Cumhuriyet dönemi Müslümanlığında adet ve örflerimizden, güya eğitimli Müslümanlığa geçiş adına eskiden gelen bazı adetler küçümsenmiş ve terk edilmiştir. Kimimiz bu sünnette yok, kimimiz bid’at diyerek yerini dolduramayacağımız uygulamaların kaybını telafi edemedik. Modernizm adına köksüzlük ve yeni hurafelere; din ya da hayat dedik.
Mesela eskiden cami cemaati namaz sonu musafaha/tokalaşma eder ve birbirine dua ederek sevgi tazelerdi. Sonra bu bid’attır diye onu kaldırdık fakat şehir camilerinde namaz kılan iki saf insandan birbirinin adını bilen on kişi bile kalmadı. Birbirine musafaha etmeyen, adını bilmeyen ve sevgi köprüsü olmayan kalabalıklar haline dönüştük. Biliyorum kiminiz şu kitapta bu bilgi var vs diyecek ama olayın sosyolojik yönünü düşünmeden sonuçlarını tartışmadan verilecek cevaplar hakikate hizmet etmeyecektir.
İkinci bir misal olarak hac ve umreden gelenleri ziyaret son yıllarda ciddiye alınmıyordu. Hatta ne olacak parası olan gider ve gelir deniyordu. Virüs sebebiyle umre ve hac yasaklanınca hac ziyaretinin sadece hurma ve zemzeme indirgenemeyeceğini, ziyaretin birçok manevi haz ve ihvan şuuru kazandırdığını ihmal etmişiz. Haremeyn’e ziyaret edenin tozuyla tozlanmak meğer ne büyük ve önemli bir saadetmiş. Son iki yıl Haremeyn’den gurbette kalışımız bizi manevi yetim olarak bırakmıştır. Tadan bilir.
Geçen hafta şehrimizde bir caminin ilan tahtasında “asker için mevlite davet” yazılı bir duyuru okudum. Gençliğimde askere gidenlerin aileleri ya eğlence veya mevlit okuturlardı. Hatta hacdan gelenlerde mevlit okuturdu. Daha başka birçok sebeple cemiyetlerimize peygamberimizin hayatını davet ederek mevlit okuturduk. Bid’at mı, değil mi derken cemiyetler yetim kaldı ve yerine haramlar, mekruhlar kök saldı. Şimdiki insanımız mevlit kültüründen ve kazanımlarından mahrum kaldı. Farklı düşünenler vardır ama yazdıklarımı yıllar sonra değerlendirirseniz meseleyi anlarsınız.
Düğünlerimizde davul, def, kaval günah derken batı müziği eşliğinde gelin ve damadın salona girişini alkışladık ve herkesin gözü önünde dans ettirirken onları seyre daldık. Sahte pastaları keserken insanları yalana alıştırdık. Nikâhlarda fakir ve gureba yerine siyaset, bürokrasi ve zenginleri tomar tomar şahit olarak salona çağırdık lakin bir duayı ve sükûnetle rahmani sözü dinlemez olduk. Aynı masaya bir düzüne insanı mahremiyeti yok ederek oturmaya mecbur ettik.
Dini nikâh, müftü nikâhı kanunlaşsın dedik fakat ne müftümüz ve ne de gençlerimiz ve ailelerimiz bu nikâha rağbet etmediler ve ben şimdiye kadar hiçbir uygulamaya rastlamadım. Meğer biz kendimiz için değil başkaları için din mücadelesi yapmışız. Evet, belediye başkanının cübbesi ve siyasi önemi, müftü cübbesinden daha önde imiş.
Kandillerde lokma dağıtır, aşure yerdik, iftarlarda komşularla ve cemaatle sevgi daireleri oluştururduk. Şimdi lokantalarda yer arar olduk. Birbirimizin kapısını açmaz olduk. Mahremiyeti yok ettik lakin kapı çalmayı ar eyledik. Ya bayramlar turizm tatiline döndü, el öpüp, tatlı ikramı, kurban eti dağıtımı ve tadımı ile bayram harçlıkları küçümsenmeye başladı.
Daha onlarca misali yazmak mümkündür. Bu yazdıklarımızı biz yarım asır deneyimledik ve sonucu gördük. Toplum ahlak ve adetlerinin değişimi ve yok edilişi üzerinde çok durulması gereken bir husustur. Yağmur duasını unuttuk, asker duasını unuttuk, hacyolcu duasını unuttuk fakat yerine koyacak bir şey de bulamadık, bulduklarımız ise bizi bize unutturdu.
Rabbimiz buyurdu ki: “Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır.” Haşr, 19