Şu sıralar aklımda, günümüzde insanların takdir ettiği davranışların değiştiği gerçeği dolaşıp duruyor. Bir yarışma programında yarışmacılardan biri diğerine akla hayale gelmeyecek sözler sarf ediyor. Ben de televizyon başında hayretler içinde izliyorum. Sonrasında program yorumcularından biri kameraya dönerek adeta bizimle konuşuyormuşçasına “Görüyorsunuz buna ne söylenebilir ki?” Diyor. İşte diyorum aklı salim biri çıktı konuşuyor, anlat diyorum ne kadar yanlış olduğunu. Yorumcu devam ediyor. “Ne kadar da dobra biri, özü sözü bir.” Birkaç saniye ekrana bakılı kaldığımı hatırlıyorum. Ya hu ne diyor bu adam diye düşünürken zihnimde koşuşan benzer hadiseler bir bir canlanıyor. Otobüste kendisine yer verilmediği için avaz avaz bağırarak bir çocuğa kalk şurdan diye bağıran teyze akabinde yolcuların alkışları, panelde bir profesöre soru sorduğunda cevabı istediği gibi alamayınca herkesin içinde siz de bilmiyorsunuz konuşmayın o zaman diye haddini aşan genç ve salondakilerin oh olsun dercesine zafer gülümsemesi, henüz on iki yaşında bir çocuğun öğretmenine sarf ettiği kaba sözlerden sonra sınıfta popüler olması, Kardeşim doğruları konuşamayacak mıyız diye diye mahrem olan her şeyin her yerde ortaya dökülmesine özgürlük denmesi, ben de böyleyim yapacak bir şey yok sinirlenince tutamıyorum kendimi ağzıma ne gelirse söylüyorum diyenlerin sayısının artması ile bunun doğallık kabul edilmesi....
Kabalıkla-incelik, doğru söylemekle- doğruyu güzel ifade etmek, doğallık ve kalp kırmamak için gösterilen nezaket arasındaki çizginin unutulup, sınırların ihlal edildiğini görüyorum. Sırf içinden geldiği için canı nasıl söylemek isterse öyle konuşan kaba insanlarla dolup taşmış durumda dünya. Oysa Hz.Ali, kaba bir insanın elinden hayat suyu olsa bile içmem diyor. Bir Malezya atasözünde baltayla nakış işlenmez deniliyor. Bu atasözünü desteleyen bir kıssa anlatmak istiyorum:
Adamın biri, "Nerede olursa olsun ben hep doğruyu söylerim, asla müdara etmem." diye iddiada bulunurmuş.
Bir gün birinin şahide ihtiyacı olmuş, bu doğru konuşan adamı şahit olarak mahkemeye götürüp kadı efendinin karşısına dikmişler. Bizim doğrucu bakmış ki, kadı efendinin bir gözünde şaşılık var. Hemen, "Selamün Aleyküm kör kadı." deyivermiş. Kadı da kızıp, "Atın şu münasebetsizi içeriye." diyerek hapsi boylatmış. Mahkumlar ısrar etmişler, "Neden hapse atıldın?" diye... O da omuzlarını silkiyormuş: "Ben sadece doğruyu söyledim: 'Selamün Aleyküm kör kadı.' dedim. O da beni hapse attı. Halbuki ben doğruyu söylemiştim."
Mahkumlar gülmüşler:
"Efendi Efendi, her doğruyu her yerde söylemek doğru mu? İşte böyle münasip olmayan yerde söyleyeceğin bir doğru, münasip olan yerlerde söylemen gereken doğrulara da mani olur, şahitlik bile yapamaz hale getirirler seni..." demişler.
Nezaket insanın gerçek düşünceleri arasında seçim yapabilme sanatıdır diyen Madame de Stael’e sonuna kadar katılıyorum. Uzun lafın kısası sevgili okur, biz bu aralar doğallıktan ölüyoruz.