Peygamberler toplumlarında iki hususun temini için örnek, çalışkan ve öğreten konumdadır. Bunlardan birincisi güven veya emniyetin tesisi, diğeri ise çeşitli rızıklar ile geçimin sağlanmasıdır.

Güven ve emniyete ulaşmanın olmazsa olmazı tevhid inancı yani sahih bir imandır. Rabbimiz buyurur ki: İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır. (En’âm, 82) Tevhid esası ne kadar doğru ve tam öğrenilirse insanlar gerçek bir özgürlüğe ve erdeme ulaşırlar. Bu özgürlük insana zarar verici sebeplerden koruyucudur. Zulmetmez ve zulme razı olmaz. Zarar vermez ve zarara razı olmaz. Ülkemizde ise maalesef en az konuşulan husus tevhid ve zıddı olan şirk meselesidir. Ehli Kitap Allah’ın oğlu var derken, bizde ise atalar dinine/sistemine tabi olmak vardır. Rabbimiz burdu ki: Onlara “Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin” dendiğinde, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter” derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda gitmeyen kimseler olsa da mı?” (Mâide, 104)

Rızık konusu ise karmaşık olduğu kadar sade de anlatılmaktadır. Rızık peygamberlik, ilim, evlat, nimet, gıda, geçimlik ihtiyaç gibi birçok anlama gelmektedir. Peygamberler bu hususta teşvikkâr oldukları gibi, hayatları ve duaları da bizim için örnektir. Rabbimiz buyurdu ki: İbrâhim, “Rabbim! Burayı güvenli bir şehir yap, halkından Allah’a ve âhiret gününe inananları da çeşitli ürünlerle rızıklandır” diye dua etmişti. Allah buyurdu ki: “İnkâr edene de az bir süre dünya nimetleri veririm, ama sonunda onu cehennemin azabına sürerim. O ne kötü bir sondur!”(Bakara, 126) Toplumu yöneten ve irşad edenlerin görevi toplumun imanla beraber dünya hayatında güzel bir rızka sahip olmalarıdır. O rızık ki iman etmeyene de sağlanmalıdır.

İçinde yaşadığımız sıkıntıları bu ayetin mihverinde düşünmek ve anlamaya çalışmak gerekir. Rabbimiz bu dengenin bozulmasını şöyle haber veriyor: Allah şöyle bir şehri örnek veriyor: Bu şehir güvenlikli ve huzurluydu; her yerden oraya bol rızık geliyordu. Derken ahalisi Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük etti, Allah da onlara yapıp ettikleri yüzünden genel bir açlık ve korku felâketini tattırdı. (Nahl, 112)

 “Burada asıl anlatılmak istenen şudur: Allah’ın nimetlerine şükretmek ve O’nun peygamberleri aracılığıyla bildirdiği yasalarına uygun davranmak, bir kulluk ve insanlık borcu olduğu kadar, insanların toplumsal ve ekonomik huzuru, güvenliği bakımından da bir zarurettir. Çünkü Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük anlamına gelen açık ve bilinçli inkâr ve kabalıkların toplumsal bir hal almasıyla, insanların ekono­mik, sosyal ve psikolojik problemleri arasında bir ilişki bulunmaktadır; insanlar bu kötü gidişin sonuçlarını er veya geç, kaçınılmaz olarak, açlık ve korku türü musibetlerle yaşarlar.”  (DİB tefsiri)

Toplum olarak kendimize gelmedikçe bu manevi ve maddi sıkıntılar bir elbise gibi bizi sarıp sarmalayacaktır. Belki ateşten bir gömlek olacaktır. Katran misali yangın alevlenecektir. Hep beraber tevbe ve istiğfara (kavli ve fiili) ihtiyaç ve zaruret vardır.

Pazar sabah namazı sonu Orhan Camide “Müjdelenen Peygamberimiz” sohbetine bekleriz.