Her dönemde dinden beslenen kişilerin bazısı daha sonra dindarı aşağılarlar, bu yaptıkları makbul görülmeyince, bu sefer dini aşağılamaya kalkarlar. “Hatta bu ülkede hep din aşağılandı, din tenkit edilmedi” diye ötekilerden övgü alırlar. Bu gidişleri onları popüler kültüre ve daha önce müzakere yaptıklarını aşağılamaya sebep olur. Onlar benim çömezlerim, öğrencilerim, elimde yetiştiler diyerek dindara ve dine aba altından sopa gösterirler. Dini yaşamayanlar da bu sözleri duydukları anda ağızlarının suyu akarcasına keyiflenirler.
Dini aşağılamanın farklı prensipleri ve dereceleri vardır. Öncelikle peygamberin hayatını ve sözlerini değersizleştirirler, Yunan felsefesini ise yüceltirler. Daha sonra kitabın evrenselliğini sorgulayarak, kitap olmasaydı da “us” bize yeterdi diyerek bir anlamda kitapsızlığı tercih ederler. Peygamberin ise onlar nezdinde bir filozof kadar değeri yoktur. Ne teisttirler, ne de ateisttirler. Gizlenirler ve deizm kulvarında dinsizliğe su taşırlar.
Tarihimizde ilim adamı yetişmediğini mimari ve sultani yönden etkisiz ve yetkisiz olduklarını savunurlar. Her şeyi bilir gözükürler, sahte nezaketlerinin altında büyük bir kibir taşır ve hissettirirler. Zafere ulaşanları bu toprakların yağmacısı görürler, böylece din adına hurafeyi savunurken bidatlerin gayyasına düşerler.
Dini kavramların içini boşaltarak takva kelimesini dahi sıradanlaştırırlar. Ulaşamadıkları dereceleri, inkâr ettikleri kitapları arkalarına alarak ellerini ovuşturup yok etmeye ve yere sermeye çalışırlar. “Müminlerin yolunun dışına” ram olmayı hikmet kabul ederler ve akıllarını nefislerine bağlayarak söz avcılığı yaparlar.
Dini aşağılamak bir sistem sorunudur. Din sadece yok edilmekle kalmamış aynı zamanda eğri büğrü bir hale getirilmiştir. Sanki kendileri vahiy katibiymiş gibi, kendinden menkul yorumlarını vahyin tercihi diye sunarlar. Müşterileri, din ötesi yaşayanlar olduklarından, dindar sermayeden (manevi ilim ve gelenekten) faydalanarak fasık, zalim ve kafir olanların sevgisini celbederler.
“Heykeller kaldırılsa da onların sevgisini kalplerinden sökecek vinçlerin” olmadığını övünerek söylerler, o cami inşa edilmeyecek derlerken inşa ve imarından sonra da yüzleri kızarmadan yollarına diken dökerler.
Siyasetçiyi aşağılarken, rejimi ise yüceltirler. Onların sığınağı batıldır, okları ise daima müslüman camiayadır. Ayetleri dillerinden ok gibi fırlatırlar.
Dini aşağılamayı dert edinenler asla kurulu düzenlere karşı söylem geliştirmezler. Kitabı avami bulur, resulü ise yerel şahsiyet kabul ederler. Zinayı, eşcinselliği, faizi, hırsızlığı sıradanlaştırarak, aklın sınırları içinde onlara da özgürlüğü savunurlar.
Evet, dini kullanım tarihi geçmiş bir meta olarak kabul ederler. Fetret dönemini küçümserken, on beş asrı ise fetreti hak edecek ve fetretten öte bir noksanlığın zaman dilimi olarak öne sunarlar, böylece tarihi usulleri ve birikimi aşağılayarak kendilerini haklı görmek isterler. Hem fıkıh ve hem hadis usulü vahye dayanmaz derler, hem de bu konuda ki aklın gelişim ve yolunu izlemezler.
Romanları, filmleri, reklamlarıyla her ne varsa dini küçümsemek ve soyut bir mekanizmaya döndürmek isterler. Dindarın batıl amelinden çok, kitabından ve teorisinden nefreti pompalarlar. Kendilerine yeni bir Pazar oluşturarak, söylemlerini kapitalleştirirler. Evet, din ve dindarın korunması ve muhafazası ciddi bir sorumluluk ve problemli alandır ancak bu esnada kitabı muharrefleştirerek ve elçiyi etkisizleştirip yeni dogmalar oluştururlar.
Bir anlamıyla kendilerini ehli kitabın rableştirilen ruhban ve ahbarının yerine koyarlar. Onlar bir anlamıyla gönülleri katarak olmuş hakikati göremeyen marazlı insanlara benzerler.
Din ile istihza edenler Resulullah’ın etrafında da olmuştur. Onları lahnı kavl ile tanımak mümkündür. Kılık ve kelamları cazip de olsa hakikatte kütük olduğu söylenen insanlara benzemektedirler.
Duamız: “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız sensin “3/8