Ömür kısa olmakla beraber, bu kısa ömrü niyet ile, özellikle ihlas ile bereketlendirmemiz mümkündür.
Uydum hayata değil, uydum hayatı yaratanın emirlerine diyerek hayata başlamak, salatü selam getirmek, uzun müddet gözleri görmeyen bir hastanın gözlerinin yeniden açılması gibi, göz kapaklarımızı aralamak, göz nimetini verenin istediği şekilde bakmak…
İnsan, ömrünün bir anını bile böyle geçirse, içinde ne kadar huzur, ne kadar mutluluk bulur.
Cenab-ı Hak küçük çekirdekten koca bir hayatı çıkardığı gibi, ihlasla geçen bir hayattan da ebedî bir cennet hayatı çıkarır.
Namazı ve orucu düşünelim.
Niyet ettim Allah rızası için diyerek namaza niyet ederiz, Allah resulünün tarif ettiği gibi bir namaz kılarız.
Neticede ebedî saadet için büyük bir sermaye kazanmış oluruz.
O namazın sadece ve sadece Allah rızası için, ihlasla kılınmış olması lazımdır.
Oruç tutmak da böyle.
İnsan aç kalmakla görünürde bir iş yapmış olmuyor.
Ama o açlığı Allah rızası için çekince, bu ihlasla büyük mükafatlara mazhar oluyor.
Bediüzzaman Hazretleri, "Mün'imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir" diyor.
Mün'im, nimetlendiren, ihsan eden manasına geliyor.
İnsan bir nimeti Allah'ın ikramı olarak gördüğünde kalp ve ruhu büyük bir lezzet alır.
Aksi halde, o nimetin düşüncesizce tüketilmesi halinde zevk, nefse ait kalır.
Nimetlendirmekten esas maksat, o nimetin yaratanın özel bir ihsanı olduğunun bilinmesidir.
İster bir yudum hava, ister bir lokma ekmek...
Mutluluğun kapısı elinizde.
Ya açarsınız, ya kaparsınız.
Hani derler ya, eski insanların evlerinde mutluluk tabloları hiç eksik olmaz.
Sebebi budur işte.
Mutluluk gölge gibi peşimizde.
Ya hayatımızın içine alırız, ya da gafletle yaşarız, bitiririz günü.
Akıl ve kalbi bir tarafa bırakarak nimetlere nefsin hazları diye bakan insan, o nimetlerdeki harika sanata nazar edemez.
Onun için çocukça ve safiyane bakan gözlere ihtiyaç var.
Nasıl bakar onlar petekteki bala…
Nasıl bakar eriğe, kiraza...
Nasıl bakar akan suya..
Nasıl gülücükler meydana gelir yüzünde…
Bize de hayretle seyretmek düşer.
Onun yüzü güler, biz de güleriz.
Niye biz onun gibi olamayız ki?
Zor mudur? Değil.
...
Bir perde var önümüzde.
Besmeleyle açılır, tefekkürle genişler...
Her nimette aynı…
İsterseniz bir bardak çayı bir de böyle için.
Bakın bakalım…
Çünkü Mün'imi düşünmek, en ulvi bir lezzettir.
Nimetin bizatihi kendisini, ondan alınacak hazzı düşünmek ise nefse ait bir lezzettir.
Bir kimse yeryüzünü nimet sofralarıyla donatan, canlıları o sofralara davet eden bir Mün'im olduğunu düşünmeden, hayatını sadece lezzete hasrederse, ne tefekkür eder, ne şükreder.
Hâlbuki tefekkür etse, nimet bitse bile ruhu bakidir.
O nimetin bir Mün'im tarafından verildiğini bilmenin lezzeti, o nimetten daha lezzetlidir.
...
Çocukken çok sevdiğim bir arkadaşım vardı.
Gazozunu bir türlü içmezdi.
"Hadi, sen de iç" derdik.
"Siz için, ben en sonra içeceğim" derdi.
Neden böyle yapıyorsun dediğimizde, "Sizi imrendireceğim" derdi.
Anlardık ki, geciktirse de o fani nimet bitecek.
Hâlbuki varsın, bitsin.
Nimeti verenin Baki olduğunu düşünmek, nimetle bizi tekrar buluşturuyor aslında.
...
İman nasıl bir nimet dostlar...
Görüyorsunuz işte.
Allah'ın rahmetini düşündürüyor.
Daima bu nimetleri bana verir diye ümitvar oluyor.
Aksi cihette ise, lezzetlerde ruh yok.
Nimetin kendisiyle beraber lezzeti de gider.
Yanan bir evden geriye sadece duman kalması gibi, bu şükürsüz tüketimlerden de geriye sadece hesaplar kalır.
Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin dediği gibi:
"Haramın azabı varsa, helalin de hesabı vardır."
Musibetler, sabretmek şartıyla insan ruhunun yücelmesine, gelişmesine, insanın aczini fark edip Rabbine daha fazla dua etmesine vesile olur.
Günahlara da kefaret olmakla beraber, bir kısım cezaların ahirete kalmamasına vesile olurlar.
Ne kadar güzel bir bakıştır bu.
Dün bir camdan bakıyordum.
Yeşil ağaçların yaprakları arasından bir sarı yaprak düştü. Yanımdaki gence dedim ki:
"Bak, yapraklar sonbaharda düşer diye bir kaide yok. Yazın da düşüyor işte. Hayatın yaprakları da böyle. Ömrümüz yetmişte, seksende bitecek diye bekleme. Ömrün baharı olan yirmisinde de biter. Bir rüzgâr eser, ömür yaprağı sararır, düşer işte..."
...
Lezzet aldığımız her nimete, soluduğumuz havaya bir de böyle bakıp ömrümüzü saadetli kılalım inşallah.
Nefsimizin istediği gibi değil, Allah'ın istediği gibi olunca böyle oluyor.
Bilsin bilmesin, herkesin içinde lezzetin zevalinden dolayı bir burukluk var.
Merak etmeyin, bitenlerin yerine Allah daha güzelini, ebedî cennet sofralarında verecek.
...
Tefekkür edelim, düşünelim.
Bu nimet nereden geldi de beni buldu ve hayatımın çarklarını çevirdi.
Kendini karanlığa mahkûm zanneden insan, düğmeye dokunsa her yerin ışıklarla aydınlandığını görecek.
Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin her biri, dünyamızı maddî manevî aydınlatan bir elektrik düğmesi gibi.
İman, o hareketi sağlıyor, o ince görüşü meydana getiriyor.
Elimizi uzatıyoruz, tam nimeti alırken biteceğini görüyoruz ama imanımızla ve inancımızla Mün'im olan Allah'ı düşünüp orada bir şuur lambasını yakıp, karanlık hâli nurlandırıyoruz.
Seçmek elimizde.
Ya karanlıkta kalacağız, ya da aydınlığa doğru yol alacağız.
...
Ne kadar kolay mümince yaşamak, insanca yaşamak, yaşadığı her zerreden lezzet almak...
Allah namına bakmak ne kadar lezzetli...
Evet, "Alıştığımız bir şey mi yaşamak" diyor ya şair...
Ne olur hayatın böylesine alışalım. Nefsin gösterdiği yanına değil.
"Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Rabbisine der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!"
Böyle bir imanla bakınca, bu temenniyi ne kadar da içten gelerek söylemek istiyor insan.
Biraz daha kalalım da bu nimetlerin şükürle, tefekkürle karşılığını verebilelim diye...
Aman ha, yaşlılara, çocuklara bir daha bu gözle bakalım.
Bilelim ki, bu sabah açan gül, doğan güneş, gülümseyen gökyüzü, esen rüzgâr belki de hepimiz için ama belki de onlar için özel, böyle düşünen için özel.
Belki de bir küçük çocuğun ya da bir hastanın, bir yaşlının duası için güzel.
Bilelim ki, nefsimiz ezilsin.
Güller ezildikçe gül kokuları yükselir.
Nefsin de ezilmesi ile Cenab-ı Hakk'ın isminin tecellileri çıkar. Ölüm de gelse insanın başına, "baş göz üstüne geldin" der. Hastalık da gelse, Allah'tan bilir, adresi görür, şükreder.
Nimeti hırsız gibi ganimet bilip yemez, Allah'tan bilip hamd eder.
Seçmek elimizde...