Filistinlilerin, lanetli ziyonist Yahudilere toprak sattığı ve bu duruma gelmelerinin ana sebebinin de bu olduğu, hep söylenegeldi ve hafızalara kazındı.

            Doğruydu veya yanlıştı, bu tarih adamlarının konusu. İstismar edilen birçok tarihi mesele gibi, bu konu da çok istismar edildi. Filistin ve Arap düşmanlığına gerekçe kılındı.

           Bugünkü yazı konumuz Filistin değil. Üzerinde duracağımız mesele, satıp satmadıkları değil, yabancılara toprak satışının doğru olup olmadığı. Yani, “yabancılara toprak satılır mı?” konusu.  Bir diğer ifade ile “vatan toprağı satılır mı?” meselesi.

           Filistinliler sattıysa, çok büyük, fahiş  hata etmişlerdir. Tekrar ediyorum ki, sattı mı, satmadı mı, ne kadar sattı, neden sattı meselesi bizim değil, tarih uzmanlarının işi.

          Az veya çok sattılarsa, sebebi ne olursa olsun tarihi bir hata yapmışlardır.

          Buradan ülkemize gelelim.

          Yıllarca, vatan toprağını sattı diye kınadığımız Filistinlilerden sonra, şimdi biz satıyoruz!

          Yani, kınadığımız bir mesele ile yüz yüzeyiz. Kınadığımız başımıza geldi. Onlar sattıysa  ne için sattılar? Elbette paraya olan ihtiyaçları için. Biz de aynı amaçla satmıyor muyuz? Devletin paraya ihtiyacı, yabancı sermayeyi ülkemize çekmek için değil mi?

           Ülkemizde hususen İslami hassasiyetleri olan kesim, Filistinlilerin satmadığını iddia etmiş, satmalarını ve yabancılara toprak satışını hiçbir zaman onaylamamışlardır.

           “Ne iyi ettiler de sattılar” dememişlerdir. Tam aksine, “satmadılar” diyerek, satma işleminin yanlış olduğunu ortaya koymuşlardır. Ama ülkemizde, günümüzde ve eskiden beri devam eden  toprak satışlarına en ufak bir tepki koymamışlardır. Birçok alandaki suskunlukları gibi, bu meselede susmaları da oldukça düşündürücü ve kahredici!

           Hatta, son yıllarda arazi satışlarının, 25 dönümden 300 dönüme çıkarıldığını, Bakanlar Kurulu kararıyla bu rakamın  600 dönüme kadar mümkün olduğunu basına yansıyan bilgilerden öğrendik. Bu kadar büyük bir satışa bile ses verilmemiş, hukuki tepki koyulmamıştır.

           Vahşi terörle mücadeleye başladığımız 1980’li yıllardan beri, hatta 70’li yıllarda yavru vatanımız  Kıbrıs için devlet yetkililerinin beyanlarından duyduğumuz bir  cümle vardı.

           Bu cümle: “Şehit kanlarıyla sulanmış vatan toprağından BİR ÇAKIL TAŞI BİLE VERMEYİZ.” İdi.

           Bu söylem yüzde yüz doğru bir söylemdi. Köküne kadar onaylayageldiğim ve hala da tavizsiz onayladığım bir düşünce, bir tavır, bir devlet söylemi ve uygulamasıdır.

           Peki, çakıl taşını vermediğimiz vatan toprağının, yüzlerce, milyonlarca  dönümünü bugün nasıl veriyor, nasıl satıyoruz!?

           Hiç şüphesiz bu satışa tüm gayrimenkuller dahildir. Satılan binalar, fabrikalar, turistik tesisler de bu kapsamdadır. Zira, bina veya fabrika satıldığında, toprağıyla/arsasıyla satılmaktadır. O binanın kapladığı vatan toprağı yabancıların eline geçmektedir.

           Benim kesin ve tartışılmaz kanaatim; vatan toprağının, yüzlerce dönümü değil,  bir dönümü bile değil, çakıl taşı kadar bir yeri bile satış konusu edilmemeli, satılmamalıdır.

           Vatan varsa, millet ve devlet vardır. VATAN SEVGİSİ İMANDANDIR. Dünya varlıkları içinde en değerlisi topraktır, vatandır. Vatan toprağından daha değerli bir şeyimiz yoktur, olamaz. Canımızdan bile değerlidir. Zira,  bu VATAN TOPRAĞI İÇİN NİCE CANLAR FEDA EDİLMİŞTİR VE O FEDA   DEVAM ETMEKTEDİR. Halen de, feda edilmeye hazır milyonlarca can vardır. Yıllardır ve halen, Mehmetçiğimizin verdiği canlar bunun içindir. Askerimiz dahilde ve hariçte bunun için savaşmakta, çarpışmaktadır.

            Kaldı ki bu vatan, ceddimizin canlarıyla korunmuş, şehitlerimizin kanlarıyla sulanmıştır.

              Satış işi, tarihi vahim bir hatadır. Gelecek nesillere anlatamayacağımız, lanetleneceğimiz bir uygulamadır. Tıpkı, kesin olmadığı halde Filistinlilerin satış yapan atalarını kınadığımız, lanetlediğimiz gibi.

               Daha fazla geç kalmadan, bu satış yanlışı düzeltilmeli, sıfırlanmalıdır. Yarın çok geç olacaktır. Hatta, çok geç kalınmıştır. Yazılı ve sosyal basında dolaşan, ülkemizin Güneydoğusunda, GAP da, Iğdır ya da Konya ovasında, Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Marmara da, “şunlar şu kadar toprak aldı, şunların eline geçti” söylentileri, inanmak istemediğimiz, bağrımıza hançer gibi saplanan haberlerdir ve kamuoyu bu konuda acilen bilgilendirilmelidir.

               Satma yerine “kiralama” sistemi ikame edilebilir ki, o da sınırlı olmalıdır.

               Çok uzun yıllara sarih bir kiralama olmamalı, yatırım ve üretim şartıyla yürürlüğe koyulmalı, belli bir süreden sonra, devlete geçmeli, tıpkı “yap, işlet, devret” gibi, kiralamada  da, üzerindeki tesis, üretim veya her ne ise devlete kalmalıdır.

                Özet olarak, satışa kesinlikle “hayır” diyor, “kiralamayı” öneriyoruz. Kiralamada da  şart, üretime, yatırıma dönük olmasıdır. VATANDAŞIMIZ DA BU KONUDA UYANIK OLMALI, MİLLİ DURUŞ  SERGİLEMELİ, ASLA SATMAMALI, büyük para tekliflerine kanmamalı, aldanmamalıdır. Canını verir gibi, hatta ondan da öte algılamalıdır.

                Bazı kara cahil, narkozlanmış beyinler: “Toprağı alıp götürmüyorlar ya” gibi safsata cevaplar verebiliyorlar. Alıp götürmüyorlar, doğru. Ama düşman işgal ettiğinde de alıp götürmüyor, işgal ettiği yerde kullanmıyor mu?.  Şimdi alıp, burada kullandıkları gibi. Bu da kısmi bir işgal, düşmanın, silahla yapamadığını para ile yapması değil midir?

                Yine kara cahiller: “Biz onların ülkesinden alıyoruz da, onlar niye almasınlar” gibi, yine bir ferasetsizliğin, ufuksuzluğun, tarih bilmezliğin girdabına düşüyorlar.

                Bizim aldığımız, onların aldıklarının yanında devede tüy mesabesinde bile değildir. Üstelik onların emperyalist ve tarihi emelleri vardır. Yani bizden toprak almaları, tarihi kara emellerinin, 1. Dünya  Savaşında yedi düvelin Anadolu’da, Çanakkale’de  ki hesabı kapsamındadır!   Bizim  böyle bir hesabımız, art niyetimiz ve de gücümüz var mıdır?

                Satışın zerre kadar savunulacak bir yönü yoktur ve devletimizden acilen yasaklanmasını, satışa son verilmesini  beklemekteyiz.

                 NOT. Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıldönümü. Mevla bu millete bir daha darbe göstermesin. Darbeye zemin hazırlayacak ortamlardan da uzak eylesin. Darbeden daha tehlikeli olanı, darbeye zemin hazırlayacak idari  zaafiyetlerin, yönetimde istikrarsızlığın ve başarısızlığın, her türlü olumsuzluğun baş göstermesi, darbe öncelerinde görülen, siyasi istikbal uğruna ülkenin feda edilmesidir. Tüm darbelere “hayır,” milli iradeye ve idarede adalete  “evet” diyoruz.