Ülkemiz çok büyük iç ve dış sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır.
Farklı ölçeklerde de olsa bunu herkes görmekte, her zeminde dillendirmektedir.
En az son yarım asrı çok yakından izleyen ve gözlemleyen bir insan olarak, sorunların hep var olduğunu, çözülemediğini, azalmadığını ve tam aksine günümüze gelindiğinde çok çok daha arttığını, üzülmenin çok ötesinde çok çok kaygılanarak ve endişelenerek görmekteyim ve kahir ekseriyette görmektedir.
İç sorunların en başında da, yazıya konu başlıkta görüldüğü gibi, “Siyasete olan güven” sorunu yer almaktadır.
Maalesef siyasete olan güven her dönemde azalma eğilimine girmiş ve son tahlilde yerlerde sürünür hale gelmiş bulunmaktadır.
Mutlaka çok çok istisnaları olmuştur ve bunları tenzih ederek genel duruma bakıyor, ekseriyetten söz ediyoruz.
İstisnaları da, ya seçilip yetkilendirilmemiş ya da yetki verilse bile uzun ömürlü olmamış, kısa sürede yetki elinden alınmıştır.
Çok acıdır ki, hangi siyasi harekete güvenip umut bağlandıysa, sonunda pişmanlık yaşanmakta, “elim kırılsaydı da oy vermeseydim” noktasına taşınmakta, hayal kırıklığı yaşanmakta, sonunda hepsinin ya da kahir ekseriyetinin aynı bozuk düzenin aparatları haline geldikleri görülmektedir.
Siyasete olan güvensizliğin en başında da; “DOĞRULUK, DÜRÜSTLÜK, ADALET, AHLAK, EHLİYET ve LİYAKATİN” ihmal edilmesi, bu tür vasıflara sahip insanların, zaten az olması yanında, siyaset ve idarede yer bulamaması, yer bulmak şöyle dursun, tamamen dışlanmış olmasıdır.
Siyaset maalesef muhalefette başka, iktidarda bambaşka hale gelmiş, çok keskin “U” dönüşlere, çarklara, kıvırmalara, yalan, algı, dezenformasyonlara kurban edilmiş, toz duman arasında gerçeklerin kaybolmasına, görülememesine ve görülmemesine bina edilmiştir.
Oy kaygısı “OY TANRISINA” dönüşmüş, ülke ve millet menfaatleri, oy ve iktidar hesaplarının hep gerisinde hem de çok çok gerisinde kalmıştır. Oy için her yol mübah hale gelmiştir!
Siyasette o kadar keskin zikzaklar ve “U” dönüşleri yapıldı ki, başlar döndü, mideler bulandı ve dönen başlar ile anlama ve algılama zaafiyeti yaşanmaya, kafa karışıklığına, “acaba” demeye duçar olunmuştur.
Sonuçta “siyasette her şey mübah” anlayışı hakim olmuş ve siyasete güven neredeyse ortadan kalkmaya doğru yol almıştır.
Bu kadar keskin dönüşlerden, dün söylenenlerin bugün tam tersi söylemlerden sonra siyasete güven nasıl kalsın ki?
Günlerden bir gün teröristbaşı idam edilsin diye seçim küsülerinden “ip” atacaksın, sonra “idamı” kaldıracak ve asalım dediğini infazdan kurtaracaksın!
Bütün siyasetini teröre ve destekçilerine karşı bir zeminde yürütürken, sonra kalkıp karşı siyaset yaptıklarına zeytin dalı uzatacak, “umut hakkı” tanıyacak, tam tersi davetler yapacaksın!
İdarenin başına geçecek bir siyasetçiye haklı haksız her türlü sıfatı sayacak, senden “olmaz” diyecek, sonra da kayıtsız şartsız “destek” olacaksın!
Yapmaya çalıştığın siyasetin merkezinde bu milletin kimliği olacak ama D. Türkistan’da yıllardır Türk ve Müslüman “UYGUR TÜRKLERİNE” yapılan mezalime zerre ses çıkarmayacak, en küçük bir adımı dahi atmayacaksın!
Ya da darbeci zalim bir Müslüman ülke idarecisine haklı olarak her türlü lafı söyleyecek ve efeleneceksin, sonra kalkıp hiçbir şey olmamış, yokmuş gibi tokalaşacak, işbirliğİ teklif edeceksin!
Birçok AB ülke yöneticisine kafa tutacak, sonra kalkıp tam tersi bir politika izleyeceksin!
Soykırımcı lanetlilere her türlü haklı çıkışı yapacak ama tek bir yaptırıma gitmeyeceksin!
Müslümanın yapması gereken bütün ritüel ve söylemleri yapacaksın ama uygulamada İslam’a taban tabana zıt icraatlara geçit vereceksin!
Müslüman geçmiş ve kimliğinle siyaset yapacak ama adalet, doğruluk ve dürüstlük, ehliyet ve liyakat konusunda farklı icraatlarla tersine uygulamalara ve şaibelere neden olacaksın! En azından tartışılır olacaksın!
İktisadi pıroğram ve uygulamalarda, iç ve dış politikalarda bu “zikzak” ve “U” dönüşlere sayısız örnekler herkesin hafızasında tazeliğini korurken yeni “U” dönüşler yapacaksın!
Ya da, bir yerel idareci terörle bağlantılı işlemlerinden ötürü görevden alınıp tutuklandığında, haklımı haksız mı görevden alındığına bakmayıp, işlediği suçu görmeyip, sadece “seçilmiş” olmasını gerekçe kılarak savunacaksın, yerine meclisten birinin seçilmesini savunmak yerine, sadece “kayyumluk” üzerinde duracaksın!
Ondan sonra bu milletten siyasetçinin sözüne ve siyasetine güven bekleyeceksin!
Bu olmaz ve olmuyor da!
Elbette zamanı gelince, şartlar ve imkanlar farklılaşınca farklı söylem ve politikalar güdülebilir, güdülmelidir de.
Elbette terörü sonlandırmak, içerde yabancı ellere yumuşak karın bırakmamak, “İÇ CEPHEYİ SAĞLAM TUTMAK” olmalı, olması gerekendir. Bunların yapılmasına kimse bir şey demez, diyemez. Geçmiş söylemlerden bağımsız olarak düşünüldüğünde fevkalade önemli bir söylem ve ihtiyaç olduğu da ortadadır.
Ancak politika ve icraatta bu kadar keskin dönüşlere sebep olacak bir süreç işletirseniz, oy uğruna ve tabanı tutmak ve genişletmek uğruna en sivri söylemlere girmekten kaçınmaz, fay hatları ile oynamaya kadar ileri gider, sonra doğru da olsa tam tersi bir söylem ve eyleme geçerseniz, doğru yaptıklarınız da güme gider, inandırıcılığınızı kaybedersiniz. Doğru yaptıklarınıza da kimse inanmaz hale gelir ve her yaptığınızın altında, doğru yapsanız bile bir “çapanoğlu” aranmasına girilir, girişilmesi kaçınılmaz olur!
Akıllı siyasetçi yarınları da düşünerek ölçülü konuşmalı, aşırı tavırlardan kaçınmalı, tiribünlere oynamak için her ağzına geleni ve oy olarak işine yarayanı söylememelidir.
“Sevdiğin kimseyi ölçülü sev; olur ki bir gün o, senin buğzettiğin / sevmediğin kimse oluverir. Buna mukabil, buğzettiğin kimseye de ölçülü buğzet; olur ki bir gün o, senin sevdiğin kimse oluverir.” Hadisi Şerifi bu konuda Müslümanlara rehber olmalıdır.
Bütün bunlardan sonra siyasetin geldiği nokta, dün olduğu gibi bugün de maalesef “güvensizlik” içermekte, büyük bir güven sorunu yaşanmakta, “güvendiğimiz dağlara kar yağmaktadır!”
Siyaseti tenkit ederken de hedefimiz ve derdimiz “siyasetçi” değil, güdülen “siyaset” olduğu, uğraştığımız “hasta” değil, “hastalık” olduğu ve olması gerektiğini de vurgulamamız gerekir.