Hepimizin, düşünmeden konuştuğumuz ve sonrasında uzun uzun düşünmek zorunda kaldığımız sözlerimiz olmuştur mutlaka. Mevlana, bu konuda bizi uyarıyor ve sözlerimizin yaydan fırlayan ok gibi olduğunu ve geri alamayacağımız için oku fırlatmadan düşünmemiz gerektiğini belirtiyor. Dil yarasının en acı yara olduğunu bilmeyen yoktur. Fakat bu yara ile yaralanmayan da yaralamayan da yoktur.
“Belki de çok mutlu olacaktık, tutsaydık dilimizi” gibi cümlelerin olduğu pişmanlık dolu şarkılar, tam da bizi anlatır fakat yine de dilimize aşırı serbestlik tanımamıza engel olamayız. Yunus Emre, Söz ola kese savaşı, Söz ola bitüre başı, Söz ola agulu aşı, Bal ile yağ ede bir söz. diyerek, söz söylemenin bir sanat olduğunu ve tesirinin söylenen söze ve söyleniş şekline bağlı olduğunu çok güzel ifade ediyor.
Büyük Selçuklu döneminde yaşayan, miladi 1111 yılında 53 yaşında vefat eden ve geride insanın okumaya bile zor güç yetireceği sayıda eser bırakan büyük mütefekkir İMAM GAZALİ, 4 ciltlik muhteşem eseri “İHYA”nın bir bölümünü Dilin Tehlikelerine (Afetlerine) ayırmış ve 20 adet tehlikeden bahsetmiş. O bölümde, susmanın faziletinden, boş ve fuzuli konuşmanın, çekişme ve münakaşanın, yapmacık ve süslü sözlerin, küfürlü kötü sözlerin tehlikelerinden bahsediyor ve bunların içinde en tehlikelilerin yalan söylemek, gıybet etmek, münakaşa etmek ve alay etmek olduğunu anlatıyor.
20 maddenin içinde şu madde dikkat çekiyor: -Konuşulan sözdeki gizli tehlikelerin farkına varamamak.
Bu nedenle çok gerekmedikçe konuşmamak, susmak gerektiğini belirtiyor. Yeterli bilgiye sahip olmadan, gereksiz, ölçüsüz konuşmayı, haddi aşan sözler sarf etmeyi bir hastalık olarak nitelendirmiş.
Haddi aşan, ölçüsüz, içinde açık ve veya gizli büyük tehlikeler barındıran sözler konusunda benim aklıma ilk gelen ve kanaatimce en çarpıcı örnek, ünlü “TİTANİC” için söylenen şu sözdür: “Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz!”.
İnşasında 17.000 kişinin görev aldığı devasa bir gemi olan TİTANİC, yapımını üstlenen şirketin mühendislerince ve yetkililerince bu talihsiz cümle ile tanıtılmış ve “Tüm zamanların inşa edilmiş en muhteşem bilim ve teknoloji harikası” olarak nitelendirilmişti.
Bu “meydan okuyan” sözler, duyulan aşırı gurur ve abartılı coşku, ismini bile Yunan mitolojisinde Tanrı anlamına gelen TİTAN kelimesinden alan bu geminin 15 Nisan 1912 gecesi “daha ilk seferinde” batmasına engel olamamıştı. Bir buz dağına çarparak batan tek okyanus gemisiydi Titanic.
Oysa gemi yapılırken bütün hesaplar en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, en yüksek kalitede çelik kullanılmıştı. İhtimal verilmese de batmasının bile üç gün süreceği hesaplanmıştı; fakat okyanusun üç bin metre derinlerine inmesi üç saati bile bulmamıştı.
“Seçkin insanlardan seçilmiş” yolcular da asla “batmaz ve batırılamaz” bir gemide olduklarına inanmaktaydılar. Fakat geminin batışı, 2200 yolcudan 1.514’ünün ölümüyle sonuçlanmış ve en büyük deniz felaketlerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
Son dönemde insanın ağzından çıkan hiçbir sözün yok olmadığı ve evrende dönüp dolaşıp söyleyene geri döndüğü ve evrenin sizden ne duyarsa onu size geri verdiği gibi batı kaynaklı söylemler çok yaygınlaştı.
Hayatınıza güzellikleri, olumlu olan şeyleri çekebilmek için evrene olumlu mesajlar göndermek zorunda olduğumuzu düşünenlerin sayısında önemli bir artış var. Aslında bu konu, bize yabancı değil.
“Biz iyi diyelim iyi olsun” diyen, kötüyü çağırmamayı tembihleyen, “her şerde bir hayır” gören, “ya hayır konuş ya da sus” diyen, isteklerimizi evrene mesaj göndererek değil Allah’a dua ederek isteyen, iyi konuşunca gül bahçesi, kötü konuşunca dikenlik olacağını söyleyen bir kültüre sahibiz.
Evrene mesaj vermekten, ağzımızdan çıkan sözlerin yaşadıklarımıza etkilerinden bahsederek bunu yeni bir şeymiş gibi sunan ve pazarlayanlar aslında Hak Aşığı Mevlana’nın 700 küsur yıl önce söylediği şu çok etkileyici sözlerden istifade ediyorlar:
“Dünyada olabilecek her bir olay için misal aleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın. İnsanın kaderine müdahalesi buradadır.”
Barış Manço’nun dediği gibi “öğrenmemiz gereken ilk dil tatlı dil” olmalı.
Dolayısı ile Dilin Tehlikelerinden korunmanın iki yolu var: Ya susacağız ya da tatlı dilli olacağız, güzel kelimeler söyleyeceğiz ve güzel ihtimalleri uyandıracağız.