"Her çağın kendi idealine göre gördüğü sosyal manalı bazı rüyalar vardır." - Mehmet Kaplan.
Kur’an’ı Kerimi okuyan ve dinleyen bilir ki rüyalarda bize yol göstericidir. İbrahim peygamberin, Yakup oğlu Yusuf’un rüyası, iki mahkûm arkadaşının rüyası, Mısır melikinin rüyası ve sadâkati ve hakikati ayetle işaret edilen Muhammed (aleyhimüsselamın) rüyası bize işaretler vermektedir. Şimdi ne rüya gören melik var, ne mahkûm ve ne de bir başkası var. Rüyalarımız kurudu ve gönüllerimiz dumura uğradı evet sosyal anlamda kuraklık yaşıyoruz.
Kütüphanelerimizi okuyamıyoruz, divan edebiyatını hissedemiyoruz. Ne Fuzulimiz var ne Bakimiz ve ne de Akif’imiz var. Binlerce yıl yaşayacak alimlerimiz, ediplerimiz ve sanat severlerimiz ya yok ya da yok denecek kadar azdır. Sen ben kavgasından şiirimiz sustu, edebiyatımız lâl oldu, yazarlarımız intihal oldu ve okurlarımız da seyreder oldu. Kalite; sövgü, hakaret, iftira ve yalana kurban edildi.
“Kuraklık, yağışın uzun yıllar ortalamasından daha az gerçekleşmesi ile ortaya çıkan ve herhangi bir zamanda herhangi bir yerde meydana gelebilecek olan doğal bir iklim olayıdır.” Diye ehli tarif edilir. Benim bahsettiğim ise manevi ve edebi iklimimizin kuraklığıdır.
Manevi ve edebi kuraklık sosyal bir afettir. Kişi başına düşen kuraklık miktarı ölçülemeyecek kadar büyüktür. Kuraklık alanlarımız ise başta okullar, kürsü ve minberler, siyasi üslup ve aile içi iletişim prensiplerinin zayi olup yitirilmesidir.
Kalemin ve sözün kalitesi düştü, kaleme yemin edilen medeniyetten kaleme ihanet edilen çağa geldik. Kalem yalan dillerin tercümanı, sahte kalplerin mihmandarı ve mürekkebi ise gönüllerin zehiri mesabesinde olmuştur.
Eskiden beş bin beyit bilmeyeni müezzin etmezlermiş. Hatimle namaz kıldıramayana hafız denmezmiş, arabı ve farsı Türkçeyle kaynaştıramayana edib denmezmiş. Cumhuriyet rejimi kurak bir toplum ve nesil yetiştirdi. Öfkeyle büyütüldüğümüz padişahlardan 2. Murat, Fatih Sultan Mehmet, 2. Beyazıt, Kanuni Sultan Süleyman, 2. Selim, 3. Murat, 2. Osman, 4. Murat, 3. Ahmet, 3. Selim, 2. Mahmud hepsi şair ve edipti. Ya şimdi. Hatta 15 Şeyhu’l İslam’ın dahi divanı vardır.
Neden güzel gönüller ve sözler kulağımıza ve gönlümüze hitap etmiyor. TV ekranlarında Ramazan programlarının yavanlığı ve kuruluğu halimizin içler acısını göstermektedir. Gözünde ve sözünde edeb, dizinde ve gönlünde edeb, hal ve tavrında ilahi ziynet kuraklığı yaşıyoruz desem yalan mı olur. Kürsüler de gürültü ediyoruz, kalbin hilafına sözler, amelin yalanladığı öğütler yer etmiyor muhataplarımızda.
Hiç mi yok demeyin varsa da onlar azın azı, ya da eskilerin ezberci ve tekrarcılarıdır. Hekim olmayan doktor, halis olmayan vaiz, ezberi yitiren mihrab, cömertliği azalan ağniya, daima isteyen fukara hep sosyal kuraklığın sebebidir.
Gönüller ve diller yavanlaştı, gözler nazarı kaybetti, ehli zikir görünür/gösterir oldu, politika iç savaş oldu, aile memuriyet gibi anlaşıldı, sırlar faş oldu, sövgüler revaç buldu, gizli ve merak edilecek dünyevi ve şehevi hiçbir şey kalmadı.
Gelgelelim iki satır şiir, bir ayet, üç hadis ve üç beş kibarı kelam edecek ve dinleyecek takatimiz kalmadı.
Evet rüyalar bizi terk etti, uykular yetim kaldı, gündüzler güneş doğsa da karanlık oldu çünkü sosyal kuraklık bizi sardı ve sarmaladı. Değil mi?