Dinin bir ilahi yönü bir de insani yönü vardır. 600 sayfalık Kur’an-ı Kerimi anlamak için onlarca cilt yazan müfessirler vardır. İşte bu açıklamalar dinin insani yönünü ortaya koymaktadırlar. Din konusunda yazan ve konuşanlar delillerini kitap ve sünnete isnat ederler. Bununla beraber içtihadi hata yapmaları da bazen kaçınılmazdır. Her yazdığının doğru ve gerçek olduğunu kabul ettirmeye çalışanlar aslında hatalarının ortaya çıkmasını istemezler. Sahabe-i Kiram arasında dahi peygamberimiz zamanında farklı söyleyen ve açıklama isteyenler vardır. Fakat bu tavır onları kardeşlik ve cihattan alıkoymuyordu.
Günümüzün basın yayın ve sosyal medyası vesilesiyle her tür görüş ve fikir halka an itibarıyla ulaşmakta ve etkileşime geçmektedir. Bütün dünya avucumun içinde ki buğday gibi bana zahirdir dercesine dünya ile iletişim kapıları açılmıştır. Bununla birlikte gerçekten bilmemiz gerekenlerden mahrum ve engelli olduğumuz da bir gerçektir.
Cami kürsülerinin yerini sosyal medya sahası almıştır. Yeryüzü mescidinin minberi sosyal ağlar olmuştur. İnsana dair ne mahrem, ne gizlilik ve ne de bilinmezlik kalmamıştır. Kişinin ahlakı, tercihleri, dünü ve geleceği bilinir olmuştur. Başta televizyonlar olmak üzere mukabele, vaiz ve benzeri konuşmacılar artsa da dinin görünür yönü olan ahlak, adalet, merhamet, liyakat ve iktisadi helal kazançta bir artış gözükmemektedir. Ülke gerçeğine bakıldığında içki içenlerin sayısı, faiz alanların oranı, cahiliye açılıp saçılmasının ifşası, cami cemaatinin emeklilerden olması, intihar ve ölüm sayılarının artması, ailede şiddet, boşanma yetim ve öksüz çocukların çokluğu, huzur evlerinin tercih edilmesi gibi birçok hususta maalesef yüzümüzü ağartacak durum ortaya çıkmamaktadır.
Gelelim din adına tartışmalara; Medrese, İlahiyat, İmam hatip, Sünnilik, Diyanet, Tarikat, Alevilik gibi birçok hususta birbirini anlamak istemeden ve ayrılış sebeplerini görmeden kör bir döğüş devam etmektedir. Her grup kendinin yeterli ve kamil olduğunu düşünerek tartışmaktadır.
Gerçeklere bakıldığında durum hiç de göründüğü gibi değildir. Öncelikle hayat programını yapıcı ve uygulayıcılar ellerini taşın altına koymadıklarından dolayı her geçen gün yenilenen gençlik tartışmaya kalınan yerden devam etmektedirler. 100 yıla yaklaşan Cumhuriyet döneminde yeterli din eğitimi sağlanamamıştır. Kavram ve kurumlar üzerinden tartışılsa da ne medreseler, ne resmi eğitim müesseseleri ortak bir hedef belirleyememişlerdir. Bir kişinin vaiz veya müftü olması için yüksek tahsil ve devamındakiyle beraber 8 yıla yakın eğitim görmesi gerektiği halde şehirler âlimlerinden mahrumdurlar. Sadece idareci olmayı temin eden bir sonuç halka fayda ve güven vermemiştir.
Kendiyle ve din kardeşiyle olan kavgasını din diye topluma dayatanlar maalesef topluma huzur ve istikamet verememişlerdir. Toplumun isteği ve ihtiyacı bu kavga edilen hususlar değildir. Öncelikleri kaybedenler, kendi öncüllerini toplumu ifsat için kullanmaktadırlar.