Cumhuriyet döneminin tarihi kuruluşu flu/bulanık ve belirsiz olarak anlatılmaktadır. Bir görüşe göre son padişahın görevlendirilmesiyle başlayan mücadele ve istiklal savaşları sonucunda meclis, cumhuriyetin ilanı sonrası, saltanatın, hilafetin, ahkamı şer’iyyenin kaldırılması, devrim yasaları ve yargılamalar ile süregelen siyasal uygulamalar sonucunda farklı siyasal olgulara müsaade edilmemiştir. İlk kurucu zihniyette, Cumhuriyet dini ve İslamcı bir bakış kurgusu üzerine tesis ediliyor. İstiklal marşı ve kabulü buna şahittir. Cami, sala, mevlit ve Buhari okumalarıyla dindar söylem birleşince halk bu harekete gıpta ile bakmıştır.
İslamcıların üzerinde konuşmaktan korktukları ve korkutuldukları 1919- 1938 yılları maalesef henüz tam aydınlığa kavuşmamıştır. Zira daha sonraki yıllar da İstiklal marşı dahi değiştirilmek noktasına gelir ve yazarı sakıncalı piyade olarak sürgüne mecbur kalarak yalnızlık hayatı yaşar. 1938- 1950 yıllarından sonra DP iktidarını değişim için fırsat bilen halk bu tarihten sonra asla kurucu ideoloji ve partiyi iktidara getirmemiştir. Geldiyse de yamalı bohça şeklinde olmuştur. Hatta kurucu partiyle iktidar ilişkisi kuran partilerin hepsi daha sonra oy kaybına uğramışlardır.
Din istismarına gelince tüm partiler bu konuda suçludur. İster İslamcı ister diğer görüşlerin siyasileri olsun daima bu istismar devam etmiştir. 1946 seçimleri CHP’de sıkıntı meydana getirince bazı dini kurumlara izin verilmeye başlanır. Bu kısmi özgürlük sadece iktidar da kalmak içindir yoksa din özgürlüğü için değildir.
Siyaset bazen engeller, bazense onu eğri büğrü hale getirir. İşte bu eğiriltme hareketi de istismarın başka çeşididir. “Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükmek isteyenlerdir; onlar âhireti de inkâr edenlerdir.” A’râf, 45. ayet
Yaklaşın 70 yıldır sağ partilerin yönettiği ülkemizde en çok istismar edenler ise bu partilerin mensuplarıdır. Yaşadığım örnek: İmam hatip liselerinin kapatıldığı bir dönemde bu islerin arka bahçesi denen partinin üst düzey bir şahsı şöyle bir cümle kullandı: “Okullar kapatılırsa biz daha kuvvetli iktidara geliriz.” Halbuki bu okulların kapanmaması için ne yapmalı demeliydi ama okulların kapanması onların iktidarlarını kuvvetlendirecektir. Hatta muhalifken din adına siyasi söylem isteyenler, iktidar olunca din adına sadece ahlaktan bahsedin demeye başladılar.
İstismar sadece siyasi alanda değil, dini cemaat ve tarikat yapılarında da görmek mümkündür. Yalın din söylemi ve hakikat itirafı, insan ve iktidarla buluşunca hakikat buharlaşıyor. Bu ise insanı mutsuz ve ümitsiz ediyor. Ülkemizin en büyük cemaat ve tarikat yapıları dahi adalet ve bölüşümde sınıfta kalmaktadırlar. Kardeşlik ve ihvan söylemi ise son derece kısır bir alanda yaşamaktadır.
Sağ, muhafazakâr ve dindar söylem sadece sınırlı bir alanda uygulama bulmaktadır. Mesela imam hatip ve Kuran kursları dışında dini eğitim mesafe alamamıştır. Bunlarsa gerçeği tam idrak edememişlerdir. Sosyal medya ve televizyon ulaşım için sınır tanımaz olmuştur. Göçmen kuşlar gibi semada serbestçe dolaşmaktadır. Muhafazakâr siyasal söylem sahibi medya, ahlaki olarak ise bu görüşlerin tam zıddını ekranlarında yaşatmaktadır. Hiçbir siyasi parti söylemleri, eylemleriyle aynı olamamıştır ancak dindar söylemin sorumluluğu iki kat olduğundan onlar daha çok mesuldür. İstişare, iktisat, liyakat, gelişim ve memur ahlakının gelişimini sağlayamamak sadece iktidarlar için değil aynı zamanda ülke içinde sıkıntı doğurur. Ülkemizde seçime katılım oranı %90 civarına yaklaşmasının ana sebebi cumhuriyetin kuruluş kararlarının yanlışlığındandır. Aslında o gün bu anlaşıldı ama söylettirilmedi bugün ise kavgası devam etmektedir. Bu oran sandığı sevmek veya yönetmek değil, var oluş olarak her iki taraftan da aynı şekilde algılanmaktadır.
Toplumlar sadece siyasi lider ve taraftarlarından oluşmaz ancak söylem sahibi kişilerin çevrelerinde ki algının ve hakikatin da yönetilmesine bakınca, istismar geri plana bırakılarak yok ediliş ve karşı oluş sebebiyle taraf olunmaktadır. Destek veya karşı oluş çok derinler dayanmaktadır. Söz Ali Nesinin dediğine geliyor. 80 yılda bu halka neler yapmış olmalıyız ki, …rahatlıkla kazanamıyoruz. Bir de bu açıdan düşünsün biraz olsun aklı olanlar."
Aslında Deniz Baykal’ın dediği gibi “Biz kırmızı plakalı arabalara binemiyoruz ama ülkeyi bizim çizgimizden çıkartmıyoruz” manasında konuşmasını hatırlamak gerekir. Sağ ve muhafazakâr siyasetin reddettikleri siyasi ve söylemi yine onlardan alıntı yaparak kuvvetlendirmek gibi bir garabete düşülmektedir.
Evet din büyük bir imtihan vesilesidir. Dine karşı olanlar, onu eğriltmeye çalışanlar ve ondan yana gözükerek nifak saçanlar daima olmuştur ancak samimi dindarlar ise reklamsız amasız ve fakatsız yoluna ferdi de olsa devam etmektedirler.
Sevindirici olan ise Cumhuriyetin 100. Yılında ana muhalefetin bile dinden medet umarak: "Yapmayın etmeyin günaha girmeyin, samimi bir müslüman bu kadar büyük bir günaha girmez. Girmemelidir zaten. Ahlaklı olmalı erdemli olmalı herkes..." konuşması cumhuriyet ideolojilerinin iflas ettiğini gösteriyor. Evet rejim, siyaset din ve dindarla samimi olarak barışmalıdır Engeller kalkmalı ki istismar azalsın. İblis bile ilk insana Allah adına yeminle inancı istismar etmiştir.
Not. Bugüne kadar ailem dahil hiç kimseye siyasi parti yönlendirmesi ve parti ismi anmamış ve hiçbir kuruma şartsız bir aidiyet duymamış biriyim. İnsan değişen varlıktır, kurumlarda değişir ve yanılır bu sebeple aidiyetimiz, anlayabildiğim kadar hakikate olmalıdır.