Her insanın içinde, üstün özelliklerle donatılmış bir potansiyel mevcuttur. Ortaya çıkartmakla vazifeli olduğumuz ve hayatımızın amacını anlamamıza da yarayacak bir donanımdır bu. Potansiyelini keşfedemeyen, kendisini gerçekleştiremeyen, yapamayacağı şeylere takılıp yapabileceklerinden de mahrum kalan birinin ömrü, tam manası ile “beyhude geçen bir ömür” olsa gerek.
Sezai Karakoç “değerli olan hayat değil hayatın amacıdır.” der. Oysa içinde bulunduğumuz çağda çoğu insan için değerli olan hayattır ve amaç onu yaşamaktır. Ailemizde, çevremizde ve eğitim sistemimizde artık iyice yerleşmiş ve kanıksanmış olan bu yaklaşım bizim hayatımızın amacını anlama şansımızı elimizden alır. Çünkü nasıl düşüneceğimiz değil neyi düşüneceğimiz, hatta neyi isteyeceğimiz belirlenmiştir. Farklı düşünmek, farklı bakmak, farklı görmek –yenilikçi düşünmek- hoş karşılanmaz. Sıradan olmak teşvik edilir. Yeteneğimiz olup olmadığına bakılmaksızın hangi mesleği yapacağımız bile dayatılır.
Oysa insanların parmak izi, sesinin rengi, yüz hatları, kan bileşenleri farklı olduğu gibi yetenekleri ve üstün özellikleri de farklıdır. Her insanın şahsına münhasır özellikleri çoktur. Sesin, gözlerin ve yüzün şifre yerine geçtiği bir dönemdeyiz. Kulağa ilk etapta abartılı gelebilir fakat dünyada bir eşimizin daha olmadığı kesinlikle doğrudur. Hepimize bir hayat bahşedildi ve bunun bir amacı olmaması düşünülemez. Ne yapmamız gerekiyor? Neler yapabiliriz? Potansiyelimiz nedir? Bu soruları kendimize sorarak bizim bu amacı bilmemiz, anlamamız ve uygulamaya geçirmemiz gerekiyor. Küçükken onu iple bağladıkları kazıktan defalarca kurtulmayı deneyen fakat kurtulamayan, büyüdüğünde rahatlıkla kurtulabilecekken bu sefer de denemekten vazgeçen fil örneğinde olduğu gibi, “öğrenilmiş çaresizliğin” bizi bu arayıştan alıkoymasına izin vermemeliyiz.
Özellikle aile ve okulda çocuklarımız, iş hayatında ise çalışanlarımız için bu konu çok önemli. Onlara destek olmalı ve üstün özelliklerini, potansiyellerini ortaya çıkarmalarına yardımcı sistemler geliştirmeliyiz. Bu sistemler ailede başlayıp okulda ve iş hayatında devam etmeli.
Üstün özellikler deyince ‘Hangi konumda olursa olsun, karşınıza çıkan istisnasız her insan, en az üç özelliği ile sizden üstündür’ diye bir söz geliyor aklıma. Ve çok haklı buluyorum bu sözü; belki kırılan eşyaları ya da kalpleri tamir konusunda sizden daha beceriklidir, belki sizden daha cömert ve belki sizden daha merhametli biri ya da daha samimi bir inanandır. Sizden daha iyi bir ezber yeteneğine ya da sizden daha iyi bir hafızaya sahip de olabilir, bilemezsiniz. Fakat en az üç özelliği ile sizden üstün olduğuna şüpheniz olmasın. Dağdaki çobanı cahil gören cahillerin yaptığı gibi bir başka kişiyi ya da kitleyi küçümsemeye kimsenin hakkı olamaz.
Bu konuyu Özkan Öze’ nin “Vapurdaki Adam” hikayesi çok güzel vurgular. Kendisi, vapurda tek başına oturan bir adam görür. Adam o kadar çirkindir ki gayri ihtiyari kötü şeyler düşünür. Oysa birazdan simit almaya gitmiş olan eşi ve çocuğu yanına otururlar. Çocuğun babasına, babasının çocuğa karşı gösterdiği sevgi dolu davranışlar, adamın güler yüzle ve merhametle çocuğunu sevip sarmalaması, karısına gösterdiği nezaket, yazarı mahcup eder. Ve ‘Allah’ım ne güzel kullar yaratıyorsun’ diyerek tövbe etmek durumunda kalır.
Bir ömür yaşayıp potansiyelini açığa çıkartamamış, kendisi ile tanışamamış ve bu dünyadan bu şekilde göçmüş insanların oranının yüksek olduğu kanaatindeyim. Oysa en az bir konuda çok iyi, belki de en iyi olma potansiyeline sahibiz. O konuyu ya da o yeteneğimizi ortaya çıkartmak bizim mutlu, faydalı ve tatmin edici bir hayat yaşamamızı sağlayacaktır. Akıllı telefon misali, donanımımızda yükleyebileceğimiz-kullanabileceğimiz birçok yararlı uygulama olduğu halde kullanmamak, potansiyelimizin de heba olmasına neden olacaktır. İnsan için belki de en büyük israf budur.
Yaşımız kaç olursa olsun işe bunu idrak etmekle başlayalım ve şunları soralım kendimize: En iyi yaptığımız şey nedir? En çok keyif alarak yaptığımız meşguliyet nedir? Geçim derdimiz olmasa aslında ne yapardık? Hangi konularda sıradanlıktan ayrılıyoruz? Hangi konular bizi mıknatıs gibi çekiyor? Yaptıklarımızı istediğimiz için değil birileri istediği için mi yapıyoruz? Başkasının hayallerini gerçekleştirmek için mi çalışıyoruz? Kendi hayallerimizden niye vaz geçtik?
Başrolünde George Clooney’in oynadığı AKLI HAVADA-UP IN THE AİR filminde kahramanımız, çok uluslu bir şirkette işten çıkartılan çalışanlara bunu tebliğ etmekle görevlidir. Zorlu bir görüşmede sorduğu bir soru işten çıkartılacak olan çalışanın yumuşamasını sağlar. Üniversite yıllığında müthiş bir aşçı olduğu ve kendi işini kurmayı istediği yazılı olan bu emektar muhasebeciye şu can alıcı soruyu sorar: Hayallerinden vazgeçmek için aldığın ilk maaş ne kadardı?
Herkes Doğuştan Başarılıdır isimli kitabın yazarı Prof. Colin Turner’ın sorduğu şu soru ise hayatının amacını anlayamamış ve potansiyelini heba eden bizler için de faydalı bir soru olabilir:
‘Size şu an 1 milyon lira verseler ne yapardınız? (orijinalinde aynı rakam usd olarak belirtilmiştir.) Aynı işte kalır mıydınız? Aynı ilişkileri yürütür müydünüz.? Ya hobileriniz? Bir iş kurar mıydınız? Konunuzla ilgili ders mi verirdiniz? Bir kitap mı yazardınız? Hobinizi ya da sizi cezbeden bir mesleği yeni bir meslek mi edinirdiniz? Eğer “iş değiştirir miydiniz?“ sorusuna yanıtınız evet ise büyük olasılıkla şu anda yanlış işi yapıyorsunuz.’
“1 milyon TL verilirse işi hemen bırakırım. Yoksa bu pandemide, bu işsizlikte biraz zor, istemeden de olsa devam ederim” diyenlerimiz olacaktır. Fakat Prof. Colin Turner şöyle devam ediyor:
‘Anlaşılması gereken nokta, ne yapmak ve ne olmak istiyorsanız bunu başarabileceğinizdir. 1 Milyon TL ile olabileceği kadar çabuk olmasa bile, eğer bir şeyi gerçekten isterseniz başarabilirsiniz.”