Hitabet kendi içinde birçok unsur taşımaktadır. Bu sebeple kritik zaman ve dönemlerde bazen diyanet mensuplarına cami programlarında sadece Yasin ve benzeri sureleri asli şekliyle okumayı önerir. Çünkü yapılacak vaazda meydana gelebilecek hata veya tartışmaların önüne geçmek için halkın Arapça bilmeden huzurla dinlediği Kurandan sureler okutulmaktadır. Yani Kuranla, Kuran gizlenmektedir. Bu da bize has bir yanlış uygulamadır. Bir tarihçi akademisyen şöyle diyor. “Hutbe bir devletin ve devlet başkanının hâkimiyet sembollerindendir” Hutbelerde aynı şekilde farklı bir tartışma alanıdır. Her dönemde hutbeler siyasetin ilgisini çekmektedir. Yahut teşkilat mensupları kendine görev çıkarmaktadır. Mesela Ayasofya’nın açılış -24. Temmuz 1920- hutbesi de büyük tartışmalara sebep olmuştur ancak siyaset başkana sahip çıktığı için itirazlar sonuçsuz kalmıştır. Bşakan şöyle okumuştur. “Bizim inancımızda vakıf malı, dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar.”
Bir ilçede müftü vekili vaaz ederken camide buluna il üst yöneticisi kürsüye haber göndererek müftü konuya dönsün diyerek uyarabilmektedir.
Suudda imam Sudeysi Kral Selmanın, Suriye’de Esedin, Mısırda Sisinin, İran’da Reisinin, Afganistan’da ise Talibanın siyaset pusulasına göre hutbe okunmaktadır. Bu sebeple de hutbeler hep tartışma konusu olmuştur. Hutbeyi beğenmeyen cemaat tutuklanmış, hutbeyi kısaltan imam azarlanmış, M. Kemali anmayan imama hakaret edilmiş ama adını ekleyene ses çıkarılmamış ve siyasiler tarafından Diyanet tehdit edilmiş ve olan cumanın lezzetine ve cemaatin huzuruna olmuştur. İBB Başkanı bu diyanet ve reis benim diyanetim ve reisim değil diye uluorta konuşmuştur. Zira Diyanet halka göre dini kurum, devlete göre ise Zonguldak müftüsünün voleybolcu kızlar bağlamında söylediği gibi laik bir kurumdur.
Eskiden hutbesi takip edilen imamlar vardı şimdi ise yok, sebep merkezileşmenin kötü sonucudur. Ezan, hutbe, vaaz neredeyse ne varsa hepsi merkezileşti bir de namaza online fetva bulurlarsa millet Suud Mekke televizyonuna uyarak namazları evde kılacaklar. Kudüs imamının şehrimizde kıldırdığı bir cumada niçin Arapça hutbe okunuyor diye camideki bir siyasetçi sesini yükselterek yakışık almayan bir davranış sergilemiştir. Bu Türkiye adına çok üzücü bir durumdur. Çeyrek asırlık siyaset de bu konuda bir mizan kuramamıştır. Bizim ülkenin hutbelerini ta 1985 de Alman araştırmacılar konusuna göre araştırmışlardır. AB ve ABD de de aynı konu tartışma sebebidir. Hutbe meselesi bazen görevlileri pasifize etmekte ve şahsiyetlerini lekelemektedir. Bazen de samimi dindar insanların çeşitli hutbe ve vaaz sebebiyle camiden çıktıkları da bir gerçektir. Bu konuda çözüm bulmak zordur. Mümkün olsa bazı insanlar hutbeyi dinlemeden Cuma namazı kılmak istemektedirler
Diyanet siyaset ilişkinde İlk Diyanet başkanının CHP’nin Ankara il başkanı olduğunu da unutmamak gerekir. Cami cemaati çeşitli partilere mensup olduklarından dolayı vaaz ve hutbeler konusunda sıkıntı yaşamaktadır. Siyasi ittifaklar camilerde de kendini göstermektedir. Camilerde farklı milliyetçi gruplar hatta Arap cemaatinde hatırı sayılır oranı vardır. Aynı ittifakta olup farklı isimlerde ki partiler hem birbirine muhabbet ve hem de muhalefet etmeleri tebliğe tesir etmektedir. Diyanet içinde de yeknesak bir durum yoktur. Toplumun katmanları gibi tüm farklılıkları bulmak mümkündür. Çok az da olsa laik ve Kemalist insanlar da maalesef mihrap ve minberlerde görev yapmaktadır ki daha sonra farklı partilerde görev almışlardır.
Hutbe, görevlilerin tercihine bırakılmalıdır. Diyanet okumak isteyenlere örnek bir hutbe yazabilir fakat din görevlisi kendi hutbe ve gündemini kendisi tespit etmelidir. En azından kendinden ve çalışmasından emin olanlar serbest olmalıdır. Laik bir toplumda en çok istismar edilen kavram ise “Şehadettir” İslam dışı ideolojilere sahip olduğu açıkça bilinen bir kişi vatanı için ölebilir ve önemli de görülebilir ancak şahit kavramı ilk mümin insandan günümüze kadar dini ve şeriatın bir kavramıdır. Kısacası laik devlet ve toplumda din görevlisi olmak zordur desem firavun karşısında iman eden sihirbazlara karşı mahcup oluruz. Çünkü onlar ölümü göze alıp iman ettiler. Camilerdeki dua dili bile askeri tonları yansıtıyor, sivil bir söylem duyulmuyor. Gazze’ye dahi dua edilirken yerel dil ve kurumlar anılıyor. Bunun sebeplerinden biri de geçmişin korkularıdır. Milli Marşımız “Korkma” dese de başta Mehmet Akif olmak üzer hep korkuyla yaşamışlardır ki Akif Mısıra gitmiştir.
Laik devlette imam olmak tartışılırken, akademisyen ve öğretmen olmanın da ondan bir farkı yoktur. Aslında vatandaş olmanın sorgulanması gerekir. Zira laiklik ve Kemalizm adına ne fırtınalar kopuyor ancak gerçeği düşünen ve araştıranlar bilir.