Bir yıldız daha kaydı. İki kapılı bir han olan dünyanın, bir kapısından 1936 yılında girdi, 2019 yılında  diğer kapısından çıktı. Tüm insanlar, bütün canlılar gibi.

           01 Haziran 2019 tarihinde, Ramazan’ın 27’si,  Kadir gecesi sabahı olan Cumaertesi günü, 83 Yaşında hayata gözlerini yumdu. Muvakkat dünya hayatından, ebediyete göçtü.

           Benim en yakın dostum, ağabeyim, sırdaşım, dert ortağımdı.

           Anadolu’muzun kuzeydoğu sahillerinde doğmuştu. Nerelisin sorusuna: “Tırabzon-Of” diye cevap verir, genellikle yalnız ilçe ismini söyleyenlerin aksine o, il ve ilçeyi  muhakkak birlikte söyler, ayırmazdı. Of ilçesinin Uğurlu beldesinde dünyaya gelmişti. Babası Faik Tandoğan da, Emniyet Teşkilatında vazife yapmış, hafızam beni yanıltmıyorsa, Başkomiser olarak emekli olmuştu. Rahmetli babasından çok söz eder, başarılı bir polis olduğunu söyler, herkesin itimat ettiği, ihtilaflarını çözdüğü  bir “Cemiyet adamı” olduğunu söylerdi.

           Ben  daha doğmadan, 1954 yılında Astsubay okulunu bitirmiş, Ordumuz da vazifeye başlamıştı. Sanat Enstitüsü orta kısmını bitirmiş, oradan askeri okula gitmişti.      Ortaokul da öğrendiği matematik, cebir, geometri ve teknik resim bilgisine gıpta ediyor, onun zamanında eğitimin çok güçlü olduğuna şahit oluyor, bu günkü lise mezunlarının çok üstünde bir eğitimi ortaokul da aldıklarını görüyordum.

           Vazifesini hakkıyla yapan, düzenli ve disiplinli bir  “Kıdemli Başçavuş” olarak yurdun birçok yerinde görev yapmıştı. Mezun olduğunda komutanlarının hayata dair ve halkla ilişkilerinde altın öğütlerini anlatır, bende zevkle dinlerdim. O öğütler “Peygamber ocağı” sıfatını hak ediyor ve bana onu hatırlatıyordu.

            Emeklilikten sonra bile, askeri tertip ve düzeni sürdürür, temizliğine, tıraşına, giyim ve kuşamını itina gösterirdi.

            Birçok ortak noktamız, ortak hassasiyetlerimiz vardı.

            Vatanseverliği, ülkenin selameti, emperyalizme ve ziyonizme karşı düşmanlığı, ülkemize ve İslam alemine yönelik dış ve iç tehditlere karşı duyarlılığı bunların başında geliyor, bu konuda dertleniyor, dertleşiyor ve beraberce çok üzülüyorduk.

            Çevre duyarlı, çevre temizliğine çok önem veren, yeşile dost, şehirdeki eksiklikleri gören ve kendine dert edinen bir insandı.  Hemen her gün şehirde dolaşırken şehrin temizliği, çöplerin rastgele çevreye atılması,  kaldırım işgalleri, imar bozuklukları, kısaca kent yaşamında göze çarpan tüm eksiklik ve hataları görür, benim görüp gösterdiklerime hassasiyet gösterir, yönetici ve sorumlulara kızar, beraber dertlenirdik. Sadece hassasiyetle kalmaz, ilgilisine iletmek için çaba harcar, çırpınırdı.

           Benim gazete yazılarımı günlük takip eder,  çok beğenir, okur ve kesip biriktirirdi.

           Sık sık, ulusal gazetelerde yazmam gerektiğini söyler, yazmadığım, yazamadığım için üzülürdü. Zaman zaman ulusal gazetelerde tanıdıklarına telefon açar, hakkımızda övgüler yağdırır, muhakkak “sizde yazmalı” derdi.

            Ben de, “Ömer abi hiç yorulma, kitabın ortasından yazanları yazdırmazlar” der, uğraşmasına engel olmaya çalışırdım.

            Açık sözlü ve mert idi. Haksızlığa, yanlışa, vazifesini düzgün yapmayan resmi veya sivil yetkililere çok kızardı. “Ben vali, belediye başkanı olsam bunlara izin vermez, işi bilene görev verir, ehliyet ve liyakate çok çok önem verirdim” derdi.

            Cömert bir insandı, ama cömertliği istismar edenlere, bunu bir geçim kapısı, avanta ve asalaklık olarak kullananlara, eli cebine gitmeyenlere de çok kızardı. Bunların tümü ortak özelliklerimiz idi.

            Özel sırlarını, en mahrem bilgilerini benimle paylaşır, çok güvenir, itimat ederdi. Şüphesiz itimadımız karşılıklı idi.

             Özel ya da genel sıkıntılarını bana anlatır,  beraberce çözmeye çalışırdık. Aynı şekilde ben de dertlerimi onunla paylaşır, tecrübelerinden yararlanır, yardımlaşırdık.

             İlerlemiş yaşına rağmen okuyan, dinleyen, gazete ve televizyon haber ve bilgilerini takip eden, konferanslara benimle gelmeye çalışan, notlar alan bir insandı. Sık sık beni arar, kafasına takılanları sorar, dertlendiği konuları benimle paylaşır, mütalaa ve münazara eder, kafasına takılanları bana sorardı.

              Yıllarca  gazetelerden kestiği, fotokopi yaparak sakladığı ve önem verdiği kitaplardan oluşan kendine has bir arşivi vardı. Bunları bana verir, yazılarımda kullanmamı söylerdi.

              Bende arşivinden yararlanır, kaynak olarak kullanır, gazete yazılarımda kaynak olarak “Ömer Tandoğan arşivinden” diye makalemin sonlarına not olarak düşerdim.

               “ Dünyaca Ünlü Yazar ve Düşünürlerden Özlü Sözler” kitabını ondan almış, tam 64 makale bu kitaptan yazmıştım.

               Hassasiyet taşıdığı birçok konuda bana başvurur, o konuda makale yazmamı ister, ben de yazardım. Yazdıklarımı okur, çok mutlu olur, gazeteyi alır,ona ait, ona dert olan bir konuyu basına taşımamdan, gündem etmemden çok hoşlanır, vazifesini yapmanın sevincini yaşardı.

                Her yönüyle duyarlı, düşünceli, derdi olan bir şahsiyetti. Derdi “Türkiye” olan bir zattı. Memleket meselelerini dert edinir, benimle paylaşır, müzakere ederdi.

                Tavlayı sever, yaşıtı ve meslektaşları onu rahat bırakmaz, tavlaya çağırırlardı. Oynarken kural hatası yapanlara kızar, yenildiğinde de kızar, yenince çok mutlu olurdu.

                “Tavlayı bırak, sinirleniyor, üzülüyorsun”derdim. Nasihatlerime kulak verir,  uymaya çalışır, ancak  arkadaşları onu bırakmaz, çağırdıklarında ise, hayır diyemezdi. Doğru olan söz ve nasihatlere değer verir, hakkı teslim ederdi.

                Kısaca, nesli tükenmiş değerli, güzel ve ender insanlardandı. Güzel bir askerdi.

                Beni yalnız bırakarak gitti, arkasından ağlattı. Tüm gidenler gibi, o da ebediyete göçtü. Oysa iyileşmesini bekliyor, hemen her gün evlatları Zeynep hanımı ya da Osman beyi arar, durumu hakkında bilgi alırdım. Artık  sözleştiğimiz Ambarlı sokak başında beni bekleyen olmayacak!

                Yine meslektaşı, onunda benimde sevdiğim Mecdi  beyin dükkanında beraber olamayacak, birlikte oturamayacak, her önünden geçerken “haydi bir çiğ köfte alalım” diyenim ve Tozlu camii altında ev yemekleri yapan Derya hanıma uğrarken, Ömer abim yanımda olmayacak.

                Muvakkat dünya hayatından terhisi hayırlı, yolculuğu kolay, ebedi ikameti Cennet olsun inşallah. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Biz Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz.

                 Eşi Selma ablaya, değerli evladı adaşım Osman beye, kızları Zeynep ve Melike hanımlara ve cenaze de tanıdığım, Hendek eşrafından  damadı adaşım Osman Dinçer beye sabr-ı cemiller diliyorum.

                 Ömer abi, nurlar içinde yat! Sen gittin, herkes gidecek, bizde gideceğiz ve bizi orada bekleyeceksin. Senin de çok muzdarip olduğun ve beraber içerlediğimiz, hiç ölmeyecek ve hesap vermeyecekmiş  gibi, her çeşit sahtekarlık, yalan, talan, ahlaksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk, hırsızlık gibi günahlarla kirletilmiş ve kirletildiğimiz  bu dünyadan, Mevla’mızın sonsuz affına, rahmet, merhamet ve mağfiretine sığınarak, nasuh bir tövbe ile Allah’tan af dileyerek göçüp, inşallah aynı yerde, ebedi ikametgahta  buluşur, yine beraber oluruz.