Müştehir Karakaya. Haza şair. Haza insan. Haza Van.
Van, tu, tri. Bir de Müştehir.
Doğu dense - nedense - benim aklıma Van gelir ilkin. (Erzurum, Malatya gelmez mesela. Onlar daha çok İç Anadolu’ya aittir benim zihnimde, nedense.) Van denilince de MüştehirKarakaya.
Van tu tri. Bir ki üç. Van Müştehir. İki ve üç yok artık. Açık ara Müştehir van yani, Van yani.
Van demek Müştehir demek benim nezdimde. Ne benim? Hepimizin? Mehmet Ağbi’nin(Doğan), Nurullah’ın (Genç), Şakir’in (Kurtulmuş)… hemen hepimizin.
Edebiyatımızda Van’ı tek başına o temsil ediyor senelerdir desek, abartmış olmayız inanın. Yüzü, sesi, tınısı, bakışı… dizeleri, denemeleri, eserleri… kuşatıcılığı, yere sağlam basışı, dik duruşuyla elbette!
İtiraf ediyorum: Altmış yıllık ömrümde çok şair tanıdım. Çoğunu da sevdim. (‘Şiiri severim ama şairleri sevmem’ hükmünün aksine, ben şairleri de sevdim.) İyi şiirlere, iyi şairlere ve iyi de şiir okuyan şairlere şahitlik ettim. Uluslararası on dokuz şiir akşamı düzenleme kurulunda yer alırsanız doğal olarak sizler de tanıklık ederseniz birçok şiirin okunuşuna. İtirafım şudur: Günlük hayatı, muhabbeti, yürüyüşü, konuşması, hâl hatırı, yirmi dört saati şiir olan bir tek Müştehir’i tanıdım ben. Hayatı şiir bu adamın, evet. Edası vurguları susuşuyla. Hüznü inkisarı haykırışıyla. Her sözü her cevabı her duruşuyla.
Şiir gibi adam. Yok yok, gibisi fazla: Şiir adam Müştehir.
Van’dan önce Babıalilidir bizim Müştehir. Babıali’nin asıl kahramanlarından çilekeşlerinden emekçilerinden. On yaşından otuz beşine, yirmi beş yıl Payitaht’ta geçmiştir ömrü. Beykoz da iyi bilir onu, Paşabahçe de. Sezai Karakoç ile de dosttur, İsmet Özel ile de yoldaş. Daha doğrusu şiirdaş. Cağaloğlu çok iyi tanır onu. Çok sever ve takdir eder.
Kardelen’i de o çıkardı, Hazan’ı da. Vefa Taşdelen ile Beyaz Gemi’yi de.
Kaç yıldır tanırım, kaç senedir dostuz? Bilmem. Bilemem. İşte hafızamın cevabı: On yüz bin yıldır. Vallahi inanırım, doğrudur nu.
Büyük salgının (Gavurcası Pandemi) azıcık aralandığı günler. Batman kitap fuarındayız. İkinci akşam bizi, güneş yeni batmış, yüzlerimizde maske, bir tek gözlerimiz görünüyor, sekiz on şair-yazar bizi bir minibüse bindiren Batman Milli Eğitim yetkilileri, Gercüş ilçesi öğretmenevine doğru götürüyor. Yorgunuz. Akşam üstümüze çökmüş, sessizlik hâkim arabada. Neşeli, hareketli bir tip var. Bilmiyorum, tanımıyorum, ilk defa görüyorum. Hareketlerine de kıl oluyorum doğrusu.
-Kardeş, nerelisin?
-Vanlı,
- Bak koçum, insanlar ikiye ayrılır: Müştehir Karakaya’yı sevenler, bir, diğerleri, iki. Seviyor musun?
- Can ağabeyimdir,
-Gel bakalım buraya! Adın ne senin?
-Erdal Şahin.
Bir kucaklaşışımız var Erdal’la, herkes şaşkın. Biz mutlu.
Hadise budur. Buncadır. Bu kadardır. Bir insan Müştehir Karakaya’nın dostuysa, o artık sizin de dostunuz, kardeşiniz, yol arkadaşınızdır; hiç endişe etmeyin.
Erdal da bu olayın üzerinden geçen beş yılda en az on beş kez görüştüğüm, memleketi Bahçesaray’a birlikte gittiğimiz, şahane bir delikanlı, cömert bir adam, başarılı bir yazardır. Kardeşimdir, o gün bugün.
Son yirmi yılda Müştehirciğimle çok yerde beraber olduk, çok şiir etkinliğinde, çok yazarlık mektebinde. Malatya’da 44 yazar bir araya geldiğimiz Hayatın Rengi Kırmızı Olsun Buluşması’ndan, Şanlıurfa Birecik Şiir Akşamları’na Sapanca Şiir Akşamları’ndan bir yılda on altı kez liseli, on altı kez de üniversiteli yeteneklerle bir araya geldiğimiz Akademi- Van Projesine. Bu projelerin tamamının organizatörü bendim. Ve Müştehirciğim, kaprissiz, komplekssiz, sorusuz sualsiz, hepsine de katıldı. Ve her birinden de çok hoş hatıralarımız var:
Mesela Malatya’da ( 03 Nisan 2016) Seyit Battal Gazi Kervansarayında Nereye bakıyor bu yazarlar pozu verdik. Bir başka gün Birecik’te Fırat Nehri kıyısında (26 Mayıs 2010) Kelaynaklarla buluşup onun kuşlara şiirler söyleyişine şahitlik ettim. Taraklı Hisar Konağında okuduğu şiirleri, Van Uygulama Otelinde bir sabah biz diğer yedi şair yazar ressam ve yönetmenler, meşhur Van Kahvaltısına gark olup yedi çeşit peynir sekiz çeşit zeytin Murta, Kavut, Çatak balı, otlu Van peyniri, sucuklu yumurta, harikulade kaymak, tereyağı, kavurma, çeşit çeşit. Tam kırk çeşitle kahvaltı cennetinde yüzerken biz, bizim Müştehir de tabağı elinde çıkageldi. O da ne? İki zeytin, bir kibrit kutusu peynir, bir küçük dilim ekmek. O kadar… Normal Van kahvaltısının onda biri değil. Belki yirmide biri. Bu ne Müştehirrr? Diye bir soru döküldü ağzımdan, cevabı müthiş: Şair kahvaltısı budur Fahri ağabey… Azı çoğaltmış adamdır bizim Müştehir’imiz. Helal olsun. Yüz kere, bin kere.
Sevdiklerine gazel yazar Müştehir’imiz. Bu satırların yazarına da lütfetmiş, değer vermiş, hak etmediği kadar iltifatta bulunmuş, kişisel tarihimizde derin izler bağışlamıştır, Nisan 2021’de yazdığı gazelle. Müftehirim Müştehir’imin dostluğuyla:
müştehir karakaya
Fahri Tuna Gazeli
Yörük müsün, Manav mısın, güleç yüzlü be adam
Tuna olsan da illa bir yanın Sakarya’dır
Dilinde dokuzuncu çocuğuyum Doğu’nun
Sen ise Türkiye/Anadolu, şanınsa Sapanca’dır
Hangi yöne dönsen tatlı bir dünyadır dilin
Her yüz bir yüzün aynasında yanan kandilindir
En doğuda bir adam gözlerinle baksa da
Onu yaşatan hülya o cennet kalemindir
Bu dünya bir yol hanı gelip durmak olmadı
Bize kalacak cennet parmağında balındır
Şimdi susmak zamanı ince bir sızı sarmış
Yazdığında her satır çiçekli yollarındır
Bu dünyanın gamını çeksen de çile bitmez
İyilik senin huyun, tatlı dil şiarındır
Gel adam biz seninle pingpong top oynayalım
Hem doğu hem de batı yaratan Allah’ındır
Bir portre yazarı olarak söylemeliyim ki, hepimiz aslında karşımızdaki beni yazarız. Diyeceğim şu; Fahri Tuna Gazeli’nde Müştehir’in söylediği her güzel tespit, benim için değil kendisi içindir. Öyle okunmalıdır, kanaatindeyim.
Müştehir Karakaya. Adamın hası. Dostun padişahı. Şiirin sultanı. Dize dize, satır satır,
Van’da on altı gün, otuz iki kez birlikte yazarlık dersi verdiğimiz dostları, bakın üç beş cümle ile Şair Müştehir Karayakaya’yı nasıl tanımlıyor:
Yazar Mehmet Şeker’in görüşü: Müştehir Karakaya ile 90’lı yılların başında İstanbul’da yaşadığı dönemde tanıştık. Sonra memleketi Van’a döndü. İyi de etti. İnsanın memleketi hiçbir yere benzemez. Yıllar sonra baktık ki geleceği yok, biz gidelim dedik, yola düştük ve onunla Van’da buluştuk. Yazı atölyesi vesilesiyle sekiz ay boyunca ayda iki defa ekip hâlinde gittik, birkaç gün kalıp döndük. Orada, lise ve üniversite gruplarında harika öğrencilerle kâğıt ve kalemin aşkı üzerine ders yaptık. Müştehir ve diğer arkadaşlarla beraber hocalık eyledik. Müştehir, her zaman bir tane. O isimde başka arkadaşım yok. Başka tanıdığım biri de yok. Başka biriyle karıştırmak mümkün değildir. Kişiliği de adı gibidir. Zarif adamdır Müştehir, derviş gönüllüdür. Çileyi üfleyip yudumlar, şikâyet etmez. İşi yazmaktır; gücü, yazmaktadır. Şiirden romana her alanda kalemini konuşturur. Çok da iyi konuşur hani.
Karikatürist Osman Suroğlu’nun görüşü: Her gün dualarımda zikrettiğim Müştehir kardeşimi düşünürken, onun tasarımını yaptığı orijinal gömleğini, şiir okurken etkili sesiyle kendinden geçişini, hasbi samimiliğini ve sabrını hatırlıyorum. Kitaplarındaki teşbihlerden karikatürler derlediğimi de...
Her şair bir dizeden ibaretse eğer, Müştehir Karakaya benim için gönlüm asi bir küheylandizesidir hiç kuşkusuz.
Doğu ile Batı arasında yürüyor o adım adım, dize dize, satır satır. Ses ses, söz söz, sis sis.
Son yıllarda yayınladığı kitapları bir Bilgenin Günlüğü sayılmalıdır.
Aslında Müştehir Karakaya Gece Sağanakları altında Canana Şiirler yazmak istiyordu. Âh ki âh. Ay Karanlıktı o akşam. Yurdunu Arayan Ölüm, Mazlum Halepçe’de kol geziyor, en çok da çocuklara ölüm kusuyordu sanki. Olan garibana, masuma, mazluma oluyordu hep. HalbukiTuşbanın İncisi Semiramis, Tuşba Yolunda, Zaman Gergefinde Kitabelere baka baka Düş Zamanı Öyküleri anlatıyordu, İçinde Eylül Biriktiren Kadınlara. Sevdiğine Üç Yağmur Masalı anlatmak ne de güzeldi ya, ama, âh aması vardı işte; Burada Deniz Vurgundu ve Savunmaya muhtaç olmayacak kadar ayan beyandı her şey. Artık Şuuraltı Notları tutmanın da, Erguvanî Yazılar yazmanın da bir fanteziden öteye ne anlamı olabilirdi? Sait Faik’in de dediği gibi yazmak hırstan başka neydi ki hakikatte. Yapamadı Müştehir. Yapamazdı. Yazdı yazdı yazdı. Aydınlandıkça içi, aydınlattı içimizi. Ne de iyi etti.