Hayli zamandır bu yazıyı yazmak istiyordum.
Kışın başında yazamadık, bari sonunda olsun.
Cemreler düşmeye başladı mı, kış da yolcudur artık.
Fazla da kalmaz. Vakti geldi mi gider.
Aralıkta kendini tam gösterir kışın yüzü.
Önce yağmurlar, arkadan karlar…
Yavaş yavaş uzayan geceler, kısalan gündüzler…
Yazdan kalma bir gün ararız. Sonbahardan olsa da olur.
Rüzgâr kuvvetli eser, güneş ara sıra yüzünü gösterir.
Geceler unutulmaz saadetler saklar.
Uzayan kış gecelerinde mü’minin baharı vardır.
Kışın geldiğini nerden anlar insan?
Günler aceleyle gider. Camlar buğulanır. Nefes alıp verirken dumanlar çıkar.
Pencere önlerine bazen güvercinler, bazen kumrular konar.
Bir şeyler bekler hane sahiplerinden.
Çocukların yanakları kıpkırmızı olur, elleri de öyle.
Köşe başlarında satıcılar, kestaneciler, manavlar, geceyi bölen sesler, bozacılar. Çok da kalmadılar ya bunlar…
İşini güzel yapanlar gönlümüzü fetheder.
Kestaneciler mis gibi kokular yayar. Sahlep satıcıları… Bozacıların makamı hiç değişmez. Booozaa…
Hepsi aynı şarkıyı söyler. Nağmeler her dilde aynı.
Yemekler yenir, el ayak çekilir, onlar sesleriyle sokağı doldurur.
Ne soğuk, ne kar alıkoyar onları.
Gecenin içinde dost sesler onlar.
Herkes de sevmez. Meraklıları, tiryakileri tanır onları.
Şehrin çoğu bilmez onları.
Bizim çocukluğumuzda saati gelince o sesi takip ederdik.
Kış gecelerinin yolları süsleyen efendisidir bozacılar.
Bir de yoğurtçular vardı, onlar da gitti.
Sesler gitgide azalıyor. Gürültü çoğalıyor.
Farkındasınız değil mi?
Kışların gündüzünden bir şey çıkmıyor.
Hızla geçiyor. Sabrımızı sınıyor kısa kış geceleri.
Ama geceler başka.
O gecelerin hatırına seviyoruz belki de kışları.
Her şeye vakit yeter o gecelerde.
Gün bitti mi upuzun bir gece çıkar karşımıza.
Hz Peygamber’in (aleyhissalatü vesselam) dediği gibi:
“Kış geceleri müminin baharıdır.”
Kulağımıza değil gönlümüze fısıldanan bu ses ne der acaba?
Vakti bereketlendirin, Allah için bu uzun gecelerde bir şeyler yapın der.
Okunacak kitaplar çoğalır, yapılacak işler sıraya girer.
Uyumaya da, yemeye de, her şeye vakit vardır.
Hele aile kalabalıksa…
Sobalardan çıkan çıtırtı sesleri duyulurdu eskiden, duvarlara vururdu gölgeler. Ne eğlenceli olurdu.
Bir de kış meyveleri…
Kuru üzümler, elmalar, portakallar, kestaneler ve çay kokusu…
Neşeli nağmeler söylenirdi, büyüklerin sohbeti, menkıbeler, ibadete, ahirete ait sohbetler...
Bu kışları çok özlüyorum.
Bilmem siz yaşadınız mı hiç böyle bir kış…
Şimdi bir mezardan farksız evlerimiz. Ipıssız…
O günlerin kıpırtısından bir ses yok artık.
Televizyon dolduruyor boşluğu, almış başını gidiyor.
İnsan arıyor dostluğu, akrabayı, muhabbeti…
Yaşlılar konuşunca duvardaki saat bile dururdu sanki.
Akar giderdi sohbetler.
Yaşlılar ne yapacağını, nasıl yapılması gerektiğini bilirdi.
Geceyi dualarla, Kur'an’larla, Yasin'lerle ısıtır, aydınlatırdı onlar.
Aslında biraz gayret etsek bulunduğumuz mekânı onların evine benzetebiliriz.
Bir tünelden geçip onlara da ulaşabiliriz aslında.
Bazı şeyler değişse de bazıları hiç değişmiyor.
Neyin yalan neyin gerçek olduğunu o sohbetler haber verirdi bize.
Allah için yapılan o güzel dersler.
Mevlana’yı, Necip Fazıl’ı, Abdülkadir Geylani’yi, İmam Rabbani’yi, sahabileri o gecede daha yakından tanır insan.
Kış dersleri Bediüzzaman Hazretleri’nin Risale sohbetleriyle yine renkli ve ahenkli bir şekilde sürüyor.
Onun sözleri eski dinlediklerimizden çok farklı değil.
Ne diyor Üstad:
“Dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor.”
Kalplerin ve ruhların tamircisi Üstad…
Bizi rahmetin kıyılarına değil, içine çekiyor.
Çaylar eski bir misafir gibi çıkıp geliyor hemen sohbet aralarında.
Şimdi daha iyi anlıyorum Hz Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) sözündeki hikmeti:
“Kış geceleri müminin baharıdır” deyişini.
Artık her kış son kış gibi geliyor.
Her bahar son bahar gibi geliyor.
Kıymetini bilelim…
Şikâyet değil, şükredelim.
Alalım bir kitap elimize, koyalım çaydanlığı yanımıza, başlayalım dersimize...
"Ey nefsim…"
Kışınız mübarek olsun.
Kış geceleriniz, ebedî baharınız olsun.