10 Haziran 1949’da,  Anadolu’muzun kuzeyinde/ Karadeniz’in  şirin ili Giresun-Alucra’da doğan Ozan Arif, 13 Şubat 2019 yılında, ilk mektepten itibaren uzun yıllardır yaşadığı ve mukimi olduğu  bir başka Kuzey Anadolu/ Karadeniz ilimiz Samsun’da gözlerini bu dünyaya kapattı. Muvakkat alemden ebedi aleme terhis oldu, göç etti.

                   Ozan Arif dertliydi, dert insanıydı. Derdi vatan ve millet, bayrak ve ezan idi.

                  O, bu toprağın, Anadolu’nun, Müslüman Türk dünyasının, milletin, ümmetin sesi oldu.

                   Sesleyemeyenlerin, ses vermekten korkanların, konuşmaya gücü, yüreği, takati olmayanların sözcüsü, tercümanı idi.  Sessiz yığınların, ezilmiş, bastırılmış milyonların sesi, nefesi, sözcüsü  oldu.

                   Acıların, dertlerin, çilelerin, Türkiye’yi dert edinenlerin insanıydı.

                   O,  şairin dediği gibi; “Cihanda adem olan bi gam olmaz/ Anın içün bi gam olan adem olmaz” şiirinde geçen “Bİ GAM/GAMSIZ” olanlardan değildi. O, gam ve kederin insanıydı. O HEP GAMLI, GERÇEK ADEM İDİ.

                   O, eğilmeyenlerden, dik duranlardan, dik durmasını becerebilen çok az insanlardan biriydi.  Bırakınız iktidarı, gücü, erki, kendi partisi, partisinin genel başkanı olsa bile, yanlış yaptığında susmayanlardan, sinmeyenlerdendi.

                   Güce, menfaate, mevki ve makama kendisini satmayanlardandı.

                   O, DEVŞİRİLMEDİ, DEVŞİRİLEMEYENLERDEN, DEĞİŞTİRİLİP, DÖNÜŞTÜRÜLEMEYENLERDEN, KEMİĞE ATLAMAYANLARDANDI.

                    Ozan Arif, algılara, toplum mühendisliklerine, dezenformasyona, yalana, saptırmaya, uyutmaya, uyuşturmaya, narkoza, afyona teslim olmadı. O hep uyanık kaldı, uyandırmaya çalıştı. Dönmelere ve dönekliklere pirim vermedi.

                    O, ÇOK ZOR OLAN “MUHALİF” OLANLARDAN, HAKSIZLIĞA, HUKUSUZLUĞA, YOZLAŞMAYA, KİMLİKSİZLEŞMEYE karşı duranlardan “muhalif kalma cesaretini” gösterenlerdendi.  Bir duruşu, bir kaygısı, vicdanı olan idealist insanlardandı.

                    Antiemperyalistti. Zulme, sömürüye, yalana, talana, hırsızlığa, ülkeyi satanlara karşıydı. “TİRİBÜNLERE ÇOK İYİ OYNANIYOR, AMA  GELECEKTE, 100 YIL SONRA GELECEK TORUNLARIMIZIN BİLE ÇIKARTAMAYACAĞI KAZIKLARIN ÇAKILDIĞINI GÖRÜYORUM” diyerek, bir büyük uyarıyı yapıyordu.

                     Tek başına bu zamanda “muhalif” kalabilmesi, YANLIŞA SUSMAMASI onu alkışlamaya, hayırla yad etmeye yeterliydi.

                     KULA KUL OLMADI, BİR BEŞERİ, BEŞERLERİ  PUTLAŞTIRMADI.

                     O, sivil itaatsizliğin şairi, ozanı idi.

                     Rütbe, unvan, kasa, masa ve ikbal beklemedi, kovalamadı.

                      O BİR ANADOLU YİĞİTİ, BOZKIRIN SESİ, BU TOPRAĞIN SAF EVLADI İDİ.

                     Elbette o da bir beşer idi. Her beşerin olduğu gibi onunda hataları, eksikleri, yanlışları var idi, olacaktı, olmalıydı.

                     Ama o, yanlışı gördüğünde, haksızlık karşısında “Dilsiz şeytan” olmayanlardandı.

                     O, KAYITSIZ ŞARTSIZ BİAT EDENLERDEN DEĞİLDİ.

                     Onunla birebir düşüncemiz örtüşmüş de değildi. Örtüşmesi de gerekmiyordu.                                                                                                                                                                       Benim için onu değerli kılan, bu zor zamanda benimki seninki demeden yanlışa karşı durması, muhalif olma cesaretini göstermesi, yerli ve milli, dava ve dert insanı olması, ülkemiz üzerinde dönen oyunları görmesi, yanlışın doğru olarak halka sunulmasını farketmesi, açılım, çözüm süreci ve benzeri oyunları farketmesi, emperyalist ve ziyonist kuşatmaya karşı dururken, her türlü hatayı yaparak, “vay efendim Batı” kandırmasını görmesi idi. Dün birbirine en galiz hakaret ve küfürleri yapan siyasilerin, sonra nasıl kirli ittifaklar yaptığını ve altındaki sebebi bilenlerdendi.

                       O, “BİZDEN İSE SUSACAKSIN, KARŞIDAN İSE VURACAKSIN” tipi kara, kirli, çirkin ve ahlaksız politikaya evet demedi, şiddetle karşı durdu.

                       Çok ağır dil kullandı diyenlere hatırlatırız ki, birbirine daha ağır konuşan siyasiler, bugün kol kola!

                      Televizyonum yok, ama duyduklarım doğru ise, binlerce insanın son yolculuğuna uğurladığı cenazesini haber olarak vermediyse, TRT tarihi bir hata yapmıştır.

                      Yine doğruysa, ömrünü verdiği gençlik  dava  teşkilatının  cenazeye katılmama talimatı varsa, inanmak istemiyorum ama, izah edilecek bir tarafı, kabul edilebilecek bir yanı yoktur diyorum  Başta yıllarını verdiği parti olmak üzere, bakanlar, tüm partiler ve vekiller onu uğurlamalıydı.

                      Ebediyete intikal etti.  Maşeri bir kalabalıkla uğurlandı. Cenazeye iştirak ile binler ona sahip çıktı, karşısında olanlara, anlarlarsa, anlayabilirlerse, anladıkları halde işlerine gelirse eğer, millet onlara  ders verdi.

                       Türkiye namuslu bir evladını, bir vatanperverini kaybetti.

                      Muvakkat alemden, sonsuz aleme terhisi hayırlı, yolculuğu kolay, ebedi ikameti Cennet olsun inşallah. Mevla rahmet, merhamet ve mağfiretiyle muamele eylesin.

                      Yok denecek kadar az olan, yanlışı tenkit edebilen, susmayan kalem ve söz sahibi olarak vefatı büyük bir kayıp, ama eleştiriye dayanamayan, kul olmasını isteyen, kayıtsız şartsız biat bekleyenler için bayram oldu. Onu mahkemelerde süründürenler rahat etti.

                       Ama Türkiye kaybetti. Çıkar mı bilmeyiz bir yiğit adam, onun yerini dolduracak, yanlışa, her ne pahasına olursa olsun, hayır diyebilecek olan.