Din adamı tabiri kullanımda olsa da çok doğru bir isimlendirme değildir. Eskiden Hademe-i Hayrat denilirdi. Şimdi ise “Din Gönüllüsü” tabiri kullanılmaktadır. Peki, bu başlık nerden aklımıza geldi derseniz? Yirmi beş yaşlarında bir gençle konuşurken elinde yirmi üç sayfalık bir kitap gördüm. Sahaftan almış. Kitabı Yazan Lee Vrooman. Kitabın girişinde meşhur müderrislerden İsmail Hakkı İzmirli beyefendinin bir mukaddimesi de vardır. İstanbul-1946 Amerikan Bord Neşriyat Dairesi tarafından basılmıştır. (Kenan Matbaası-1946).
Konumuza dönecek olursak din görevlisi dindar olabilir mi? Din görevlisi tanımına sadece Diyanet’te çalışan (Vaiz, imam, müezzin, Kur’an Kursu hocası) girmemektedir. Din dersi öğretmenleri ve İlahiyat Fakültesi hocalarımızı da dâhil edebiliriz.
Laik bir ülkede yaşadığımıza göre, kişilerin inancı sorgulanamaz. Devlete göre Diyanet ve Dini okullar laiktir. Halk ise bunlara İslami kurum olarak bakmaktadır. Yukarıda sayılan görevler bir anlamıyla memurluk olarak da telakki edilebilir. Ülkemizin yurttaşlık sorumluluğu ile İslami sorumluluğu arasında gece ile gündüz arası kadar fark vardır. Laik bir toplumda dindarlığın sınırları nedir ve ne olmalıdır? Gerçek anlamda dindarlık imkânı var mıdır? Kişinin dini öğrenme, yaşama ve öğretme anlamında ki imkânları var mıdır, varsa nelerdir?
Gelelim konumuza din görevlisi denilen kısmın başarısının ilk adımı dindarlıktan geçmektedir. Dindarlıktan kast ettiğim husus, halkın görebileceği güzel ahlak ve sorumluluk sınırı ve şuurudur. Yoksa teolojik alan ve tartışma bilgisi değildir. Güzel ahlak hikmet ile buluştu mu dindarlık tezahür eder.
Dini, memur olduğu için değil, Müslüman olduğu için saygın gören ve ahlakileştiren olmalıdır. Bu anlamıyla dindarlığımız sorgulanmalıdır. Bu mesele kanun ve tüzüklere sığdırılamayacak kadar önemlidir. Sanırım günümüz de ki etkisizliğimiz dindarlığımızın memurlaşmasıdır. Din görevlisi masum/günahtan korunmuş değildir, onun da tevbe hakkı vardır. Tevbe bir anlamda günah işleme potansiyeline işaret eder. Günah kibri, tevbe ise tevazuyu simgeler.
Kur’an-ı Kerimde ehli kitap âlimlerini/hocalarının olumlu ve olumsuz yönleri anlatılır, özellikle de olumsuz yönlerine dikkat çekilir. Mesela gücün ve iktidarın yanında yer almaları, eylemlerinin söylemlerine uymaması, hazların peşinde solumaları, insanların kazançlarını sömürmeleri ve yemeleri sonucu onları dinden soğutup uzaklaştırmaları gibi hakikati gizleyen ve hakla batılı karıştıran özelliklerine dikkat çekilmektedir.
Soruyu nefsim başta olmak üzere tekrar soruyorum. Din adamları/görevlileri/eğitmenleri dindar olabilir mi? Elbette olabilir. Asıl sorulması gereken soru şudur. Sayıları yüzbinlerle anılan görevliler olarak dindar olmadan muallim ve önder olunur mu? Dindarlık görev anında değil, aile ve toplum ilişkilerinde kendini göstermelidir vesselam. Her din görevlisi gerçek anlamda ahlaki olmalıdır fakat bu her zaman bu mümkün olmayabilir.