20. Yüzyıl insanlığın çok değer kaybettiği bir yüzyıl oldu. Fakat bu kayıp 21.yüzyılda da artarak devam ediyor. Gönül insanları, bilimsel gelişmelerin hız kazandığı, üretimin ve tüketimin arttığı, maddi refahın yükseldiği bir dönemde insanlığın neden değer kaybettiği sorusuna şöyle cevap veriyorlar: “İnsanoğlunun eşyaya, maddeye, paraya, dolayısı ile maddi değerlere olan bağımlılığı arttıkça manaya olan uzaklığı artmaktadır. Bu artış devam ettikçe insanlık değer kaybetmektedir.”
İnsanın topraktan, doğadan ve doğal olandan dolayısı ile organik olandan uzaklaşması, bunun yerine yapay olana, işlenmiş olana, dolayısı ile mekanik olana bağımlı hale getirilmesi sistemli bir şekilde uygulanmıştır. Merhum Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı, karlılığı birinci sıraya koyan bu sermayeci sistemle ilgili olarak “Sorun Çağının Anatomisi” isimli kitabında şu çarpıcı tespitlerde bulunuyor:
“Yeniçağda “organik” bilim dışı kabul edilmiştir. Organik olanın yerini “mekanik” almıştır. Oysa insana yakın olan organik olandır ve insan kendinden birçok şeyi onda görebilmektedir. Halbuki yeni bilim bunu özellikle yasaklıyor ve hiçbir duygudaşlık kuramazsın diyor. Bu anlamda sermayeciliğin belirmesiyle din de bilim de kenara itilmiştir. İşte biyo-teknoloji, genetik, gen mühendisliği falan deniyor. Tabi ki bunlar bilim değil. Çünkü bilimin kurucusu Aristoteles M.Ö dördüncü yüzyılda bilimi, -bilgi iştiyakımızı tamı tamına karşılamaya yönelik sistemli çalışmalar bütünüdür- diye tarif etmiştir. Oysa çağımızdaki bilim karlılığa tapan sermayenin işleyişi için tüketimin kamçılanmasına hizmet etmektedir.”
Tüketim çılgınlığı kavramı günümüz insanının daha çok mülk edinme, daha çok eşyaya ve paraya sahip olma isteğini ve çabasını ifade etmek için kullanılıyor. Tam anlamı ile bir çıldırma seviyesi bu. Ve bu uğurda insan olmaya dair iyi ve güzel olan ne varsa feda edilebiliyor. Günümüzde doğadan ve doğal olandan ne kadar uzaklaştığımıza ve maddiyata ne kadar yöneldiğimize dair şöyle bir hikaye geliyor aklıma;
Bir gün New York’ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar. Gruptan biri kızılderilidir; yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin çıkardığı gürültü ve araçların korna sesleri arasında ilerlerken kızılderili kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar. Arkadaşları bu gürültüde bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler. Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla birlikte aramaya koyulur. Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder ve binaların arasındaki bir kaç tutam yeşillikte gerçekten de bir cırcır böceği bulurlar.
Arkadaşı kızılderiliye: “Senin insanüstü güçlerin var! Bu sesi nasıl duydun ?” diye sorar. Kızılderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler. Kaldırıma geçerler ve kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı yuvarlayarak atar. Birçok kişi bozuk para sesini duyup kendi ceplerinden mi düştüğünü anlamak için sesin geldiği yöne doğru bakar. Kızılderili arkadaşına dönerek: “Gördün mü? Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğine bağlıdır. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin” der. (alıntı)
Bilgi sahibi olmamıza değil de daha çok tüketmemize yönelik ilerleyen ve çok geliştiği söylenen bilim ve teknoloji, bize kazandırdığı ve hayatımızı kolaylaştıran araç ve ürünlerle hareket kabiliyetimizi de kısıtlamaktadır. Nerede ise 100 metre mesafeye bile arabası ile giden, yürümeye üşenen insanlar en önemli şey dedikleri sağlıklarını bu hareketsizlik yüzünden kaybedebiliyor. Aynı zamanda bu hızlı araçlar nedeni ile hayat, fark etmeden, görmeden, hissetmeden yaşanan bir hayata dönüşüyor. Hızlı trende yolculuk yapan birisinin trenin geçtiği yerleri pencereden seyredememesi gibi, hızlı yaşanan bu hayat fark etmemiz gereken birçok şeyin fark edilmeden geçilmesine neden oluyor. Yazımızı bu durumu çok güzel anlatan şu hikaye ile bitirelim:
Bir araştırmacı gurup Afrika’daki kabilelerden biri ile ormanın derinliklerinde bir yolculuk yapar. Irmaklar, dereler geçilir, eşsiz bir doğa gezisidir bu. Fakat araştırmacılar etraflarındaki bu muhteşemliklere yeterince ilgi gösteremeyecek kadar hızlı ilerlemektedir. Birkaç gün bu hızda ilerledikten sonra bir gün kabile halkı aniden durur ve yola devam etmek istemezler. Araştırmacılar buna bir anlam veremezler ve sorarlar: Neyi bekliyorsunuz? Geçilen onca güzellik, yaşanan onca eşsiz anın hiçbirinin farkında olmayan araştırmacılara dönen kabile şefi şöyle cevap verir:
-Ruhlarımız geride kaldı onları bekliyoruz.