Bitkiler ve hayvanlar başta olmak üzere varlıkların çoğundan üstün yanlarımız var. Böyle yaratılmışız. Akıllıyız, iradesi ve bilinci olan varlıklarız. İstesek te istemesek de bu böyle.
Çevrenizde, var olmanın hafifliğini dayanılmaz bulanlara rastlayabilirsiniz fakat niye bir bitki olarak ya da bir hayvan olarak yaratılmadığına hayıflanan, kendisine akıl, irade ve bilinç verildiği için şikayetçi olan bir insana pek rastlanmaz. Elbette bize tanınan bu ayrıcalıkların neden tanındığını sorgulamak, sorumluluklarımızı bilmemiz ve yerine getirmemiz açısından çok önemli. Bizi insan yapan düşünme, kritik etme ve gelişme kaydetme gibi üstünlüklerimizi ise, insan kalabilmemiz için aralıksız kullanmamız gerekiyor. Bunun yanında fıtratımız gereği güzeli, iyiyi, doğruyu, hakikati aramaktayız ve bilgiye, iyiliğe, ahlaka, adalete, sevmeye, sevilmeye ve güvenmeye ihtiyaç duymaktayız. Bütün bu saydıklarımızın yanında yine doğamız gereği, duyduğumuz bir ihtiyacımız daha var: İnanma ihtiyacı. Neye inandığımız elbette ki çok önemli. Fakat öncelikli olan şey “inanmaya inanmak”tır.
Sonrasında sıra doğru olana inanmaya, iyi ve güzel olanı bulmaya geliyor. Çünkü inanmak sadece başarmanın yarısı değil, aynı zamanda mutlu olmanın da, sevmenin de, güvenmenin de yarısıdır, iyileşmenin de, hedefe ulaşmanın da, doğruyu bulmanın da.. “Başaracağım” der ve inanırsanız başarırsınız. “Yapabilirim” der ve kendinize inanırsanız yapabilirsiniz. “İyileşeceğim” der ve inanırsanız iyileşirsiniz. En azından iyileşme ihtimaliniz çok artar.
Tam da bu noktada “PLASEBO ETKİSİ”nden ve “NOSEBO ETKİSİ”nden bahsetmekte fayda var. Çünkü inanma ihtiyacımızın bir sonucu olan inançlarımız, doğru kaynaklardan beslenmezse beynimizi kolayca aldatılmaya müsait hale getirebiliyor. Evet yanlış duymadınız, o muhteşem bir mekanizma olan beynimiz, aldatılmaya çok müsait ve hepimiz farkında olmadan çoğu hal ve durumda aldatılıyoruz. Bu aldatılmanın faydalı olanına ‘plasebo etkisi’ ismi verilmiş, zararlı olanına ise ‘nosebo etkisi’.
Olumlu düşünceler, sonucun olumlu olmasına etki ediyor ve buna ‘plasebo etkisi’ deniyor. Negatif düşünceler ise olumsuz sonuçlara neden oluyor ve bu da ‘nosebo etkisi’ olarak adlandırılıyor.
İkinci Dünya Savaşı sürerken, Dr. Henry Beecher, yaralı askerlerin tedavisi sırasında kullanılan morfin tükendiğinde, hastalara tuzlu su karışımı verir. Bu sırada verdiği karışımın, askerlerin ağrılarını dindirici etkisi konusunda onlara güven verici konuşmalar yapar. Sonuçta, yaralı askerlerin yüzde 35’inden fazlasında bu karışımın etkili olduğu gözlemlenir.
Bu olaydan sonra “Plasebo etkisi” olarak literatüre geçer ve araştırmalara konu olur. Yaşanmış eski bir hikâyede, zehir içirilerek idam edilmesi kararlaştırılmış bir mahkumun idamı esnasında içinde zehir olmayan bir bardak su verilmiş olmasına rağmen ölmesi anlatılır. Bu da “nosebo etkisi”ne, negatif beklenti ile oluşan negatif sonuçlara iyi bir örnek.
Hareket halindeki bir uçakta, yolcular arasında ölümcül ve çok bulaşıcı bir hastalığı olan birisinin olduğu ve birkaç kişiye bulaşmış olabileceği anons edilir.
Vücudunda kızarıklıklar olan ve sol elde titreme hissedenlerin bildirmesi istenir. Yolcular paniğe kapılır ve çoğu bu belirtilerin kendisinde olduğunu söyler. Gerçekten de sol eli titreyenler bile vardır. Oysa olay çılgın bir doktorun “toplu histeri deneyi”nden başka bir şey değildir.
Bugüne kadar yaşadığımız şeylerin ne kadarını Plasebo ve Nosebo etkisinde yaşamış olabileceğinize dair bir tahminde bulunmanız istense nasıl bir cevap verirdiniz? Ben böyle bir sorunun “İ.Ö.” ve “İ.S.” diye ayrı ayrı cevaplanmasının daha doğru olacağı kanaatindeyim. “İnternetten sonrası” için cevabım “hepsi” olurdu. Çünkü;
- Günümüz dünyasında ‘plasebo’ ve ‘nosebo’nun toplum mühendisliğinde çok kullanılan yöntemler olduğunu düşünüyorum.
- Önce “küresel soğuma”, sonra “küresel ısınma” söylemlerini, kuş gribi, domuz gribi, vb. gibi onlarca gribi, ‘pandemi’nin başında yolda yığılıp kalan ve ağzından köpükler çıkan insan görüntülerini, yapay zeka, yapay gıda, yapay et, yapay güneş, sanal para, sanal medya, sanal cennet, sanal evren vb. gibi tüm yapaylıkları ve sanallıkları bu kapsamda değerlendiriyorum.
Dünyaya ve insanlığa istedikleri şekli verenler, inanmanın gücüne inanıyorlar. Biz bu gücü, kendi lehimize kullanmadıkça onlar başarmaya devam edecekler. Bu yüzden inançlarımızı beslediğimiz kaynakların sanal ve yapay olmamasında büyük fayda olacağı kanaatindeyim.
.