İbadetler mali, bedeni, mali ve hem de bedeni olmak üzere üç kısımda anlatılmaktadır. Bedenin de devamı için ekonomiye ihtiyaç vardır. Kısacası iktisat hayatın her alanında nefes gibi öneme sahiptir. Bununla beraber mal sevgisi önemli ve değerli olmakla beraber sevgiler arasında ki sıralamada yerini doğru ve iyi tespit etmek gerekir.
İçinde bulunduğumuz manevi mevsim dolayısıyla Ramazan ayının ekonomiye etkisi diğer zamanlara göre çok büyük önem arz etmektedir. Ekonominin olmazsa olmazı ise kazancın ilahi ve insani yönden meşru olmasıdır. Haram bir kazanç asla meşru değildir.
Ramazan ayı gıda yönünden tüketimin azalması gerekirken, özel sofra ve iftar dolayısıyla belki de daha fazla tüketim olmaktadır. Her harcama da israfta kaçınılmazdır. İftar seyahatleri, ev dışı yemek programlar, giyim kuşam ihtiyacı ve ziyaretlerde hediye alınması gibi sebepler de ekonomik değer üretmektedir.
Ramazanın manevi rüzgârı Müslüman âlemde her zamankinden daha çok yardım adı verilen zekat, teberru, fitre, fidye ve sadaka ile ekonomiye ciddi bir ivme kazandırmaktadır. Ramazan ayının insanlığa sunduğu iktisadi programın yıl ve ömür içindeki etkisini ekonomi bilginleri araştırmalıdırlar.
Son olarak şunu ifade edelim ki orucu anlatan ayet paragraflarının son ayeti ise ekonomik ahlaka vurgu yapmaktadır. “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Bile bile, günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemeniz için onun bir parçasını yetkililere aktarmayın.” 2/188
TOPRAK TEMBEL DEĞİLDİR.
Sizlere iki ayet üzerinde düşünmenizi arz ederim. Kehf suresi 33 ve 35. Ayetlerdir. “33. Bağların ikisi de yemişlerini verip hiçbir ürünü eksik bırakmamışlardı. İki bağın arasından bir de ırmak akıtmıştık.-35. Böyle bir böbürlenme içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi: “Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam.”
Bahsedilen kişinin bahçesi ona zulmetmedi fakat o kendine zulmetti buyrulmaktadır. Arapça metinde zulüm kelimeleri geçmektedir. Anlıyoruz ki bağ, bahçe, arazi, tarla ve toprak insana ürününü vermek üzere asla zulmetmiyor yani haksızlık etmiyor. Asıl olan insanın kendine zulmetmesidir. Ülkemizde çeşitli sebeplerle ekilmeyen araziler birer zulümdür. Bu zulmün kaynağı ise farklı sorumluluk alanlarında ki insanlardır.
Saksı veya meyve kasasında ki toprak dahi nane ve maydanoza kadar ne ekersek onu bize ikram etmektedir. Bazı batı şehirleri sanki ormana kurulmuş gibi yeşillik içinde ve ağaç korularıyla zinetliyken bizde ise başta ormanlar olmak üzere yeşile bir vurdumduymazlık süregelmektedir. Hiç değilse kuşlara barınak, kulaklarımıza güzel bir cıvıltı sebebi olacak yeşile önem vermeliyiz.
Resûl-i Ekrem: “Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular. (Tirmizî, Zühd 44 )
Sahi bizim gölgelenecek ağacımız var mı ve o ağaca karşı sorumluluğumuz yeterli mi? Dindar olmak ağaca, toprağa ve üretime değer vermekle can bulur. Ancak ağacı da tapınak hale getirmeyelim.