Bunu kaybeden çok sonra ne kaybettiğini anlar ama o zaman da iş işten geçmiş olur.

Biraz olsun elde avuçta kalmış olana tekrar o gözle bakabilmenin bir yolu kaldıysa eğer, oraya davettir bu yazı…

...

Simitçiii…

1960'lı yıllar…

Helalinden rızk peşinde bir insan.

Ayaklarını dolamış ya, keyfi yerinde diyebiliriz. 

Mevsim de yaz/bahar olmalı.

Başındaki takkemsi şeyde güneşe karşı siperlik vazifesi görüyor. Demek ki, güneş sade ısıtmıyor yakıyor da.

İnce elbiseler de mevsim hakkında bilgi veriyor zaten

Taksi dolmuşlar 70'li yılların sonuna kadar saltanatını sürdürdü.

Yeni Camii sessiz sedasız davette.

Günün misafirlerini ilk vakte bekliyor.

Belki birazdan ezan sesleri yükselecek...

Manzaraya bakınca ortalık ne kadar sakin görünüyor o yıllarda.

O yıllarda İstanbul'un nüfusu 1 milyon 250 bin civarında.

Adapazarı nüfusu kadar bir şey.

Nerede şimdiki o insan seli…

Nerede araba yoğunluğu…

İstanbul rüya gibi bir şehir.

Eski filmlerde de vardır bu sahneler.

Doyamazsınız seyretmeye.

İki katlı ahşap evler.

Omuzunda yoğurt tablası ile satıcılar.

Şerbetçiler, simitçiler, sırtında küfesi ile meyve satıcılar, allı güllücüler daha neler neler…

Güneşten kavrulmuş yüzler.

Satıcılar bir beldenin huzur sesleridir.

Bereket seslenişidir onlar erbabına.

Alabilen, gücü yeten için evlerine neşeyle dönen yüzlerin sahilidir.

Sade ama huzurlu olduğu her halinden belli bir hayattı bu.

Şimdi her şeyimiz var çok şükür ama sadelik ve huzur kayboldu gibi.

Nereye gitti o canım değerler?

Eğer yakında bir yerlerde ise gidelim de bulalım.

Maalesef olmuyor. 

Çok çabuk değişiyor geçtiğimiz yollar, yaşadığımız sokaklar.

Dostlar da bir bir gidiyor.

Onlarla beraber bazı anılar da.

Değişim rüzgârı esmeye başlamaya görsün.

Bir yerden sizi de yakalıyor o rüzgâr.

Çocukluğumuzda çektirdiğimiz resimlere bakınca bunu çok daha iyi anlıyoruz.

Nerede o mekânlar şimdi diyesiniz geliyor.

...

Mutluluk hepimize yakın bir yerde dursa da ona uzanmak için gayret gerek.

Biraz da hayret gerek.

...

Her fotoğrafta aradığım şey sadelik, eşyadan arınmışlık.

Bambaşka bir şey bu duygu.

Lüzumlu lüzumsuz yaşarken dolduruyoruz her yeri.

O da lazım, buna da ihtiyaç olur bir gün diye.

O gün gelmiyor bir türlü.

Onların pek çoğu lazım olmuyor her ne hikmetse.

Baba mesleğimiz hurdacılık olduğu için bunu yakından biliyorum. Evlerden hurda diye öylesine şeyler satışa arzediliyor ki, şaşarsınız.

Hatta bunların bir kısmını 1968 yılında yaptığımız ve halen oturmakta olduğumuz evin yapımında kullanmıştık.

Anlayın işte...

Mutluluk paylaşmakta...

Mutluluk sadelikte…

Mutluluk kanaatte…

Hırsta değil, gösterişte değil.

Biliyoruz da uygulamakta zorlanıyoruz.

Bilmek ile yapmak arasındaki mesafe çok uzun çok.

...

Her şeyi parayla alamıyorsunuz. 

Almaya kalktınız diyelim, parayla satılmıyor mutluluk ve huzur denen şeyler. 

Varsa var, yoksa yok hallerden biri.

Elinden olanın kıymetini bilsin herkes deriz. 

Acaba birileri olsun bilirmi ki?

Ah Aziz İstanbul ah, gönlümüzün sevdası…

Senin eski günlerinden kalma bir kareni siyah beyaz fotoğraflarda görmek de güzel.

Rızık peşindeki bu adama bir gönül merhabası vefat etti ise bir Fatiha okuyalım. 

İyiliğin, helalin ve gayretin fotoğrafı bu.

Bak bak oku.

Bak bak mazideki huzur dolu günleri an.

Camiler bu şehre başka bir şehre yakıştığından çok daha fazla yakışıyor.

Okumak dua gibi burada, hayat kitap gibi…

Bir fotoğraf karesi bile bunları yazdırıyorsa bir ömür orada yaşayanın çok daha fazla sözü olsa gerek.

Ülfet ve alışkanlık yakamızı bırakırsa eğer.

EVLİLİK DEDİĞİN

Yaşlı bir aile…

Yaşları 70'i çoktan aşmıştı ama ikisi de sıhhatli, neşeliydi.

Uyum içinde geçirmişlerdi bunca yıllık mutlu ve huzurlu hayatlarını.

Değişmeyen adetlerinden biri de hatıraların eşliğinde başbaşa kahvelerini yudumlamaktı.

Saat 12.00 dedi mi, şekerli kahveleri şaşmazdı hiç.

O gün nasıl olduysa hanımı kahvenin içine dalgınlıkla şeker yerine tuz koydu.

Kahveden bir yudum alınca hanım durumu farketti. 

"Aşkolsun bey, insan söylemez mi?" dedi.

İhtiyarın yüzünde muzipçe bir gülümseme vardı:

"Hanım" dedi "Bunca yıllık ağız tadımız bozulmasın diye ses etmedim. Hem nice vakit şekerli kahvelerini afiyetle içmedik mi? 

Arada bir tuzlusu çıktı diye yüzümü ekşitememem doğrusu."

Karşılıklı gülüştüler.

Evlilik denilen şeyin güzel bir geçim olduğunu gösterdiler.

Bir hatıra daha biriktirdiler.

Yarınlarda çocuklarına ve torunlarına anlatacakları.

Ne de güzel ettiler...

HAZIR CEVAP
TESBİH 
Annemin tesbihi elimde dağılınca:
"Tesbihin bile bana dayanamadı" diye lâtife ettim. 
Annem bu aşağı kalır mı:
"Yıllardır ben size dayandım ya, tesbihim dayanmasa da olur" dedi.

NEYİN NESİ?
İnsanda fanilik hissi neyin nesi.
Biten her şey, bitmeyenin habercisi.

ÜMİTLER VE ANILAR 
Yıllar geçtikçe anlıyoruz:
Gençler ümitleriyle, 
ihtiyarlar anılarıyla yaşar..

NOKTA
Ey insanoğlu!
Kendi malına kendin sahip çık!
Senden sonra gelenlere yapmalarını tavsiye edeceğin iyiliği bizzat kendin yap
Hz.Ali (kv)

HÜDAYI NABİT
Bahçesindeki küçük domatesleri hediye ettiği misafir:
"Bunlar kendiliğinden yetişiyor değil mi?"
"Yok hüdayinabit"
"O ne demek?"
"Allah’ın bitirdiği demek."

BAYRAM SEVİNCİ
Kitap almak için ayırdığı parasını aradı bulamadı.
Düşürmüş olmalıydı.
"Bugün bayramın son günü bari bulan sevinsin" dedi.
...
Ayniyle vakidir.

HİKMETİ VARMIŞ

Tavşan sorar kaplumbağaya "Böyle yavaş yavaş gitmenin bir faydası oluyor mu?"

Kaplumbağa:

"Olmaz mı?" der, "Senin hızla geçerken göremediğin onca güzelliği seyretmek bize kalıyor."

70 SENE

İnsanların dünya için sabahtan akşama kadar uğraştıklarını, büyük binalar yaptıklarını, bu uğurda çektikleri zahmet ve meşakkatleri gören bir gönül adamı şöyle dermiş:

"Allah’ım; insanlar 70 sene değil 700 sene yaşasalardı acaba neler yapmazlardı ki.."

TEFEKKÜR RAHMETİN KAPISINI AÇAR

Süfyanb.Uyeyne (r.a) buyurur ki:

Tefekkür, rahmetin kapısını açan anahtardır.

Görmüyor musunuz, önce düşünülüyor, sonra tevbe ediliyor!