Acem Yahudi tiyatrosu ve hedef Türkiye

İran ve İsrail arasındaki gerginlik, bölgede yeni bir oyunun habercisi. Her iki ülke de birbirine karşı artan bir tehdit algısıyla hareket ederken, bu gerginliklerin Türkiye üzerindeki etkisi her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Orta Doğu’daki her çatışma, Türkiye’nin güvenliğine ve stratejik çıkarlarına yönelik büyük bir tehdit oluşturabilir. Yakın gelecekte çıkabilecek bir savaş, Türkiye’nin güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye sokabilir ve bölgedeki dengeleri altüst edebilir. Ancak perde arkasında bambaşka bir oyun sahneleniyor ve biz bugün bu oyunu tüm çıplaklığıyla ele alacağız.

Başlayalım

İran’ın Türklere duyduğu düşmanlık, tarihin derinliklerine uzanır. Persler, İslam’ın kabulünden sonra liderlik bayrağını Türklerin ele geçirmesini hiçbir zaman hazmedememiştir.  Buda yetmezmiş gibi bugün ki başkentlerinin bile yıllarca Türk hakimiyetinde kalması Türklere karşı inanılmaz bir öfke ve intikam hırsı ile dolmasına sebep olmuştur. Ülkede 16 farklı dil konuşulmasına rağmen Türkçe’nin hâlâ resmi diller arasında yer almaması, bu tarihi düşmanlığın bir yansımasıdır.

Tarih boyunca İran, mezhepsel çatışmalar üzerinden bölgesel güç olmayı hedeflemiştir. 1501 yılında Safevi Devleti’ni kuran Şah İsmail, Şiiliği devletin resmi mezhebi haline getirmiş, Anadolu ve Azerbaycan’da binlerce Sünni Türkmen’i zorla Şiirleştirme politikası izlemiştir. Bu süreçte birçok Sünni alim ve halk katledilmiştir. Şah İsmail’in sert politikaları, Osmanlı ile Safeviler arasında yıllarca süren bir mezhep rekabetine yol açmıştır.

1514 yılında Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi ile Osmanlı, Safevilerin Anadolu üzerindeki etkisini kırmışsa da bu düşmanlık hiç sona ermemiştir. Osmanlı ve İran arasında süregelen savaşlar, her iki devletin barış dönemlerinde dahi birbirlerine karşı derin bir güvensizlik geliştirmelerine neden olmuştur. Amasya (1555) ve Kasr-ı Şirin (1639) antlaşmaları geçici çözümler sunsa da, İran’ın Osmanlı topraklarında fitne çıkarmaktan vazgeçmediği bilinmektedir. Alman tarihçinin dediği gibi “Bugün Almanya’da ezanlar okunmuyorsa bunu Irana borçluyuz”

Safevilerin Osmanlı’ya yönelik düşmanlığı, bugün İran’ın Ortadoğu’daki Şii yayılmacılığıyla devam etmektedir. Bu yayılmacılık, bölgedeki istikrarı bozmakta ve milyonlarca insanın hayatına mal olmaktadır. Şii Hilali bağlamında İran’ın amacı, Orta Doğu’da Şii kuşağı oluşturarak bölgesel bir güç merkezi haline gelmektir. Peki bu kimin isine yarayacak? Yani Şia hilali de tıpkı kürdistan hayali gibi aslında İsraillin Arz-ı Mev’ud Planına hizmet etmektedir.

İran, 1979 İslam Devrimi’yle tarihin akışını değiştirmiş, bölgedeki siyasi dengeleri kendi lehine dönüştürmek için adım atmıştır. Devrimin başında İslamcı lider Ayetullah Humeyni’nin Fransa’dan İran’a getirilmesi ve rejimin ABD’nin müttefiki olan Şah Muhammed Rıza Pehlevi’yi devirmesi her ne kadar Amerikan düşmanlığı gibi görünse de günümüzde ortaya çıkan sonuç bize tam aksini soyluyor, somut örnekler verelim:

İran devrimi sonrası oluşan kutuplaşma, İran’ı Irak’a karşı bir denge unsuru olarak konumlandırdı. Böylece bölge sürekli bir çatışma atmosferine sokularak Körfez’deki güç dengesi bozuldu ve petrol akışını denetlemek daha kolay hale geldi.

 Devrimden sonra İran, İslam dünyasında mezhepsel bir ayrışmayı tetikleyerek hem Arap ülkeleri içindeki Şii azınlıkları etkiledi hem de İsrail’in düşmanı olan Arap milliyetçi rejimlerini zayıflattı.

İran, devrimden hemen sonra Irak’a yönelik stratejik hedefler geliştirmiş, uzun süreli bir savaş ile bu ülkeyi yıpratmıştır. Bu savaş (1980-1988), İran’ın bölgesel askeri gücünü test etmek ve genişlemek için bir fırsat olarak görülmüştür. Bugün, İran’ın Şii milisler ve örgütler aracılığıyla Irak’ın iç işlerine yoğun müdahalede bulunduğu ve bu ülkeyi sürekli istikrarsızlık içinde tuttuğu gözlemlenmektedir. Yani İran Irak’ı Amerika’nın işgaline hazır hale getirdi.

• Irak: 2003’te Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra İran, Şii gruplar aracılığıyla Irak’ta etkinliğini artırmış, bu süreçte on binlerce Sünni Müslüman milisler tarafından katledilmiştir.

• Suriye: İran, Esad rejimini destekleyerek muhaliflere ve Sünni unsurlara karşı büyük katliamlar yapılmasına katkı sağlamıştır. Bugün Ebubekir, Aişe ve Osman isimli binlerce çocuğun katledildiği görüntüler arşivlerde sabittir.

• Yemen: Husi milisleri aracılığıyla İran, Yemen’de Sünni gruplara ve sivillere yönelik şiddet uygulamış, milyonlarca insanı yerinden etmiştir.

Birleşmiş Milletler raporlarına göre, İran destekli milis gruplarının faaliyetleri nedeniyle milyonlarca insan mağdur olmuş, özellikle Yemen, Irak ve Suriye gibi bölgelerde çocuklar, kadınlar ve siviller savaşın kurbanı haline gelmiştir.

  Devrimden bu yana İran, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan gibi ülkeleri ya doğrudan işgal etmeye ya da içeriden çökertmeye yönelik adımlar atmıştır. İran’ın amacı, bu coğrafyayı istikrarsızlaştırarak İsrail’in genişlemesine uygun bir ortam yaratmak olmuştur. Bugün bakıldığında, devrimin asıl hedefinin yalnızca İran’ı dönüştürmek değil, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek olduğu netleşmektedir. İran devriminin bölgede yeni kutuplaşmalar yaratarak İsrail’in güvenliği için uygun bir zemin hazırladığı, aynı zamanda ABD’nin Ortadoğu’daki müdahalelerine meşruiyet sağladığı net. İran’ın nükleer programı, Lübnan’daki Hizbullah gibi vekil güçler üzerinden İsrail’e yönelik tehditleri ve ABD ile yürüttüğü gizli diplomasi, bu iddiaları destekleyen detaylar olarak kanıt niteliğinde.

 Bu süreçte, İran’ın Selahaddin Eyyubi benzeri bir lider çıkarma hayali dikkat çekmektedir. Ancak bu kez tarihsel figür Şii kimliğiyle ortaya çıkacak ve İslam dünyasında Şiilik propagandası yaygınlaşacaktır. Böylece İran, Şii kimliği üzerinden Müslümanların sempatisini kazanmaya çalışarak liderliğini pekiştirmek isteyecektir. Unutmamalı ki devrimden önce de kendi içinde parçalanmak üzereyken Şii düşüncesi ile değişik gruplar ve kökenleri tek bir çatıda toplamayı başarmıştı.

Bu konuda Ehli Sünnet Alimlerimiz bu acem oyununa karşı sürekli uyarılarda bulunması ve nasıl bir takiye içinde olduğumuzu anlatmaları gerekecek.

İran’ın İsrail’e dostlar alışverişte görsün niteliğinde attığı füzeler bahane edilerek, İsrail’in daha geniş kapsamlı bir saldırı için bahaneler verdiği artık su götürmez bir gerçek. Bu saldırılar sonrasında azalan devlet otoritesi ve MOSSAD ajanlarının etkisi ile İran’da halk ayaklanmaları ve yeni bir devrimin gerçekleşme olasılığı ortaya çıkabilir. Bugün sosyal medyaya baktığınızda eski Sah dönemine ait propagandaların çoktan başladığını görebilirsiniz.

Bölge ekonomik kriz, ambargolar ve çok çeşitli etnik yapısı ile zaten patlamaya hazır bir bomba gibi. Bu kadar ayrılık içinde Şiilik merkezli birliktelik artık yerini tıpkı Irak’ta olduğu gibi Özgürlük ve Demokrasi isteğine bırakabilir. Yeni rejimin kurulmasının ardından İran’ın ambargolardan kurtulması ve Batılı ülkeler tarafından silahlandırılması, ülkeyi yeni bir bölgesel tehdit haline getirebilir. Özellikle Amerika, İngiltere ve diğer Batılı güçlerin desteğiyle İran’ın güçlü bir ordu kurması muhtemeldir. Peki neden?

 

Zengezur Koridoru ve Turan Birliği İçin Tehdit

 

Yeni rejim, İran’ın uzun vadeli politikalarında değişiklik yaparak, özellikle Zengezur Koridoru ve Turan Birliği oluşumlarını engellemek için bir baskı unsuru haline gelebilir. Zengezur Koridorunun açılmasıyla birlikte Türk dünyasının entegrasyonu hızlanırken, İran bu süreçte “içerideki çıban” rolünü üstlenebilir. Kendisine ait olan Aras modelinde ısrarcı olabilir.

 Yeni rejimin, tarihsel intikam duygularıyla Türkiye’ye düşmanlık yapması olasıdır. Geçmişte Osmanlı ile mezhep çatışması üzerinden yürütülen düşmanlık, bugün de farklı biçimlerde devam ettirilecektir. Belki kulağa garip gelecek ama İran’ın, İsrail’le Türkiye karşıtı bir ittifak kurarak, Ortadoğu’da liderlik arayışı içine girmesi beklenmektedir. Türkiye, bu tarihsel rekabetin farkında olarak, stratejik adımlar atmalı ve bölgesel güvenliğini korumak için gereken tedbirleri şimdiden almalıdır.

Sonuç olarak

İran, tarihsel düşmanlıklarının izini sürmeye devam ederek, bölgedeki Müslüman ülkeleri istikrarsızlaştırıyor ve İsrail’in işgal planlarına uygun zemin hazırlıyor. 7 Ekim’den bu yana İsrail’le savaşın eşiğinde olan İran’ın, buna rağmen Halep ve İdlib’de Müslümanları öldürmeye devam etmesi, bu oyunun bir parçasıdır. İran’ın, “Kudüs’ü kurtarıyoruz” görüntüsü altında, bölgeyi İsrail’in işgaline hazırladığı açıktır.

Türkiye, bu “Acem Yahudi” oyununa karşı dikkatli olmalı, bölgesel güvenliğini sağlamak için stratejik adımlar atmalıdır. İran’ın, İsrail ve ABD ile arka planda yürüttüğü gizli diplomasiye karşı uyanık olmalıyız. Türkiye’nin bölgede güçlü bir aktör olabilmesi için bu oyunu boşa çıkarması ve İslam dünyasının liderliğini üstlenmesi şarttır.

Bu kritik dönemde Türkiye, geçmişten gelen derslerle geleceği inşa etmeli ve kendi stratejik çıkarlarını korumak için harekete geçmelidir. Şimdi dikkatli olmazsak, bölgede sadece seyirci kalır ve tarih sahnesinde bir figüran olmaktan öteye geçemeyiz.