardan biri gibi baktığınızda; Fahri Tuna'nın bu zamana kadar en başarılı olduğu eseri? Eksiklikleri? Ve başarısının sırrı ?'                                                                                                                     Son yazarın son kitabı - şimdilik en azından - en iyi eseridir. Benim de ‘Eskader 2022 Yılın Portre Kitabı’ seçilen, 2022 Kasımında Hece Yayınları’ndan çıkan Kırklanmış Portreler kitabım, en başarılı eserim. Güçlü ve özgün başlıklarım olduğu, edebi sanatları zengin kullandığım, kısa - uzun cümle dengemin iyi olduğu, şiirsel, samimi, ironik, yalın bir Türkçem olduğu söyleniyor. Eyvallah. Eksiklerim; daha şiirsel yazmalıyım. Dili daha zengin kullanmalıyım. Daha az yazmalıyım. Başarımın sırrı mı? Sayısal, mühendis kökenli olmam büyük avantaj yazarken, sanıyorum. Bana, kişilere ve olaylara farklı bakmayı ve farklı yazmayı kazandırmış olabilir. Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu gibi üstatları gençliğimden beri okumam, hep yeniyi aramam, sağ - sol ayırmadan bütün iyi yazarlardan beslenmeye çalışmam da etken olabilir. Olmayabilir de.

 

Nermin Kaçar (Emekli memur / Bolu):                                                                                                           “Bir portre yazarı olarak, kendi portrenizi yazsanız ne yazardınız?”                                                                                      Yazdığım kişilere karşı daha hoşgörülüyümdür. Kendimden hoşlanmam ve acımam da. Erdem, karşımızdakinde bizden daha güzel görünür, diyen filozof ne kadar haklı. Bir gün kendi portremi de yazacağım inşallah. Kendimi iyi tanıyor ve zaaflarımı da iyi biliyorum. Öfkelerimi de. Ne kadar müdanasızsam o kadar da iyimser ve - yengenizin tabiriyle - saftiriğin tekiyim. Hiç yalan söylemediğimden olacak, her söylenene çok çabuk inanırım. Dik kafalı ve inatçıyım. Bazen sözün şehvetine kapılıp gereksiz ve uzun konuşuyorum. Gördüğünüz gibi zaaflarım çok. Ama izninizle - Cahit Koytak Abi gibi cevap vereyim - : Ben iyi bir yazarım ve iyi portreler yazıyorum. Denemelerim de sınıfı geçer, galiba.

 

Necla Dursun (Bankacı / İstanbul):                                                                                                                                               “En sevdiğiniz huyunuz ve sevmediğiniz huyunuzla, yazınsal anlamdaki en büyük pişmanlığınız ve edebi dönüm noktasını öğrenebilir miyiz?”                                                                                             Paraya, güce, makama önem vermeyen, eğilmeyen, dik duruşlu, ihtirassız, garip gurabayı, fakir fukarayı, yetimi öksüzü görüp kollamam, ömrümü Türkçeye vakfetmem, herkesi ve her olayı olumlu tarafından görmem, iyi huylarım. İnatçı, dik kafalı, yüksek özgüvenden ötürü bazen kibirli sanılmam, babamdan tevarüs ettiğim yüzümün hep ciddi ve soğuk olması, bazen sözün ve yazının şehvetine kapılmam, gece gündüz hiç yorulmadan çalışmam, kaliteden çok üretimi esas almam, iflah olmaz iyimserliğim, sevmediğim yönlerim. Edebiyat alanında pişmanlığım yok, Necla yeğenim. Cihat Zafer, Ihlamur Dergisi Fahri Tuna Özel Sayısı çıktığında (43 şair yazara benim portremi yazdırtmışlardı, Aralık 2019 tarihli, 84. sayı) bana, mühendis adamsın. Bu zekâ ve çalışkanlığınla edebiyatı değil de ticareti tercih etseydin, en azından kırk dairen veya kırk dükkânlı işhanın olurdu. Geriye dönüp baktığında, pişman mısın abi? Diye sormuştu. Ben de bir daha dünyaya gelecek olsam, yine yazar olmak isterdim. Allah’ın bana bahşettiği yeteneğin hakkını vermek ve medeniyet dili Türkçeyi yaşayıp yaşatmak en baş misyonum. Hâlimden şikâyetçi de değilim, diye cevap vermiştim. Bugün de aynı düşünüyorum. Tıpatıp aynı.

 

Aslıhan Akkoyunlu (Türkçe öğretmeni / Adana):                                                                                                                       “Fahri Tuna'ya Fahri Tunaca bir soru; kıymetli hocam bu kavramların sizde çağrıştırdıklarını bir iki kelime ile öğrenmek isteriz:                                                                                                           

Adapazarı? Gönlümün başkenti. (1991’de bir yarışma için yazdığım Adapazarı şehir portremin başlığı.)

Portre?  Hayatım oldu. O beni seçti. İtiraz etmedim.

Selahaddin Şimşek? Çağın vicdanı. Kalemimi terbiye eden ağabeyim.

Faik Baysal? Gül Sancılı Adam. (2007’de onun hayatını anlattığım kitabımın da başlığı bu.)

Ayşenur Gülsüm? Çıtırığım (İnce ve uzun manasına). Tatlışım. Yetenek. İyi öykücü. Oğlum Ahmet Arif ile birlikte neşem.

Endüstri mühendisliği? İyi ki okumuşum. Çok memnunum. Hem yazılarımda hem organizasyonlarımda hem hayatımda en çok faydalandığım disiplin. En sosyal mühendislik.

Balkanlar? Kızıl elmam. Bir gün yeniden bizim olacak. Olmalı. Buram buram biz zaten.

Yaz’İstan’bul? On yıllık yazarlık projem. Ülkemin kıyıda köşede kalmış yetenekleriyle yol arkadaşlığım.

Türkiye Yazarlar Birliği? D. Mehmet Doğan. (Rabbim şifa versin.) Milletimizin edebiyat ayağı.

Galatasaray? Heyecanım. Tutkum. Ailemden biri. (Hayatım beş kişi: Eşim, oğlum, kızım, torunum Selim ve GS.) Son dokuz şampiyonluğu statta seyrettim. Onuncuyu da bu Pazar (19 Mayıs 2024) Alisamiyen’de seyredeceğim inşallah. On iki yıldır da kombine sahibiyim.

Betül Açıkgöz (TDE öğretmenliği öğrencisi / Yalova):                                                                                                                                           ‘Yazarlık deneyimlerinizi baz aldığınızda sizce başarılı yazar kime denir? Özellikleri nelerdir?’                                               İyi, lezzetli, ufuk açıcı, yalın, şiirsel metinler yazan, Türkçeyi özgün, zengin ve imgesel kullanan. Kendine has üslubu olan, her yazısında farklı ve özgün bir kalem olduğunu biz okurlarına hissettiren kaleme başarılı yazar, diyebiliriz, Betül kızım. İnşallah sen de başarılı bir yazar olursun. 

Yasin Andaç (TDE yüksek lisans öğrencisi / İstanbul):                                                                                           “Yaşayan Malkoçoğlu Fahri Tuna için bir emeklilik hayatı mümkün müdür, Türk İslam coğrafyası ve özellikle gençleri ayağa kaldırmak gayretinizin, bana ne diyemeyişinizin motivasyonu nedir?”                                                                                                                                               Hoca Ahmet Yesevi. Yunus Emre ve Taptuk Emre. Hacı Bayram Veli ve Hacı Bektaş Veli. Ahi Evran ve Şeyh Edebalı. Nasreddin Hoca ve Somuncu Baba. Sarı Saltuk ve Demir Baba. Hasan Sezaiyi Gülşeni ve Ahmet Amiş Efendi. Yahya Kemal’in dizesiyle kökü mazide olan ati olmaya çalışmak. Bizi biz yapan portrelerin ruhuma üfürdüğü motivasyon, Yasinciğim. Rabbim ömür nasip ederse, Yaşa’yan Portreler (2016) ve Kırklanmış Portreler’den (2022) sonra, üçlemenin son kitabı, birkaç yıla, Bizi Biz Yapan Portreler’i yazmak istiyorum. Bu fani dünyadan, İslâm Medeniyetinin Türkçe şubesinde, görevini yerine getirmiş bir yazar olarak uğurlanmak isterim. Emeklilik mi; o ne? (Resmen 17.7.2009’dan beri emekliyim zaten ama çok şükür daha çok çalışıyor, üretiyorum bu süreçte. Ölene kadar da devam, Yasin.)

 

Emre Karaman (Yazılım mühendisi / İzmit):                                                                                                                                                                       “Siz Sakaryalı bir o kadar da Kocaelilisiniz. İki şehrin rekabeti hakkında ne düşünüyorsunuz?”                                                                                                                 Ben ne kadar Adapazarlı ve Sakaryasporluysam, o kadar da İzmitli ve Kocaelisporluyum. Doğduğumda ilçem Kaynarca, Kocaeli’ye bağlıymış. Akrabalarımın yarısı İzmit’te ikamet ediyor. Dayım, dayımın oğlu, diğer dayımın oğlu, teyzemin iki çocuğu, amca oğlum, köyden kapı komşum. Stajımı Seka’da yaptım. Eşime İzmit’te evlilik teklif ettim. Nikâhımız İzmit’te kıyıldı. En az kırk Kocaelispor maçı seyrettim orada. Son yedi yıl boyunca, İzmit, Gölcük, Kartepe, Gebze ve Kandıra’da yazarlık dersleri verdim. Benim kalbimde Adapazarı-İzmit, özbeöz kardeştir. Ama futbol fanatizmi ve vandalizm, son çeyrek asırda iki kardeş şehri düşman etti birbirine. Bu tuzağa düşmeyelim. Kin ve nefreti uzak tutalım kalbimizden. Yaşasın Adapazarı-İzmit kardeşliği diyorum.

 

Hümeyra Akargeçer (Güzel sanatlar öğretmeni / Adapazarı):                                                                                                                                   “Yazarlık veya sanat yeteneğinin genetik olduğunu düşünüyor musunuz?’                                                      Elbette. Biz Okçuoğlu Ailesiyiz. Karakeçili Yörüklerinin Softalı boyunun Okçu kolundan. Son sekiz asırda, yavaş yavaş, Horasan, Doğubeyazıt, Maraş ve Bilecik’te yaşayıp iki asırdır da Kaynarca’dalar. Gelip Okçular Köyü’nü kurmuşlar. Anasının veya babasını soyadı Okçu olan şair, yazar ve sanatçıları söyleyeyim sana, Hümeyra: Raif Okçuoğlu’nun torunu deneme - portre yazarı Fahri Tuna, Niyazi Okçu’nun torunu hattat Hümeyra Akargeçer, Fahrettin Okçu’nun şair-romancı kızı Neslihan Cebesoy, Okçuoğlu Arif Tuna’nın torunu hikâyeci Ayşenur Gülsüm. Bir aileden dört şair yazar sanatçının çıkması tesadüf olabilir mi sence Hümeyra? Kanaatimce bu işin bir tarafı genetik.

 

Aygül Yıldırım Uzun (Aktivist - yazar / Bolu):                                                                                                                                              “Hocam hiç kimsenin sormadığı bir sorum var. Şayet benim portremi yazacak olsaydınız ne yazardınız?”                                                                                                                                                    Mavi gözlü melaike. Enerji küpü. Melek kalpli yazar adayı. Ümmetin fakir fukarasını, garip gurabasını, dul yetimini kendi çocuklarından ayırmayan, hatta ileri tutan çağdaş Adeviyye Hatun. Bolu’da yabancı, ümmette yerli. Hep iyiye güzel estetiğe seyahat eden Karadenizli kalem ve gönül seyyahı. İyimser mavi. Yeter mi Aygül kardeşim… 

 

‘Fahri Bey; size ‘özel hayatından’ ikişer, üçer kelime ile cevap vereceğin, on soru yöneltmek istiyorum:

Hatipağa? Hayatta en çok sevdiğim insan. (Büyükbabam.) Hâlâ üzerimde çok etkisi var. (İçki, sigara içmiyorsam, yalan söylemiyorsam, hiç küfür etmiyorsam, beş vakit namaz kılıyorsam, üzerimde hep Hatipağa’nın etkisi. Duacıyım ona.) 

Sadiye Babaanne? Belki de yeryüzünde beni en çok seven insan. İlk himayecim.

Arifa? Sert, ciddi, katı, disiplinli bir baba. (Hiç dayağını yemedim. Bakışlarıyla döverdi.)

Rafinge? Okuma yazma bilmeyen mühendisim o benim. (Annem.) Ben en çok onun eseriyim. (Sen bana, kızım babasına çekti, derdi.) İyi Türkçemi de ona borçluyum.

Okçular? Dedelerimin kurduğu, doğduğum, ilkokul bitene kadar yaşadığım köyüm. Her karakteri ayrı bir portre zenginliği. (İnşallah bir gün kitabını yazarım.) Tepede, manzarası çok güzel bir köy. Belki de seyyahlığımın, dünyayı dolaşmamın temelinde o güzellik duygusu var.

Kaynarca?  Ortaokulu okuduğum ilçem. Çocukluğumun masal kasabası. (Cuma günleri, Yaşar Usta’nın lokantasında yediğim Salçalı köftelerin nefis tadı hâlâ damağımda.)

Adapazarı? Tam elli yıldır içimde. (Kâh o benim, kâh ben onun.) Aramız iyidir. Severiz birbirimizi. Arada sitemleşsek de birbirimizsiz de yapamayız.

Bitter?  Garagülmezim. (Eşim.) Ama yüzümü güldürenim. Esmerliği ve tatlı sevmemesi nedeniyle, lakabı Bitter.

İstanbul? Âşığım ona. Huzurum. Neşem. Dünyam. On beş günden fazla görmezsek özleriz birbirimizi. Koşarız, kucaklaşırız. (19 Mayısta GS-FB Derbisinde buluşacağız inşallah.)

Lakabın? Çok var: Evde Saftirik. Mahallede Sırık. Üniversite öğrenciliğimde Filozof. Şehirde Atom Karınca. Vali Hasan Duruer ve bazı çevrelere göre Çağdaş Malkoçoğlu. Bazılarınca Fahri Baba. Bazılarınca Reis. Bazılarınca Evliya Çelebi. Öğrencilerimce Leylek Kollu Yazar Amca. Organizatörlüğüm nedeniyle Bıyıksız Fatih Terim. Bence, Matrak Meczup.