Kubbealtı Lugatta ki tarifi şudur. “Terbiye, edep, kibarlık, zarâfet. Karşıtı: Kabalık: Aşkını söylemekten çekinecek kadar nezâket, büyüklüğü her erkekte görülüyor mu? (Ahmed Midhat Efendi). İncelik, nâziklik: Nezâket-i beden nedir gönülde rikkat isterim (Ziyâ Paşa'dan).”
Nezaket, ailede başlayan, okulla taçlanan, toplumla kemale eren bir ahlaktır. Spor ve güreş spikerlerinden pazarcı esnafına, dolmuşçudan siyasetçiye, çığırtkandan cazgıra kadar erkek ve kadın her kim olursa olsun nezaket insan olmanın gereğidir.
Bize zorla seçtirilen siyaset ve devlet adamlarının nezaketten nasibini görmek isteyenler “vekil” pazarına bir göz gezdirmeleri gerekir. İlkelerinden çok liderlerine yaranma adına söyleyemeyecek söz ve küfürleri yoktur. Yumruk, ölüm ve yaralanmaya sebep olmak ise işin cabasıdır.
Eğitimle ilgilenen tüm muallimler ve cami kürsülerinde ki hocalarımız dâhil olmak üzere nezaket ve kibarlık sosyal hayatımızdan dışlanmamalıdır. Ses ve söz terbiyesi maalesef azalmaktadır. Özellikle eşler arası konuşma ve dahi telefondaki muhavereleri örneklik temsil etmiyor. Nezaket ve hayânın eksik olduğu her işte bereket eksiktir.
Başta Hucurat suresi olmak üzere Kuran ve hadislerden edebi öğrenebiliriz. Bir ayetle konuyu açıklayalım. “Ey iman edenler! Size izin verilmedikçe Peygamberin evlerine girip de yemeğin hazırlanmasını beklemeyin; fakat yemeye çağırıldığınızda girin; yemeğinizi yiyince de hemen dağılın, söze dalıp oturmayın. Bu davranışınız peygamberi rahatsız ediyor, size söylemeye çekiniyor, utanıyor, oysa Allah hak olanı açıklamaktan çekinmez.” Ahzab, 53. Ayet
Nezaket sadece söz de değildir. Zamana riayet, kıyafete özen göstermek, beden diline dikkat etmek, muhataba saygı, ses tonu gibi birçok unsuru da içinde barındırmaktadır. Nezaket en güzel ziynetten daha değerlidir. Özellikle kürsü, okul ve siyaset ehlinde kendini göstermesi gerekir. Tabii ki ailede temeli atılmayan edeb ve nezaketin gelecek yıllarda ki boşluğu doldurması çok zordur.
İnsan konuşmadan dahi karşısındakine olumlu ve olumsuz mesaj verebilmektedir. Peygamberler ve haşyet sahibi âlimlerde ilk göze çarpan husus nezaket ve ahlaklarıdır. Sözün nezaketi olduğu gibi gözünde nezaketi vardır. Bu devrin en kirli iki organı var. Birincisi kalp, ikincisi ise gözdür. Dili ve kalemi de kirli olanın eli ve ayağı da kirden kurtulamaz.
Camilerde ve okulda çok nazik ve edepli insanlar tanıdım. Onlar çığırtkanlık yaparak “Ben Buradayım” demezler. Özel olarak bakan insanlar onları görebilirler. Esnaf ve müşterinin de edebi çarşıların ziynetidir. Mahalle bakkalları vardı aile gibi edebli ve saygın. Şimdi seç beğen al cinsinden edeb tezgâha düştü ve nezaketini yitirdi.
Trafik kuralları dahi nezaket ve edebin numunesidir. Kural dışı yol vermek nezaket değil, edebi çiğnemektir. Camide ki saf düzeni, vaazda yerini bilmek hep nezaketin göstergesi değil midir? Eğer yapabilirsek telefondan yazıya, yemekten uykuya kadar her şeyde nezaket ve edep olmalıdır. Kabalık ve şiddet aklıselim insanlara yakışmaz.
FAIR-PLAY
Ülkemizin gündemini çokça meşgul eden genelde spor ve özelde futbol konusu toplumda gerginlik ve huzursuzluklara sebep olmaktadır. Bir makaleden okuduğum şu yazıyı da buraya bırakayım. İngilizce bir değim olan fair-play’in; sporda centilmenlik anlamına geldiği, dünyanın bütün halkları tarafından bilinmektedir. İngilizce’de Fair, güzel, zarif, hoş, saf, lekesiz, şerefli, dürüst, doğru, adil anlamına gelmektedir. Bu kavram spora indirgendiğinde; hakça, dürüstçe bir oyun, kurallara bağlılık, rakibe saygı, haksız avantajdan kaçınma ve rakibin haksız dezavantajlarından yararlanmaya kalkışmama; rakibi yenmekten değil, rakiple beraber olmaktan zevk almayı; takımınızın attığı gol kadar, takımınıza atılan gölün de güzelliğini takdir etmeyi ilke olarak benimsemek anlamını ifade etmektedir. Fair-play kavramı sadece hakem-sporcu ya da iki sporcuyu ilgilendiren yeni bir iletişim biçimi değildir. Fair play, spor alanlarında seyirciden masöre, sporcudan antrenöre, yöneticiden hakeme kadar kısacası spora katılan herkesi doğrudan ilgilendiren yeni bir anlayıştır. “Takımınızı destekleyebilirsiniz ama, karşı takıma hakaret etmek hakkınız yoktur” ilkesi kabul edilir.
Sonuç olarak, yaşadığımız toplumda insanlar arası ilişkiler karşılıklı saygı temeline dayanmaktadır. Bu açıdan, fair-play’in sadece spor kavramı içerisinde görülüp tartışılması yetersiz kalmaktadır. Yaşamın her alan ve aşamasında insanla birlikte olması, bu kavramın etki alanını genişletmektedir. Sadece okul sporu veya beden eğitimi dersleriyle sınırlı tutmak eksik ve yanlış sonuçların doğmasına neden olabilir. Fair-play, sadece sportif ilişkileri düzenleyen bir kavram değil, bir kültür olayı olarak da ele alınmalıdır. Trafikte ışıklara uymak, kuyruğa girip sıra beklemek, başkalarının hakkına saygı göstermek, kendi hakkına sahip çıkmak bu ve benzeri davranışların hepsi fair-play’dır.