Bismillahirrahmanirrahim
İnsanın yer yüzüne inzali-indirilmesi (cismani babamız olan Adem (a.s.) ile başlayan dünya hayatımız, her bir insan ferdinin kendine mutlaka sorduğunu kabul ederek, bir soruya cevap aramaya çalışacağız. Soru şu insanın dünyada ki amacı nedir? Maksadı nedir?
Yeryüzüne baktığımızda, insan türünden daha üstün bir yaradılışa sahip başka bir canlı bilinmiyor. Yaşadığımız evrenin efendisi, en değerlisi olarak insan görülüyor. Kâinatta adeta yeryüzüyle gökyüzü insan için hazırlanmış ve hayatını yaşaması için tüm bu yapı tam eksiksiz bir mükemmeliyet içinde işlemekte ve biz bu nimetleri eksilmeyen bir intizam içinde tüketmekte yenisinin yerine gelmeyeceği türünden bir endişe taşımaksızın tüm her şey dahlimiz olmadan sürüp gitmekte.
Yaşamda hiçbir eksikliğin olmasına ihtimal bile vermeden hayatımızı sürmekte, eksilebileceğini aklımıza bile getirmemekteyiz. Yaratan bu muhteşem nizama bizi adapte etmiş ve asla kanıksamıyoruz. Suyun içinde yaşayan balıklar gibi. Hiçbir tuhaflık da hissetmiyoruz.
Esasında şöyle bir an “durup” yaşadığımız hayatı meydana getiren unsurları tek tek saymaya kalksak ve bunlardan bir tekinin “eksik” olmasını hayal etsek hayatımız nasıl da alt üst olurdu değil mi? Ama apaçık gerçekte bu değil mi?
Şimdi yazımımızın başında cevabını aradığımız soruya cevap verelim. Kendimizi (nefsimizi) bilmek. Yani kendimize miraç yapmaktır. İnsanın kendini, hakikat aynasında, kendini olduğu gibi çırılçıplak görebilmesi, dönüşümüzün de aynı yere aynı şeye aynı şekilde dönebilmesi demek. Doğumumuz Mevlüd-İnzal-İniş, dönüşümüz ise Miracımız olsun.