Güzel insan, güzel Müslüman idi.
Hasbi ve kalbi konuşurdu. Bildiği ve inandığı doğruları, sansürsüz ama tatlı dil ile, zorlaştırmadan ve kolaylaştırarak, nefret ettirmeden sevdirerek, rol yapmadan, desinlere ve gösterişe girmeden karşılıksız ve menfaatsiz anlatırdı. DERTLİ İNSANDI, DAVA DERDİ VARDI.
İmam Hatip ya da İlahiyatlı değildi bilebildiğimiz kadar ama çoğunu aşan ihlas ve samimiyeti, derinliğine bilgisi vardı.
Sade ve garip bir yaşantısı vardı.
Esrarengiz bir şekilde katledildi.
Durup dururken neden katledildi? İslam’ı anlatmaktan öte hiçbir zararlı eylemi, hal ve hareketi yoktu. Kaldı ki, olsa bile, her ne sebeple olursa olsun, kim olursa olsun can alma Allah’a mahsustur. Sadece KISAS vardır ve onu da devlet uygulayabilir.
Mutlaka devlet yetkilileri bunun cevabını bulmalı, yargı gereğini yapmalı, katledenin azmettiricileri bulunmalı, kamu vicdanını rahatlatacak, suç ve cezada denkliği sağlayacak, husumeti ve hasımlığı bitirecek KISAS mutlaka uygulanmalıdır. Hukukumuza tez elden bu yargılama usulü girmeli, KAMUOYU BİLGİLENDİRİLMELİDİR.
Sadece bu değil, SİNAN ATEŞ başta olmak üzere tüm cinayetler aydınlatılmalı, adil bir yargılama ile hak edilen ceza mutlaka verilmelidir.
Yeter artık1 Bu kaçıncı kasten adam katletme. Daha ne kadar bekleyeceğiz. Sn. C. Başkanı bir zamanlar; “Meclisten geçsin ve bize gelsin, imzalarız” demişti idam için.
Şehit Ramazan Hocamız için, “Korsan Hutbe” başlığı ile güzel bir yazı vatsaptan tarafıma ulaştı. Yazarını yazmamışlar ama mevzuyu hutbe ironisiyle güzel kaleme aldı. Hutbe de sitem edilen bir takım çevrelere toptancı yaklaşmayarak ve muhakkak istisnaları var olduğuna inanarak, bütünü olmasa bile kahir çoğunluğuna katıldığım o yazıda (korsan hutbe de) bakın neler söyleniyor:
“Kıymetli cemaat: Bu haftaki hutbemi benim içimi sızım sızım sızlatan, eminim ki sizlerin de içini yakan, Fatih’te katledilen Diyarbakırlı Ramazan hocaya ayırıyorum.
Dünyalık bir beklentisi, bir hayali, bir menfaati olmadığı her halinden belli olan, Allah adına, insanlık adına, kardeşlik adına bir derdi olduğu üslubuna, diline, eline, yüzüne, mimiklerine, sözlerine yansıyan ve Allah'ın bu garip, bu fakir, bu yiğit kulunun hakikati söylemesine tahammül edemeyen satıcılar, Ramazan'ı sürekli incittiler, üzdüler, horladılar.
Ramazan'ın katledilmesinde bir dahilleri olmasa bile, onun nefes almasını, onun konuşmasını, onun hakikatin peşinde olmasını istemiyorlardı.
Ve istedikleri oldu!
Ramazan'ı katlettiler! Daha doğrusu, Ramazan şehit oldu.
Ramazan hoca gibi iktidar gücüne yaslanmayan, sürülerle koruması olmayan, holdingleri olmayan, sarığı, sakalı, cübbesi, fistanı, kavuğu olmayan yiğitlere toplum olarak sahip çıkamadık.
Ramazan'ın ilminin, Ramazan'ın gayretinin, Ramazan'ın derdinin binde birine bile sahip olamayan zır cahiller, şeyh, gavs, veli ismi altında milyonlarca insana, milyarlarca paraya hükmediyorlar. Hiçbir ilimleri, hiçbir dertleri, Allah adına hiçbir kaygıları, insanlık adına, müslümanlar adına hiçbir tasaları yok. Sadece yalan, hikaye, masal, mit, hurafe, korku, umut satıyorlar. Müslümanların iradelerini, şahsiyetlerini, akıllarını, insan olmuşluklarını katledip, adeta et yığınları haline getiriyorlar. Güçleri, imkanları, sermayeleri, paraları, malları, kalpakları, cübbeleri itibar görüyor ve Ramazan gibi garibanlar tezgahlarına zarar verdiği için müritlerine hedef gösteriyorlar.
Aziz cemaat: Unutmayın ki, Ramazan bu dünyada imtihanını verip gitti.
Yarın ona dünyada rahat yüzü göstermeyen din sermayedarları da ölecekler!
Bizler de öleceğiz. Ramazan'ın ve Ramazan gibilerin yanında mı, yoksa onu susturmak isteyenlerin, onun katline sebep olanların mı yanında olup olmadığımız sorulacak. Nasıl cevap vereceğimizi şimdiden düşünmemiz gerekiyor! Gösteriye, şova, menfaate döndürülmüş sözde "dini yaşantının" tam ortasında; sarıkların, sakalların, şaşanın, mercedeslerin, kalabalıkların, gücün "dindarlık" diye nitelendiği zamanda/ülkede, adeta başka zamanlardan, başka mekanlardan, başka bir dünyadan gelmiş, doğrularıyla, yanlışlarıyla, hatalarıyla, eksikleriyle kaliteli bir duruşun, kaliteli bir imanın, kaliteli bir insanın nasıl olması gerektiğini göstermişti.
Onu genç yaşında katlettiler.
Belki de onun katledilişine onun adına sevinmemiz gerek; zira bu dünyada katil olmak da var. Din satarken ölmek de var! Boş kafanın üzerine sarık sarıp gezerken, utanmaz bir yüzü sakalla kamufle ederken, insanları kendine kul ederken, müminleri müritliğe çağırırken, tövbe satarken, yanmaz kefen satarken, cennetten huri pazarlarken, Allah'a ve resulüne din adına iftira atarken, ilahlık taslarken, gaybı taşlarken, şeytandan vahiy alıp bu vahiyle müslümanları uyuşturmaya çalışırken, iktidar gücünün gölgesine sığınırken, şirkin dibine dalarken, sırat-ı müstakime paralel yollar yaparken, Allah'tan gizli (!) olarak, Allah'ı kandırarak (!) (haşa) cennete kaçak tüneller kazarken, sidik, sümük, takunya, kıl, tüy, muska pazarlarken, 500 ayet getirseler de inanmayın derken, Buhari çökerse İslam çöker diye gürlerken, Allah'ın tabiat ayetleriyle Kur'an ayetlerini kavga ettirirken, ataları putlaştırırken ölmek de vardı! Ramazan hoca bunları yaparken değil, bunları yapanlar tarafından linç edilirken öldü/öldürüldü! Allah rahmet eylesin. Allah hepimize böyle bir duruş, böyle bir cesaret, böyle bir son nasip etsin.
Allah'tan kaçarken değil, Allah'a kaçarken can vermeyi ihsan etsin. Amin.”