Karıncalar, çalışma hayatında ve iş dünyasında pozitif örnek olarak tanımlanır. Zihin dünyamıza pozitif işlenir. “Adama bak! Karınca gibi çalışkan!” derler halk arasında. Oysaki karınca, çalışkanlıktan ziyade toplama hırsının müşahhas örneğidir. Karınca yaşam sürdüğü kısacık; bir, iki yıllık ömründe hiçbir zaman yiyemeyeceği kadar çer çöp toplar da yuvasına istif eder. Bu sebeple âlem-i menâmda karınca gören kişi aslında karınca suretinde kendi nefsindeki hırs ve toplama arzusunu görmüştür. Rüyada görülen karıncanın manası “hırs”tır.
“Elhâkumut tekâsur. Hattâ zurtumul mekâbir.” (Tekâsur Sûresi. 102/1-2)
Dünya sevgisi ve mal toplama hırsı konusunda Allah’ın kelâmı bizleri uyarıyor. “Çokluk hırsı sizi (nefsinizi) o derece kapladı ki… Hatta kabirlere (ölüm anı) kadar peşinizi bırakmadı.”
Tekâsur kelimesi kavram olarak dünya sevgisi, dünya hırsı, mal biriktirme arzusu, çoklukla övünme anlamı taşır. Mekke’de nazil olan sûrenin son ayetinde: “Sonra o gün (Kıyamet) size verilen nimetlerden hesaba çekileceksiniz” buyurulur.
Cahiliye döneminde Mekke müşriklerinin âdetiydi kabirlerle övünmek. Kabilenin genişliği, evlatların çokluğu, evlerin sayısı, biriktirdikleri altın dolu keseler müşriklerin övünç kaynağıydı. Evladı ve malı çok olan zenginler toplumun efendisiydi. Ta ki İslam gelinceye dek…
İslam’da saygıdeğer kişilik ve izzet, mal çokluğuyla ölçülmez. Allah’tan korkan kişi fakir de olsa azîzdir, değerlidir. Dürüst, adil ve merhametli olmak erdemdir. Fukârâ, erdem ve hakikati keşfetmeye zenginlerden daha yakındır. Çünkü fakirlik ateşinin yaktığı nefs, hikmeti anlamaya müsait hale gelir.
Kabile, evlat, ev sayısıyla övünmek cahiliye döneminin adetlerinden biriydi. Cahiliye toplumunda köle sahibi zenginler itibar ve saygı görürdü. Fakirler ve kölelerin ezilip horlandığı müşrik toplumunda güçlü olan haklıydı. Güçsüz, haklı da olsa hakkını kaybederdi. İslam diniyle birlikte bu ilkel anlayışın temeli yıkıldı lakin tesirleri günümüze kadar aktarıldı.
Mezkûr sûrede mala, mülke ve çokluğa önem verenler kınanır. Kulluk bilincine uzak düşenlerin tevhîdi sapmayla birlikte mutlaka cehenneme gideceği beyan edilir. Dinimizde en büyük günahlardan biri kibirdir. Mümin kullar övünülecek fani şeylerin peşinde koşmaz. Irkın, malın, makamın üstünlüğü yoktur. Allah'ın rızası esastır. İnfak edip şükreden zenginin, sabreden fakirden üstünlüğü yoktur. Bilakis, varsıllığın hesabı, yoksulluğun hesabından çetindir.
Mezarlıkta cenaze defnedilirken imamların, Tekâsur Sûresini okuma sebebi cemaatin ölümden ibret alması ve fani şeylerle övünmemesi içindir. Gel gör ki, Kur’ân ayetleri okunurken, cemaatin bir kısmı kendi aralarında fısıldaşarak o haftaki deplasman maçının yorumlarını yaparlar… Sanki kendileri hiç ölmeyecekler.
İnsan nefsi doyumsuz ihtiraslar kuyusu gibi. İtiraf etmeliyiz ki dünya sevgisi içimizde dal budak sarmış durumda. Ömür boyu mal biriktirmek için yaşayan insan neticede her şeyini geride bırakıp gidecek. Kabre girdiğimizde mal mülk geride kalacak, ahiret yolunda fayda veren tek şey, Allah için yaptığımız sâlih ameller olacak.
Mal/mülk biriktirmek, harcayıp tüketemeyeceği zenginlikleri yığmak için yaşayan zengin ölüler de aynı fakir ölüleri gibi “cebi olmayan kefene” sarılıp gittiler bu yalancı dünya âleminden.
Mitrovica Kâdirî Şeyhi Selim Sâmi Efendi, kişinin hırsla biriktirdiği mal için “helalse sorarlar, haramsa yakarlar” diyordu.
Çalışkan karıncalara ne mi oldu?
Toprak oldular.
Ya biz?