Vatsaptan bize ulaşan, Doç.Dr Mücahit Gültekin’in 09.04.2017 tarihli, ülkemizde sağcılığın, “BÜYÜK ŞEYTAN” Amerikancılığın ne olduğunu, nasıl bu millete dayatıldığını, büyük bir algı yönetimi ile nasıl yedirilip hazmettirildiğini anlatan güzel bir makalesi. Uzun olduğu için ikiye bölerek yarısını bu yazımızda, diğer yarısını da gelecek yazımızda neşrederek okuyucuya sunacağız. Dikkatle okunması ve anlaşılması dilek ve temennisiyle.
…
“C. Bayar, 28 Ocak 1954’de B. Saray'da verilen ziyafette yaptığı konuşmayı, ‘Büyük müttefikimiz Amerika'nın saadet ve refahına içiyorum.’diye noktalamıştı. Aynı gün ABD’li gazetecilere yaptığı konuşmada ise Türkiye'yi, ABD’lilerin ekip biçeceği ‘münbit bir toprağa’ benzetmişti: ‘Türkiye'ye sarfedilen her dolar, münbit bir toprağa ekilmiş refah ve bereket filizleri verecek birer tohum gibidir’ demişti.
Kongre'de yaptığı konuşmada ise Türkiye'yi ‘NATO'nun imanlı bir uzvu’ olarak tanımlamıştı.
Amerika'nın yanında Kore'de savaşalı 4 yıl olmuştu. Bayar, yaklaşık 40 gün süren gezisinde, gittiği her yerde gerekli gereksiz Kore'den bahsedip durmuştu. Amerikan saflarında verdiğimiz kanla gurur duyuyordu. Kunuri' de Mehmetçik, Amerikalılar geri çekilebilsin diye canlarını feda etmişti. Amerikan Basın Kulübü'nde yaptığı konuşmada, hızını alamamış, NATO'yu epeyce övdükten sonra, Ortadoğu'da bir gedik olduğundan dem vurmuş, NATO'yu Ortadoğu'ya davet etmişti. Gerekçesi ilginçti: ‘petrol menbaları.’ Bir yıl öncesindeyse, Bayar ve Menderes, ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'e, bu gediğin kapatılmasında Türkiye'nin öncü rol oynayabileceğini söylemişlerdi.
O günlerde siyasetçilerimiz ve yazarlarımız Amerika'dan söz edecekleri zaman, ABD demez; ‘Büyük Dost,’ ‘Büyük Müttefik’ ve ‘Hür Dünyanın Lideri’ gibi ifadeler kullanırlardı.
O yıllarda bir tek düşmanımız vardı: Allahsız Komünizm. ‘Hür Dünya’ nın yanında değilseniz, şüphesiz ya Komünisttiniz, ya da "Moskof Ajanı". ABD'yle ilgili istifham uyandıracak küçük bir soru bile Komünist olmanız için yeterliydi.
Bayar ve Menderes Kore'ye asker gönderme kararı aldığında, Türk Barışseverler Cemiyeti (TBC); ‘A. Menderes Hükümeti, Kore'de harp etsin diye 4500 Türk çocuğunu General Mc. Arthur'un emrine veriyor. A. Menderes Hükümetinin bu kararı Türk milletine nasıl gösterilirse gösterilsin Amerika'nın menfaatleri uğruna savaşa katılmamız demektir.’ demişti de başına gelmeyen kalmamıştı. Menderes, ‘Bunlara kökü dışarıda’ derken, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü: ‘Bu tamamen komünizm propagandası ve komünist matbuatın lisanıdır.’ demişti. TBC kapatılmış, üyeleri tutuklanıvermişti.
Demokrat Parti'nin, demokrasinin altın yıllarıydı. Ticaret serbest, matbuat serbest, ezan serbest, Kur'an serbest ama Amerika'yı eleştirmek yasaktı. Söyledikleriniz, doğruymuş-yanlışmış bir önemi yoktu: Allahsız Komünizme hizmet ediyordunuz, Moskof ajanıydınız, Kızılların ekmeğine yağ sürüyordunuz; niyetiniz başkaydı ve kökünüz dışarıdaydı. Satılmıştınız, uşaktınız, vatan hainiydiniz.
O yıllarda bizler Türk'tük, Müslüman'dık, imanlıydık ve Amerika'nın yanındaydık. Eğer Amerika'nın karşısındaysanız, Türk ya da Müslüman olmanız ‘kökü dışarıdalığınızı’ gizlemek için kullandığınız bir maskeydi sadece. Amerika'nın yanında olmadan ne Türk, ne de Müslüman olunabilirdi. Bizler NATO'nun imanlı bir uzvuyduk. ‘İmanlı...’ Elhamdülillah!
Şimdi biraz geriye gidelim. Sağcılığın omurgası olan bu sözün öncülü olan bir fotoğraf karesine odaklanalım.
5 Nisan 1946 tarihinde Amerika bizi korumak amacıyla Missouri Zırhlısı'nı Türkiye'ye gönderdiğinde Demokrat Parti kurulmuş, çok partili sisteme geçilmişti. Amerikalılar coşkuyla karşılanmış, PTT Gemi'nin gelişini ölümsüzleştirmek için pul bastırmış, Tekel "Missouri" sigaraları çıkarmış, İstanbul belediyesi sokakları temizlemiş, Amerikalıların görüş menziline girebilecek binalar boyanmış, ücretsiz otobüs seferleri düzenlenmiş, tiyatrolardan Amerikan bahriyelilerine yerler ayırtılmış, Valiliğin emriyle genelev kadınları sağlık kontrollerinden geçirilmiş, genelev kadınları göbeklerine ‘welcome’ yazmışlardı.
Welcome... Aynı yazı bir camimizi de süsleyecekti...
Bezm-i Alem Valide Sultan Camii'nin iki minaresi arasına da ‘Welcome’ mahyası asılmıştı. ‘Welcome’ Amerika demekti ve 5 Nisan 1946'da iki minaremizin arasına girivermişti. Eski Türkiye bitiyor yeni Türkiye kuruluyordu. Yeni Türkiye'yi dizayn eden tuhaf bir denklemdi bu... ‘Welcome,’ Genelevi ve Cami'yi bir arada tutacaktı. Artık tek parti devri kapanmıştı; ezan aslından okunacak, camiler, türbeler açılacak, ‘Zulmetten Nura’ kitabının yazarı CHP'den başbakan bile olacaktı. Hür dünyanın saflarında yerimizi almıştık. Bu hür dünyada her şey serbestti, sadece bir tek şey yasaktı: Moskof Ajanlığı!
Sonra yıllar geçti. Kıbrıs'ta sorunlar çıktı. Türkler, ‘soydaşlarımız’ Rumlar tarafından katlediliyordu. Karşı çıkmak istedik. Ama bir gece yarısı ABD Büyükelçisi Raymond Hare'in İnönü'nün eline tutuşturduğu mektup ‘hayır’ diyordu. Sana verdiğim silahları benim iznim olmadan kullanamazsın diyordu; kullanamadık. ABD Başkanı Johnson mektubunda ilginç bir şey daha söylüyordu. Yunanistan ve Türkiye NATO şemsiyesinin altında kardeş olmuşlardı. Şimdi nasıl olurdu da iki NATO üyesi karşı karşıya gelirdi?
Burnumuzun dibindeki Kıbrıs'a gidemiyorduk.” (DEVAM EDECEK)