Böyle giriş yapmış yazısına, Hüseyin Nalbantoğlu adlı bir yazar…
Unutulmaz eski Emniyet Müdürlerimizden Mustafa Aydın göndermiş, bütün insanlığı tehdit eder haline gelen bir Koronavirüsün öyküsünü…
Bir an önce içinden çıkmak adına olağanüstü mücadelenin verildiği bir dünyada yaşıyoruz…
Ülkemizi de bundan soyutlamak mümkün değil…
Hal böyle olunca, çok enteresan ve ilginç bulduğum bu yazıyı yine sizlerle paylaşmak istedim Bizim Bahçe’den…
“Virüsle bakteri farkını örneklerle anlatmak istiyorum.
Bence önemli...
Bunu lütfen çocuklarınıza bu şekilde örnekleyerek anlatın. Sadece "ellerini yıka" dediğinizde konunun önemini kavrayamayabilirler.
Bakteriler canlıdır. Virüs canlı değildir, ölü de değildir. "Uygun koşullarda canlanabilen" bir varlıktır.
Bu ne demek?
Basitçe şöyle düşünelim:
Bakteri diyelim ki "fare" olsun.
Virüs de bir "yumurta".
Fare canlıdır. Yumurta canlı değildir. Ama döllenmişse, uygun sıcaklıkta, uygun sürede bekletilirse civcive dönüşür, yani bir canlı olur.
Yine fareye, yani bakteriye dönelim:
Fare, fare zehri ile öldürülebilir. İşte bu "antibiyotik".
Fareye fare zehri verirseniz ölür.
Ama yumurtanın üstüne istediğiniz kadar fare zehri dökün, yumurtaya hiçbir şey olmaz; sadece çevreye zehir saçmış olursunuz.
Yani antibiyotikler virüslere etki etmez; sadece size yardım eden, bağışıklık sisteminizi güçlendiren yararlı bakterilerinizi öldürmüş olursunuz.
Fareyi bir kutuya kapatıp aç-susuz bırakırsanız ölür.
Yumurtayı bir kutuya kapatsanız haftalarca bozulmadan durabilir.
Yani eğer bağışıklık sisteminiz güçlüyse belli bir süre sonra bakteriler kendiliğinden ölecektir.
Ama virüsler, her şeyin içinde ya da üzerinde çok uzun süre bozulmadan yumurta gibi bekleyebilir ve vücudumuza girdiği andan itibaren 4-14 gün içinde canlanır.
Şimdi bir diş macunu reklamını hatırlamanızı istiyorum:
İki kap sirke içine iki yumurta koyuyorlardı, birisini bilmem ne marka macunla fırçalıyorlardı, diğer yumurta eriyordu ama bizim macunla fırçalanan yumurta sağlamdı, hatırladınız mı?
İşte o deneydeki sirke, yumurtanın kabuğundaki kalsiyumu çözündürüyordu. Bizim elimizdeki virüsün kabuğunu çözündürebilen şey sirke değil "sabun".
Sabun virüsün kabuğunu eritiyor. Kabuğu eriyen virüs ölüyor. Sabunun kabuğu eritebilmesi için en az 1 dakika kabukla temas etmesi gerekiyor. Süreyi anlamak için elinizi sabunlarken, kendi adınız ile "İyi ki doğdun" şarkısının tamamını söyleyin. Süre bu. Sıvı sabunlarda süre uzuyor. En iyisi katı sabun.
Alkol de virüsün kabuğunu çözündürüyor ama sabundan farklı olarak; o boş kabuktan kurtulamıyorsunuz, elinize yapışık halde kalıyor. Evet, artık zararsız ama yine de elinizde virüs kabuklarıyla dolaşmak istemezsiniz.
Örneğin dışarıda alkolle elinizdeki virüsü öldürdünüz, ilk fırsatta yine sabunlayın ki su kabukları da alıp götürsün.
Bunu lütfen çocuklarınıza örnekleyerek anlatın. Sadece "ellerini yıka" dediğinizde konunun önemini kavrayamayabilirler.”
Yazıdan da anlaşılacağı gibi, bu sıkıntılı süreci atlatabilmek için en etkili yol ve yöntem ve dahi araç, kolayca bulabildiğimiz ve her evde var olan sabundur ancak…
İnsanoğlu için en büyük kolaylık olsa gerek…
Bizim de bu kolaylıktan istifade, her ne şekilde dokunduğumuz yerden virüs kapılabileceğimiz ihtimaliyle ellerimizi bol bol ve her temas sonrası sabunla yıkamaktır…
Ve de bir şeyi eklemek istiyorum, el yapımı organik sirke sulandırılarak ya da susuz, her yemek sonrası içilmelidir.
Bu doğrultuda başta tüm okuyucularımıza, ülkemiz ve insanlığa kolaylıklar dileğiyle “Zeytin çiçekleri” gitsin istedik…