On bir yıl sonra, kura, yani “şans oyunu” sistemi ile ( şans oyunlarının İslam’da hükmü belli iken!) Hac hakkını elde etmiş, 28 Temmuz da başlayan yolculuğumuz, 4 Eylül de Mevla’mızın izniyle nihayetlenerek, 39 gün sonra yeniden yurda döndük ve kılavyenin başına tekrar oturma imkanına kavuştuk. Elhamdulillah.

                        Döndükten sonra ilk yazıyı yazarken ve ne yazayım derken, elbette Hac gözlem ve tespitlerini atlayamaz, hiç olmamış, yaşanmamış gibi davranamazdık. Birikmiş birçok gündem konularını kenara iterek ve ilerde kaleme almak üzere, çok kısa ve özetinde özeti olarak, gördüklerimizi ve tespitlerimizi iki bölümde  yazmaya karar verdik.

                        İşte HAC da  gözlem ve tespitlerimiz:

                        *İlk olarak, Hac’ca genç ve sağlıklı olarak gitmenin, fevkalade önemli ve zaruret olduğunu belirtmek isteriz.

                        *Öncelikle şunu da belirtmemiz gerekir ki, Hac kafile sorumlusu ve gurup hocalarının bilgili, şuurlu, tecrübeli, deneyimli, ihlaslı, gayretli ve sabırlı olmaları fevkalade mühimdir ve Hac’cın sıhhat ve selameti için elzemdir.

                        *Bütün eksikliklere rağmen, TEK MİLLET VE TEK ÜMMET OLMA fiiliyatı, birlik ve beraberliği, KARDEŞLİĞİ, EŞİTLENMESİ, aynı yöne, Kabe’ye, aynı Allah’a, Kitaba, Peygambere inanmanın ve yönelmenin pırovası burada yapılmakta ve yaşanmaktadır. Dünyanın her tarafından gelen, farklı ırk, kavim, kabile, sülale, aşiret, mezhep, cemaat, meşrep, parti, hizip, gurup, meslek, renk, dil, giyim, kültür, iklim ve coğrafyalardan, farklı eğitim, makam ve gelir guruplarından, fiziki yapıları en kısasından en uzununa, en zayıfından şişmanına, kadın ve erkeği ile sağlıklı olanından engelli olanına kadar her tür insan burada eşitlenmekte, MAHŞER yerindeki durum ile aynılaşmakta, bütünleşmekte ve tek bir millet ve ümmet olma hali burada yaşanmaktadır.

                         Hal ve fiili durum burada bu iken, Kabe etrafında TAVAF yapan yüzbinlerce insana bu gözle  bakarken,   ister istemez aklıma su soru geldi?

                         “Eyyy Hac’ca gelen yüzbinlerce ve milyonlarca insanlar!

                         Burada bir ve berabersiniz de, aynı inanç ve ibadeti yapıyorsunuz, birbirlerinizi incitmiyor, kırmamaya gayret ediyor, kardeşliği sağlamaya çalışıyor ve burada bunu yapabiliyor ve yaşayabiliyorsunuz  da, burdan gidince, ülkelerinize dönünce, ne oluyor size de, birbirine düşman oluyor, ırkçılıkla, sülalecilikle, mezhep, cemaat, parti, meşrep ve binbir çeşit ayrılıklara düşüyor, birbirinize düşman oluyor ve birbirinizi katletmeye kadar sapkınlıklara düşebiliyorsunuz!?”

                         *Gerek MESCİD-İ NEBEVİ ve gerekse KABE’de namaz vakitlerinde insanlar dört taraftan bu iki kutsal mekana akarken, ARAFAT VE MÜZDELİFE’de bir arada olup VAKFEYE dururken, MİNA’ ya şeytan taşlamaya doğru insan seli olup akarken, hep MAHŞERİ hatırlıyor, mahşer yerine doğru yürümenin ve orada toplanmanın  örneğini görüyor ve pırovasını yapıyorsunuz.

                         *Kabe’ye gidip, BEYTULLAH’ı görüp, önümüze aldığımızda, O’na yönelip, O’na bakarak namaz kıldığımızda, bir ömür boyu görmediğimiz ama yöneldiğimiz, O’na niyet edip kıyam, ruku ve secdeye durduğumuz Allah’ın evi artık yanımızda, gözle görebileceğimiz ve elimizle tutabileceğiniz yakınlıkta olması, bambaşka bir duygu yaşatmakta, ‘acaba rüya mı görüyorum’ düşüncesini kafamızdan geçirmekte, bunun mutluluğunu yaşamaktayız.

                       *ŞEYTAN TAŞLAMAYA sel gibi akarken, içimizdeki ve dışımızdaki tüm şeytanlara taş atmaya giderken, karşımıza en azından günümüzün küresel Ebucehil, Firavun ve Nemrutları olan Trump, Netanyahu ve benzeri şeytanlara benzer bir figür bekliyorken, çıka çıka bir beton duvar çıkması, biraz şaşkınlık yaratmış olduğunu aklımdan geçirmiş ve bazı hacı arkadaşların, espiri ama bazı gerçeklere vurgu yapmak açısından kulaklarına fısıldamış, dikkatlerini çekmiştim!

                        *Ve yine yüzbinlerce insan Mina’ya, şeytan taşlamaya sel olup akarken, şunu da düşünmeden, aklımdan geçirmeden edemedim: “Acaba, şu anda Hz. Peygamber burada, aramızda olsaydı, bize ne derdi? Durun Kalabalıklar! Şeytan burada değil! Şeytan Kudüs’ü, Filistin’i işgal etti! Şeytan orada! Şeytan Suriye’de, D.Türkistan’ı işgal eden Çin’de, Irak’ı, Afganistan’ı, Suriye’yi işgal eden Amerika’nın başında.  Şeytan Yemen’de, Libya,da, Arakan’da, Karabağ’da, Çeçenistan’da, Kırım’da, Bosna’da, Kıbrıs’ta, Akdeniz’de, Ege bölgemizin hemen karşısında, Anadolu’muzun doğu ve güneydoğusunda. Şeytan ekser Müslüman ülkelerin başında! mı derdi!? Dönün, Eyyy kalabalıklar! Oralara gidin! Taş ve beton, cansız bu şeytanı değil, canlı, hakiki şeytanı, şeytanları taşlayın mı derdi!?”

                      *Tavaf yaparken, Hicr-i İsmail’ de namaz kılarken ve Hacer-i Esved’e el sürmeye giderken, kadın ve erkeklerin bir arada olmasını, bayanların, baylar arasına sıkışıp, mahremiyet sınırlarının ortadan kaldırılmasını fevkalade yanlış buldum. Bir farz, vacip veya sünnet yerine getirilirken, daha büyük günahlara girilmesi ve haram işlenmesi vuku bulmaktadır. Kadın ve erkeğin ayrı ayrı bu ibadetleri yapması mümkün ve bunu gözlemledim.

Medine’de, Mescid-i Nebevi’ de bu mümkün iken ve yapılırken, neden Kabe’de yapılmasın!?

                      *Ayrıca, Medine’de Hücre-i Saadet, Mekke’de Hicr-i İsmail ve Hacer-i Esved ziyaretlerinde yaşanan izdiham, itiş kakış ve anlamsız boğuşma ve mücadelenin, İslam da yeri olmadığı, bırakınız Müslüman olmayı, insan olmaya bile yakışmayan bu çirkin ve ilkel manzara mutlaka ortadan kaldırılmalı, insani ve İslami bir düzene sokulmalıdır.