Günlük yaşamın koşturmacası, günümüzde dünyanın getirdiği hız ve sürekli yetişme telaşı, farkında olmadan bizi en insani duygularımızdan birinden, hayret etmekten uzaklaştırıyor. Çocukken her gördüğümüz şeye hayranlıkla bakarken, büyüdükçe bu duygumuzun azaldığını fark ediyoruz. Peki, gerçekten hayret etmeyi unuttuk mu? Yoksa hayatın yükü altında ezilirken, sadece duygularımıza zaman ayırmaz mı olduk?Hayretsiz kalmak sıradanlaşmak olmuyor mu?

Hayret etmek, insanın dünyayla kurduğu en saf, en doğal bağlardan biridir. Yeni bir şey öğrenirken, doğanın güzelliklerini keşfederken, sanata ya da bilime dair bir şey fark ederken içimizde beliren o heyecan, aslında bizi hayata daha sıkı bağlar. Çünkü hayret, merakın, öğrenmenin ve gelişmenin temelinde yatar. Bir şeye hayret etmek,insanı o konu üzerine düşünmeye ve anlamaya çalışmaya yöneltir. Bu arada Hayret beklenmedik bir durum karşısında şaşkınlıktır. Sürprizler ya da olağanüstü durumlardaki şaşkınlıktır. Bu şaşkınlık araştırmanın, öğrenmenin, soru sormanın temelini oluşturuyor Merak ise hayret sonrası bilinmeyeni öğrenme isteğimizdir.

Tarih boyunca keşifler hayret etme duygusu neticesince ortaya çıkmıştır. Meşhur filozof Aristoteles, "Felsefe hayret etmekle başlar" derken, insanın sorgulama ve anlam arayışındaki ilk adımın hayret etmek olduğunu vurgulamıştır. Einstein da hayret duygusunu bilimin temel itici gücü olarak görür ve "Merak etmeyi bırakmayan biri yaşlanmaz" der.

Başlıkta da sorduğumuz sorudaki gibi hayret yetimizi her geçen gün kaybediyoruz. Hayret etme yetimizi kaybetmemizin en büyük sebeplerinden biri, hızla akan hayatın içinde her şeyi sıradanlaştırmamızdır. Günümüzde her şeye hızla ulaşabiliyor, herhangi bir bilgiyi internet üzerinden saniyeler içinde edinebiliyoruz. Bu, bir yandan büyük bir avantaj sağlarken, diğer yandan bizi derinlemesine düşünmekten ve hayranlık duymaktan uzaklaştırıyor.

Bir manzara karşısında durup uzun uzun düşünmek yerine, sadece bir fotoğraf çekip geçiyoruz. Bir bilgiyle karşılaştığımızda, ona şaşırıp hayret etmek yerine "Bunu zaten biliyordum" tavrıyla yaklaşıyoruz. Çocukken ilk kez gördüğümüz bir kuşun rengini merak ederken, büyüdükçe onun sadece "bir kuş" olduğunu düşünüyoruz. Ya da tonlarca ağırlıktaki gemi nasıl yüzüyor diye hayret ederken bugün suyun kaldırma gücünden ve teknik özelliklerinden bahsederek şaşırmıyoruz. Bu da dünyayı daha sığ bir şekilde algılamamıza neden oluyor.

Bunun yanında, iş hayatımızın stresi ve sürekli bir şeylere yetişme çabası da hayret etme yetimizi köreltiyor. İş, sorumluluklar, bitmek bilmeyen gündemler derken, çevremize dikkatlice bakmaya vakit ayıramıyoruz. Bu da hayatı "yaşamak" yerine, ona sadece "katlanmak" gibi bir algıya neden oluyor.

Oysa fıtratımızda var olan hayret etmenin keyfini yaşamamız lazım. Hayret etmeyi kaybetmemek, hatta yeniden öğrenmek mümkündür. Bunun için öncelikle yavaşlamayı öğrenmek gerekir. Koşturmacaya ara verip, etrafımızda olanları gerçekten görmek, hissetmek ve üzerinde düşünmek ilk adımdır. Hayretimizi artırmak için bir ormanda yapacağımız yürüyüş, doğadaki ağaçları hayvanatı görmek (bakmak değil), bize rabbimizin sunduğu nimeti fark etmemiz gerekiyor. Ya da gündelik hayatımızı biraz yavaşlatmamız, etrafımızdaki çocukların neşeli halleri, yağan kar, bilmediğimiz konu hakkında yapacağımız araştırmalar hayret duygumuzu geri getirmede etkili olabilir. 

Nefes aldığımızın farkına varmamız, dostlarla ayaküstü değil bir ortamda oturarak sohbet etmemiz yaşamla olan bağımızı güçlendirecektir. Hayret duygusunu kaybettiğimizde, dünya sıradanlaşıyor. Hayret etmeyi yeniden öğrenmek bunun için sadece yavaşlamak, dikkat etmek ve dünyayı bir kez daha yeni gözlerle görmek yeterlidir. Unutmayalım, hayret etmek sadece çocuklara özgü bir duygu değil; aksine, hayatı daha anlamlı ve dolu dolu yaşamak isteyen herkesin sahip çıkması gereken bir yetenektir.

Belki de şimdi durup şöyle bir bakmanın, küçük bir detayı fark etmenin ve ona şaşırmanın tam zamanıdır. Çünkü hayret etmeyi unutan, aslında yaşamayı unutur.