Yaklaşık on yıl önce, omuz ağrısı ile gittiğim özel bir hastanede, parmak uçlarım ve topuklarım üzerinde yürüyebildiğim ve yumruklarımı sağlam vurabildiğim için doktor önce, “gücünüz yerinde, boyun fıtığı değil de, omuzlardaki kaslarla ilgili olmalı” dedi. Ve “yine de bir MR çektirelim” diye ekledi. Hemen o dakikada, alelacele, apar-topar, cihazı tanıtmadan ve beni hazırlamadan yatırdılar o tabut gibi yere.
O gün oraya yalnız gitmiştim. Görevli beni odada tek başıma bıraktı ve “sakın kıpırdamayın, hiç hareket etmeyin, biz sizi dışarıdan duyacağız ve izleyeceğiz” dedi. “MR”, “kapalı” dedikleri türdendi ve çok gürültülüydü. 20 dakika kalmam gerektiği söylenen cihazda 10 dakikayı zor tamamladım ve beni oradan hemen çıkartmalarını istedim.
Doktor, bu 10 dakikalık MR verilerini de yeterli buldu ve bana, “Boyun fıtığınız var. Hemen ameliyata almamız gerek yoksa boynunuzdan aşağısı her an felç olabilir, bu durumda ben sorumluluk kabul etmem” diyerek beni dumura uğrattı.
O gün ortaya çıkan kapalı alanda ve basık yerlerde hareketsiz kalma fobim (klostrofobi) bir süre artarak devam etti. Sonrasında “iyi” düşünmenin gücü ile hafifletmeyi başardım. En azından asansörlere binebilecek kadar iyi durumdayım. Boyun fıtığım ise 10 yıldır benimle.
O günlerde gittiğim başka bir doktor bana bir düzine fiziksel hareket tavsiye etti. “Bir süre uygula, ameliyatı ondan sonra konuşuruz” dedi. Halen o safhaya gelmedik çok şükür.
182 adet fobi var (Wikipedia). Bunların içinde insanı gülümseten, “ördekler tarafından izleniyor olma hissi-korkusu: anatidaephobia” gibi korkular da var. Fakat büyük çoğunluğu, örümcek korkusu: araknofobi, ölümden korkma: tanatofobi ve benim fobim olan klostrofobi gibi yaygın fobiler.
Glossofobi “topluluk önünde konuşma korkusu” tüm fobilerin içinde yüzde 40 ile en yüksek orana sahip olan fobi. Ölüm korkusundan daha yaygın. Çoğumuz “topluluk karşısında konuşmaktansa ölürüm daha iyi” diye düşünüyoruz. - Yanlış bir şey söylemekten ve rezil olmaktan- çok korkuyoruz.
Abdülkadir Özbek, 102 üniversitede eğitim veren, bu konuda uzman bir eğitimci. Yaptığı “TEDx” konuşmasında önceleri hedeflerini gerçekleştirmesine engel olan, topluluk önünde konuşma fobisini ve utangaçlığını nasıl yendiğini anlatıyor ve bunun için yaptığı 4 hafta süren alıştırmaları paylaşıyor.
Başta gençlerimiz olmak üzere çoğumuzun istifade edeceği ve oldukça eğlenceli sayılabilecek 4 haftalık alıştırmalar şöyle:
- 1. Hafta: Her gün yolda giderken hiç tanımadığınız 10 kişiye duyabileceği bir şekilde selam vereceksiniz.
- 2. Hafta: Her gün tanımadığınız 3 kişi ile 3’er dakika sohbet edeceksiniz. İletişimi siz başlatacaksınız.
- 3. Hafta: Her gün şehrin işlek bir caddesinde yolun karşısındakilere seslenip rastgele bir ismi çağıracaksınız. O isimden biri o an orada olabilir de olmayabilir de. (“Rezil oluruz” diye düşünmeyin, amaç zaten rezil olma korkusunu yenmek.)
- 4. Hafta: Her gün bir dükkana gidip olmayan bir ürünü soracaksınız. Eczaneye gidip “kandil simidi çıktı mı”, kuyumcuya gidip “bir kilo kıyma alabilir miyim” diyeceksiniz. Bu son hafta, öz güveniniz tavan yapacak ve bilinçli rezil olma deneyimi sizin topluluk önünde konuşma korkunuzu yenmenizi sağlayacak.
Bu alıştırmaları, yüz kızartıcı şeyler olarak düşünmeyin. Çünkü kimseyi dolandırmıyor, hırsızlık yapmıyor, kimsenin hakkını yemiyor ve zimmetinize para geçirmiyorsunuz. (Bakınız: Anayasa madde 76: Yüz Kızartıcı suçlar)
Kanaatimce, bütün fobilere en etkili çözüm onların üzerine gitmek. Bununla birlikte bir psikiyatrist, ilk akla gelen çözüm olabilir. Benim de klostrofobimi büyük ölçüde yenebilmem Psikiyatrist Dr. Mustafa Merter’in Hz. Mevlana’yı merkeze alarak yazdığı “Dokuz Yüz Katlı İnsan” isimli kitabı ile oldu.
Fobiniz ne olursa olsun istifade edebileceğiniz ve sizi bulunduğunuz kattan üst katlara çıkartabilecek bir kitap; Dokuz Yüz Katlı İnsan.
Yazımızı, kitabın 307. sayfasında yer alan, insanın potansiyelini ve bütün sorunların üstesinden gelebilecek bir donanıma sahip olduğunu anlatan paragraf ile bitirelim:
“Her insan kendine özgü bir “esma” bileşenine sahip, başlı başına bir alemdir. Optimal gelişme potansiyelini içinde taşır. Hz Mevlana bu potansiyeli, bir kayanın içinde gizli kalmış “yakut”a benzetir. Kimimizin içinde yakut, kimimizde zümrüt, kimimizdeyse gök mavisi renginde inci vardır. İnsanoğlu, içindeki bu gizli potansiyel açısından, bir hazinenin üzerinde oturmaktadır.”