Son söyleyeceğim sözü baştan yazdım. Doğrusu şöyle olmalıdır: Şehirli olmak erdemli olmayı gerektirir. Bu cümleden asla köyde yaşayanları küçümsediğimiz akla gelmesin. Köyler berrak akan bir nehir veya pınar gibidir. Şehirli ise o suyu kullanma hususunda bütünü tefekkür etmektir. Peygamberler şehirlere gelmiştir, felsefe şehirlerde gelişmiştir, ticaret ve iletişim şehirlerde başlamıştır. Şehir vardır adı Karye’dir, şehir vardır adı Medine’dir, şehir vardır adı Belde’dir. Bir de şehirlerin anası “Ummul Kura” vardır. Şehir bir aile gibi farklı isim ve özelliklere sahiptir.
İnsanın doğduğu evi ve şehiri sevmesi tabiidir. Hiç birinin birbirinden farkı yoktur. Fark kişinin algısındadır. Şehir sevgisi sadece yeşiline ve denizine nispetle değildir. Mekke Sevgisi için peygamberimiz; "Allah'ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zor¬la) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım." . Hazret-i Âişe Vâlidemiz tarafından Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle dua ettiği rivayet edilir: “Allâh’ım! Bizlere Mekke’yi sevdirdiğin gibi, ondan daha da fazla Medîne’yi sevdir.”
Medîne, Cenâb-ı Allâh’ın sevdiği şehirdir. Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sevdirilen şehirdir. Sağlığında Efendimizi bağrına basan, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- âşığı bir şehirdir, Medîne...
“-Mekke ile Medîne, baştaki iki göz gibidir.” diyene Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sevdalısı: “-O zaman sağ göz, Medîne’dir.” deyiverir.
Biz de Allah’ım bizlere Sakarya’yı ve Adapazarı’nı sevdir. Seven sevdiği şehire değer verir. Sevgisini ona yakınlığı ve davranışıyla gösterir. Onu ismini ve toprağını, suyunu kirletmez. Sakarya ismini nehirle birleştirmiştir. Sakarya Nehri Eskişehir, Bilecik, Ankara ve Sakarya illerinden geçmektedir. Sapanca gölümüzde Kocaeli komşuluğunun göstergesidir. Komşu Düzce yeşile yolculuktur. Kısacası doğduğumuz yeri unutmasak da doyduğumuz yeri ihmal etmemeliyiz. Bizlerin fıkıh ve Seferilik hükümlerinde vatani/şehir asli, ikamet ve sukna denen beldelerimiz vardır. Ona göre şer’i hükümleri uygularız. Ya bu şehir neyimiz?
Tarih olarak Osmanlının kuruluş ve payitahtının olduğu merkezin yakınında olması ayrı bir güzelliktir. Yaklaşık iki saatlik mesafe ile Söğüt, Bilecik, Bursa ve İstanbul yakınlığı fetihlerin uğrağı olduğumuzu hissettirir.
Şehir sevgisi diğerlerini küçümsemek değildir. Çoğumuzun şehrimizde ki mezarlıklarda yatan akrabaları çoğalmaktadır. Bu sebeple sevginin ahiret boyutu da gelişmektedir. Şehir bir nehir ve göl gibidir. O daima verir fakat sen onu kirletir ve kurutursan bu şehir seni dışarı çıkarır. Şehirin suyunu, yolunu ve havasını korursak o bizi korur. Şehiri israf ve ifsat etmemelidir. Eskiden insanlar değil izmaritini, kibritinin çöpünü dahi sokağa atmazlardı. Ülkelerin bütçelerinin temizlik ve güvenliğe harcanması bizi mahrumiyete sürüklemektedir. Mesela çöp deyip geçmeyelim. Çöp hakkında tüketim kültürümüzden başlayıp, onları imhaya kadar geçen zaman ve imkân küçümsenmeyecek kadardır.
Nasıl şehirliyiz diye baktığımızda kolay bir örneği yazayım. Bazı meskenlerin/apartmanların dış girişleri, bahçeleri, merdivenler vs bakımsız ve perişan görünürken binaların içi ise dışına nispetle çok kıymetli ve pahalı olarak döşenmiştir. Buradan anlıyoruz ki merdiven girişinde ki bir lambanın kesilmiş/sönük olmasına aldırmayanlar, evlerinde beş ampullü ve değerli avizeler de aydınlanmaktadırlar. İşte şehir ahlakında ki zafiyetimiz buradadır. Hâlbuki önce meskene giriş ve ortak alanlar ihya edilmeliydi. Şehirli olsaydık görsel zevkimizle komşuları dahi sevindirirdik.
Gelin şehirli olamadıysak hep beraber tövbe edelim ve şehrimizi belde ve Medine eyleyelim ki medeniyete örnek olalım.