Yeryüzünde yaşıyorsanız bir vatana aidiyetiniz olmalıdır. Gerek ülke içi haklar ve gerekse ülke dışı haklar bakımından bir vatanla ilişkiniz bulunmalıdır. Vatan aidiyeti olmayan kişilere “Vatansız” veya uluslararası yaygın terimle “Haymatlos” denmektedir.  Vatansızların yeryüzünde ki sayısının 10 milyondan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Ülke siyaseti ve idaresi ne olursa olsun vatansız olmak her bakımdan zordur.

Yurt dışında yaşayan insanlar çeşitli sebeplerle gruplara ayrılabilir.

Yabancı ülkelerde izinli ve izinsiz çalışan işçiler, öğrenciler, memurlar vs.

Kendi ülkelerinden uzaklaşmak durumunda olan mülteciler. Vatandaşlıktan atılanlar.

Yaşadığı ülkeye nispet edilse de azınlık olarak isimlendirilenler.

On milyona yakın nüfusumuz yurt dışında yaşamaktadır. Dünya siyasetinin verimsizliği ve yetersizliği sebebiyle ülke insanların bir kısmı çeşitli sebeplerle yurt dışında yaşamaktadırlar.

Bizim ülkemizde de bu sebeplerle ikamet eden milyonlar vardır. Bu konuda devlet olduğu kadar vatandaşlar da bir tefekkür ve yol haritasına sahip olmaları gerekir. Mesela Sudan ve Yemenden gelen öğrenciler, ebeveyni mülteci ancak bizim okullarda okuyan çocukları vs konusunda duyarlı ve ahlaklı olmak gerekir. Yabancı bir kişi suç işleyince tüm yakınlarını ve aynı statü de olanları cezalandırmak faydalı sonuçlar getirmez.

Gazzeli kardeşlerimiz kendi vatanlarında büyük bir şiddet ve vahşeti yaşamaktadırlar. Dünya siyaseti ve hukuku onları korumamaktadır. Kendi vatanlarında “Vatansız” gibi yaşamaya mecbur edilmişlerdir.

SEFERÎ SAYILMA BAKIMINDAN BULUNULAN YERLERİ İFADE EDEN VATAN-I ASLÎ, VATAN-I İKAMET VE VATAN-I SÜKNÂ NE DEMEKTİR?

İslâm, namaz ve oruç gibi ibadetlerin eda edilmesinde yolcularla ilgili bazı özel hükümler getirmiştir. Buna göre dinen yolcu (seferî) sayılan kimselerin dört rek'atlı farz namazları iki rek'at kılmaları, Ramazan oruçlarını sonradan tutmak üzere erteleyebilmeleri bu özel hükümlerdendir.

Dinen yolcu sayılabilmenin iki temel ölçütü vardır. Bunlardan biri mekân, diğeri ise mesafedir. Yolculuk açısından bir kimsenin bulunduğu yer, ya “vatan-ı aslî” ya “vatan-ı ikamet” ya da “vatan-ı süknâ”dır.
VATAN-I ASLÎ: Aslî yerleşim yeri demektir. Bir insanın doğup yaşadığı yer veya çalışmak üzere yerleşip geçimini sağladığı, ev alıp çoluk çocuğu ile yerleştiği yerdir. Kişi burada yolcu olmaz.
VATAN-I İKAMET: Yerleşmek maksadı ile olmaksızın on beş günden fazla kalmak üzere bulunduğu ve aslî vatanından en az doksan km uzaklıktaki yerdir. Kişi burada da yolculuk hükümleri uygulamaz.
VATAN-I SÜKNÂ: Bir kimsenin on beş günden az bir süre kalmak niyetiyle bulunduğu, aslî ya da ikamet vatanından en az doksan km uzaklıktaki yerdir. Kişi kaldığı yerde bu durumda ise yolcu sayılır.
Bu hükümler Hanefî mezhebine göredir. Şâfiî mezhebine göre ise seferî sayılabilmek için yaklaşık 90 km bir mesafeye gitme niyeti ile yola çıkılmış olmalı ve gidilen yerde, giriş ve çıkış günleri hariç dört günden az kalınmalıdır. Dört gün ya da daha fazla kalınmaya niyet edilmesi hâlinde seferîlik hükmü biter.

NAMAZLAR CEM EDİLMEK (BİRLEŞTİRİLMEK) SURETİYLE KILINABİLİR Mİ?

Belirli şartları taşıyan her Müslüman’a günde beş vakit namaz farzdır. Her namaz kendi vakti içinde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Namaz, müminler üzerine belli vakitlerde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır.” (en-Nisâ, 4/103) buyrulmaktadır.   

                Bu itibarla normal şartlarda her namazın vaktinde kılınması gerekir. Ancak geçerli bir mazeretin olması durumunda namazlar birleştirilerek (cem’ edilerek) kılınabilir.
“İki namazı birleştirmek” anlamına gelen “cem” öğle ile ikindi namazlarının öğle veya ikindi vaktinde; akşam ile yatsı namazlarının da akşam veya yatsı vaktinde birlikte kılınmalarını ifade eder.
              Hanefî mezhebine göre cem sadece hacılar için söz konusudur. Arefe (arife) günü Arafat’ta ikindi öne alınarak öğle vaktiyle birlikte (cem-i takdim sureti ile) kılınır. Aynı gün akşam namazı geciktirilerek, Müzdelife’de yatsı vaktinde birlikte (cem-i te’hir) kılınır. Bunun dışında namazları cem ederek kılmak caiz değildir.

Diğer mezheplerde (aralarında bazı konularda ihtilaf olmakla birlikte) sefer, yağmur, fırtına gibi mazeretlerle öğle ile ikindiyi veya akşam ile yatsıyı cem-i takdim ya da cem-i tehir yoluyla kılmak caizdir. Bu görüşün delillerinden birisi İbn Abbâs’ın verdiği "Resûlullah (s.a.s.) Tebûk seferinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kıldı." haberidir. Hanefîler bu ve benzeri hadislerde söz konusu olan cemin, sûrî (bir namazı vaktin sonunda, takip edeni de vaktin başında peş peşe kılarak, şeklen bir birleştirme) olduğunu söylerler.

Önemli mazeretlerin bulunduğu durumlarda Hanefî birisi de diğer mezhepleri taklit ederek anılan namazları cem ederek kılabilir. Mesela seferde olmak, imtihan saatiyle çakışmak, doktorun ameliyatta iken namazı vaktinde kılamaması gibi zarûret ve ihtiyaç hâllerinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazları, cem-i takdim veya cem-i te’hir ile kılınabilir.
           Namazları birleştirerek kılacak kişi, bu namazları peş peşe ve sırasına göre kılar; iki farz arasındaki sünnetleri kılmaz, başka bir şeyle meşgul olmaz. Öğle ile ikindinin farzları, öğle veya ikindi vaktinde; akşam ile yatsının farzları, akşam veya yatsı vaktinde peş peşe, ara vermeden kılınır. Sabah namazı ne yatsı ne de öğle ile birleştirilemediği gibi ikindiyle akşam veya yatsı ile sabah da birleştirilemez.